Yine Yolculuk…

0
55

Gazipaşa’dan kocaman bir günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Bizi soracak olursanız, yani bendeniz ve bilgisayarımı, ikimizde çok sağlıklı değiliz. Yol yorgunluğu olsa gerek diye düşünüyorum. İkimizin de nevri dönmüş. Bilgisayarı sürekli hata veriyor. Kapatıyorum sırtına ufak, ufak vuruyorum, eskiden hani parazit yapan radyolara böyle ufak-ufak, vururlardı ya… Şimdi bizde böyle yapıyoruz. Başlıyor çalışmaya iki dakika sonra yine hata veriyor. Ya da donuyor. Bilgisayarım hasta olunca bildiğiniz  gibi bendeniz ondan daha çok hasta oluyorum. Tabi çocuklarda. Bugün yine hastaneye götüreceğiz onu ancak yeniden bir deneyelim dedik. Başladı çalışmaya? Şimdi tuşlarına nerdeyse dokunmada yazmaya çalışıyorum. Emre “artık yenisini alırsın inşallah” dedikçe  bilgisayarımı daha çok bağrıma basıyorum. “Tamam, atma çerçeve yaptır duvara as” diyor. Berke “Gülcüm zaten onu atmayacaksın yenisini alınca  neden üzülüyorsun ki” diyor. Hasan inşallah yeniden bozulur diye beddua ediyor yanımdan geçerken. Kaç günden beri canımız çıkıyor çalışsın diye onun ettiği bedduaya bakar mısınız? Ne? diye bağırıyorum. “Artık birkaç gün daha yazmazsın. Bizde yüzünü görebiliriz böylece diye söyledim” diyor. Korkarım yüz yıl sonrada bu sözler yinelenecek aynen bu günkü gibi, her yıl yenilendiği gibi.

Neyse kazasız belasız bir yolculuk yaptık en ilkel şartlarda. Otobüsün interneti, televizyonu konforu var ama ne yapayım o konforu içinde huzursuz isem? Antalya Hatay arası yolculuk yapanlar bilirler. Bu hatlarda çalışan otobüsler hangi firmadan olursa olsun dolmuş gibi çalışırlar. Girip çıkmadıkları yer yok. Nerdeyse sokak ararlından bile yolcu almaya çalışırlar ve yüksek sesle etrafta kimse yokmuş gibi konuşur muavinler kaptanlarına kadar. Yolcular deseniz çoğu ya çocuğunu susturmaya çalışırlar yüksek sesle yine, ya da telefonla  evlerinde gibi rahatlıkla gece boyu konuşurlar yine yüksek sesle. Yorgunluktan baygın gibi yatan genç işçiler ise hiçbir şeyin ayrımında olmadan  sereserpe  horlayarak uyurlar. Aniden yola çıkmanın verdiği yorgunlukla azıcık dinleniriz  artık derken, birde yanınıza çocuklu birileri binerse  çocuk  rahatsız olmasın diye eğri büğrü oturarak yolculuk yapmak zorunda kalırsınız ki valla  kağnı arabası ile gideyim kardeşim ama başım rahat olsun dersiniz artık. Bu yüzden bendeniz her yıl bu işkenceye katlanmak için gidişimi ertelerim ve sonunda yinede ansızın gitmek zorunda kalırım. Neyse karşılayanların sıcak sevgisi çektiklerinizi unuttur anında.

Ve sevgili okuyucularım “acele  işe şeytan karışır” derdi büyüklerimiz gülerdik. Ama doğruymuş. Bilgisayarı çantaya koymuşuz ama modemi ve hafıza kartını diğer çantada unutmuşuz Olmaz böyle bir şey. Şimdi zar zor yazdık internet yok! Şimdi cep telefonlarından medet umucağız bakalım. Ve yarından sonra dilerim rahat, huzurlu yazılarla birlikte olmak dileği ile sağlık ve sevgiyle birlikte olalım her zaman ayrı-gayrı’lığa inat. Yase

& & & & &

Aynen Senin Gibi Olmak İsterim 

Bir gün Azizan Hazretlerine, hatırı sayılır bir zat misafir geliyor. Fakat evde hazır yemek yok… Azizan Hazretleri üzülüyorlar. Evlerinin kapısına çıkıyorlar. O sırada, paça satan bir genç, elinde bir çömlekle geliyor. Çömlekte donmuş paça var…

Genç: “-Bu yemeği sizin ve yakınlarınız için hazırladım. Kabul buyurursanız beni mesut edersiniz” diyor.

Azizan Hazretleri bu nazik anda gelen yemekten son derece hoşnut kalıyorlar ve gence iltifat ediyorlar. Gelen yemekle misafir ağırlanıyor. Misafir gidince Şeyh Hazretleri paça satan genci çağırtıp: “-Senin getirdiğin bu yemek, sıkıntılı bir ânımızda imdada yetişti. Sen de şimdi bizden ne muradın varsa iste ki, Allah dileğini verse gerektir.”

Genç: “-Aynen senin gibi olmak isterim” diyor.

Bu çok güç bir şey… Üzerimizdeki yük senin omuzlarına çökecek olursa ezilirsin! Cevabını veriyor Azizan Hazretleri…  Fakat genç yana yakıla ısrar ediyor: “-Benim âlemde tek muradım bu… Tıpkı tıpkısına senin gibi olmak… Başka hiç bir şey beni teselli edemez. Başka emel tanımıyorum!”

“-Peki, diyor, Azizan Hazretleri; öyle olsun!”

Ve genci elinden tuttuğu gibi halvet odasına çekiyor. Orada nazarlarını gence mıhlayıp kalpleriyle kalbine yöneliyorlar. Biraz sonra gençte bir değişiklik başlıyor. Genç hem zahirde ve hem batında Azizan Hazretlerinin ayı olarak meydana çıkmaya başlıyor. Bu hal tam 40 gün devam ediyor ve 40’ıncı gün genç girdiği yükün ağırlığında bekâ âlemine göçüyor. Fakat muradına ermiş ve ebedi saadete erişmiştir.

Şubat Güneşi

Ahmet tam şu an  kalkıp kızı kucaklamak ve deli gibi hasretle öpmek istiyordu onu izleyen yıldızlarda bunu istiyordu hatta teşvik ediyorlardı. Ama kızı ürkütmemeye karar vermişti ancak kendisi isterse bunu yapacaktı artık.

Kız gözlerini Ahmet tin gözlerinden almadan. “ben acıktım ya dedi. “pasta yesek mi? İkisi  birden kahkahalarla gülmeye başladılar. Yıldızlarda güldü sonra bir bulutun içine girip kayboldular. O gece  Zeynep  çok derin bir uykuya daldı. Gün boyu koşturmaktan konuşmaktan yorulmuştu, üstelik  hastaydı bu yüzden başını yastığa koyar koymaz uyudu.  Ahmet  yatağında  gece boyunca döndü durdu, ya Zeynep giderde geri gelmese diye çok korkuyordu. Sonunda kızın odasına gidip yanına uzandı. Zeynep dönerken ona sarıldı. Sabaha kadarda o pozisyonda kaldı. Ahmet onu uyandırmamak için hiç kıpırdamadan öylece gözü açık yattı yanında. Uyuyan bu değerli yaratığı kaybetmek korkusu sarmıştı içini. Ona kana, kana bakmak istiyordu. Kız elini Ahmet’in yüreğinin üzerine koymuştu, uzun saçları yastığa gelişigüzel tül gibi yayılmıştı, uykudan kızarmış yüzünde derin bir huzur okunuyordu.

Bir yıl sonra…

Zeynep telaşla okuldan çıkmış otobüse yetişmek için koşturuyordu. İstanbul Tıp Fakültesinde okuyordu, kaydını yenilemiş okula devam etmeye başlamıştı. Bugün Mimar Sinan güzel sanatlar akademisinde resim dersi vardı. Otobüse son dakikada kendini atabildi. Otobüs her zamanki gibi tıklım tıklımdı, tutunacak yer bakınırken birisi kolundan tuttu. “yine geç kaldın” dedi tatlı bariton bir ses. “Ahmet” diye bağırdı. Hayretle açılmış gözlerinde sevinç ve şaşkınlık vardı.

“Ne zaman geldin?” Gözleri pırıl, pırıl parlıyordu, saçlarını toplamış başında taç gibi sarmıştı. Ahmet “gel buraya gel” diyerek kalabalıkta ona yer açarak  yanına çekti  kolunu omzuna attı. Taç gibi sardığı saçlarına  özlemle ufak bir buse kondurdu. Eğilip kulağına “çokkk özledim” dedi. “Sana çok  kızdım neden aramadın geleceğini bilmiyordum” Ahmet  kulağına “konuşma  yalnızca çok özledim de” diye fısıldadı. “Söylemeyeceğim işte” dedi Zeynep  öfkeyle. Ahmet “Söyle bak yoksa olacaklardan sorumlu olmam.” “yapma bak herkes bize bakıyor.” “Baksınlar ne olacak” “söylüyor musun yoksa!” “Tamam piss çok özledim” dedi.

Yavaşça başı yerde “işte böyle mutluluk görsün herkes, şunlara  bak hepsi suratını asmış  ileri bakıyor.” “herkesin bir sıkıntısı vardır ondan…” “tabi, tabi benim iyimser sevgilim öyledir kesin.” “bana sevgilim deme   utanıyorum” “of  ya çok özledim bu utanan sevgiliyi.” diyerek yine bir öpücük kondurdu tepesine. “pişman oldum otobüse bindiğime, ya senin araban yok mu ne yapıyorsun otobüste?” “Sevgilim otobüse biniyorsa bende otobüse binerim  o kadar. Tamam mı?” “Metrobüse binseydim keşke” “orada da bulurdum seni korkma.” “Ahmet lütfen susacak mısın?” “bir öpücük verirsen belki…” “terbiyesiz” dedi kız “o zaman susmayacağım.” Zeynep başını kaldırdı direk gözlerine baktı. Yıldızlar uçuşuyordu o iri gözlerde.

Ahmet kaşla göz arası eğilip kızın dudaklarına sıcak bir buse kondurdu. Zeynep yeniden kızardı terlemeye başlamıştı sıkıntıdan. “yapma ne olur” diye inledi. “Tamam, tamam susuyorum işte” diyerek ileri bakmaya başladı. Bundan sonra ikisi de konuşmadı.  Akademiye iki durak kala indiler. İner inmezde Birbirlerine sarılarak  hasretle öpüştüler. “Çok özledim” dedi Zeynep “Çok, çok” genç adamın  boynuna sımsıkı sarılmış bırakmıyordu. “a bana terbiyesiz diyene bak resmen sarkıntılık ediyorsun sokakta” diyerek kızı kucakladığı gibi havalandırdı. “ben daha çok özledim” diyerek kızı kollarında sevgiyle özlemle sıkarak yeniden öptü, sokaktan geçenler onlara gülümseyerek bakıyordu.

Sonra birbirlerine sarılmış vaziyette yollarına devam ettiler. Bir haftadır görüşmüyorlardı. Birbirlerini çok özlemişlerdi. Ahmet yurt dışındaydı. Zeynep kendini derslerine vermişti ancak buna rağmen onu çok özlemişti. 8 aydan beri İstanbul’daydılar ve değim yerindeyse birbirlerinden hiç ayrılmamışlardı okula gittikleri zamanın dışında.  Zeynep bir zamanlar ailesi ile birlikte oturduğu evde kalmaya devam ediyordu. Ahmet ise yeni bir eve taşınmıştı Neslihan’dan ayrılıp Fransa’ ya gittiğinde evini de bırakmıştı. Arkası Yarın

Günün Şiiri

Söz Açınca

Fırtınaları ayağınıza
Meltemleri saçınıza yollayacağım.
Yakamozlar tırmanacak göğsünüze
Martılara söyleyeceğim gelsinler.
Sivriada´nın boz tavşanları
Kulağınıza fısıldayacak.
Sandalsız balıkçılar da gelecek.
Ay ışığını
Martının sırtından alıp
Akşamüstlerini
Kordela balığından
Karabataklardan karanlığı
Ben alıp getirsem…

Nisan yağmurları yağmış Levent´e
Onlar tanıklık etsinler olmazsa.
Nisan ya…

Sait Faik Abasıyanık

Bir Masa

Bize bir masa ayır Yankimu
Aleksandra´mla benim için
Bir masa.
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden
Şarabı aşktan
Hem hülyadan.
Aleksandra´m mızıka çalsın
Siyaha çalar parmaklarıyla
Güftesi bayağı şarkılar
Adi havalar.
Meyhane acı zeytinyağı koksun
Sen hoşnut ol Yanakimu.

Sait Faik Abasıyanık

Günün Sözü

Eğer hala yalnızsanız, Allah sizi birilerinden koruyor demektir. Eğer sizi üzen kişilere hala selam verebiliyorsanız, bu vicdanınızın sadakasıdır.

Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here