Tarih ve Dış Politika

0
719

“Tarih”i  “tekerrür” diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Mehmet Akif Ersoy

Merhum Mehmet Akif, tarihi “tekerrür” diye tarif edenlere böyle sesleniyor. Dünya tarihi, milletlerin birbirleriyle yaptıkları mücadelelerin çeşitli örnekleri ile doludur. Eğer iyi bir tarih okuyucusu iseniz hangi milletin, hangi olay karşısında ne gibi tepki gösterdiğini, komşuları ile hangi problemleri yaşadığını bilir ve daha sonrası için de tahminde bulunabilirsiniz. Mesela yapılan bir savaş iyi bir tarih bilgisine sahip liderler tarafından yürütülmüyorsa olumlu sonuç almak çok zordur. Yani savaş sadece silah gücüne dayanan, kaba kuvvetle yapılan bir oyun değildir. Tarih bilgisinden, savaş stratejisinden yoksun liderler, savaş sonrası yapılacak anlaşmalardan da olumlu sonuçlar elde edemezler. Tarih bunun pek çok örnekleri ile doludur.

1812 yılında Moskova seferine çıkan Fransız imparatoru Napolyon, çetin kış şartları ve ana üsten çok uzaklaşmanın sonucunda büyük yara alarak Rusya’yı terk etmiş ve 420 bin askerle başladığı seferi 30 bin askerle bitirmek zorunda kalmıştır. Aynı yolda Hitlerin ordularını da görüyoruz. O da aynı akıbete uğramış ve perişan ordusu ile Rusya’yı terk etmek zorunda kalmıştır.

Bu iki misalde de görüleceği gibi devletleri yöneten liderler tarih bilgisine sahip olsalardı, yapılan hatalardan ders alırlar ve aynı hatayı tekrar etmezlerdi. Yani tarih tekerrür etmezdi.

Diplomasiden de bir misal verelim. Biliyorsunuz birinci dünya savaşı yenilgisinden sonra Osmanlı Devleti fiilen bitmiş ve sıra galip devletler tarafından bölüşülmesine gelmişti. 30 Ekim 1918’de Mondros mütarekesi imzalanmış ve galip devletlere, istedikleri zaman Türk Yurdunu işgal etme hakkı verilmişti. Antlaşmanın imzalanması sırasında Türk delegesi Amiral Rauf Orbay, İngiliz delegesi generale, İstanbul’u işgal edip etmeyeceklerini sormuş, İngiliz generali de “size askerlik şerefim üzerine yemin ederim ki İngiliz askeri İstanbul’a girmeyecektir” demişti. Oysaki İngilizler sözlerinde durmamışlar ve 13 gün sonra 13 Kasım 1918’de İstanbul’u işgal etmişlerdir. Daha sonra İngiliz generalle karşılaşan Rauf Orbay bu durumu hatırlatmış ve “askeri şerefiniz üzerine ettiğiniz yemine neden sadık kalmadınız” diye sormuştur. İngiliz generalin verdiği cevap çok manidardır; “İngiltere’nin şerefi yanında benim askeri şerefimin ne kıymeti var general!”

Büyük devletlerin ayak oyunları hiç bitmez. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra Yunanistan Nato’nun askeri kanadından çekilmişti. Sonra tekrar girmek istedi ama Türkiye Ege denizindeki haklarının korunması için bazı şartlar ileri sürdü. Bu sırada (1980 yılı) Org.Kenan Evren idareye el koymuştu. Amerika’dan gelen general Aleksander Haig ve daha sonra general Rogers, general Evren’le görüştüler. Ona asker sözü (!) verdiler ve Yunanistan’ın tekrar Nato’ya girmesi için Türkiye’nin çekincesini kaldırdılar. Ama Yunanistan sözünde durmadı ve Ege denizindeki davranışları ile Türkiye’yi rahatsız etti. Türk dışişleri yetkilileri, bakanlık arşivinde Yunanistan’ın tekrar Nato’ya girmesi ile ilgili taraflarca imzalanmış bir belge aradı ama bulamadı. Çünkü Yunanistan, Amerikalı generalin Kenan Evren’e verdiği asker sözü ile Nato’ya tekrar alınmıştı.

1918 senesinde nasıl ki asker sözü ile aldatılmışsak, 1980 yılında da bir başka asker sözü ile aldatıldık. Eğer Türk generalleri, iyi bir tarih okuyucusu olsalardı, Türkiye’nin yüksek menfaatlerinden, hiçbir belge olmadan sadece bir asker sözüyle vazgeçerler miydi?

Atatürk döneminde, Suriye ve Irak sınırlarımız bir barış adasıydı. Atatürk; Türkiye, Irak, İran ve Afganistan devletleri ile birlikte Sadabat paktını kurmuş ve Akdeniz’den Afganistan’a kadar olan bölgeye büyük devletleri sokmayarak barışı korumuştu. Aynı şekilde Balkan Paktını kurarak orayı da barış adası yapmıştır. Ama daha sonraki yıllarda, özellikle son on-on beş yıldır büyük hatalar yapıldı. Önce Turgut Özal zamanında ABD ordusu Irak’a girdi. Irak fiili olarak üçe bölündü. Kürtler desteklendi ama Türkmenler ezildi. Suriye’de ise AKP döneminde yine ABD ordusu Esad’ı devirmek için Suriye’ye girdi. Oysaki Beşar Esad Suriye’de istikrarlı bir yönetim sergiliyordu. İsrail’e karşı da bir denge unsuru idi. Neticede Suriye ve Irak büyük devletlerin mücadele alanları oldu. Tabii savaş mağduru mültecinin Türkiye’den başka gidecek bir yeri olmadığından, milyonlarca mülteciyi barındırmak işi de Türkiye’nin üzerinde kaldı.

Büyük devlet tecrübesine sahip kadroların bulunduğu Türkiye’de, bu kadrolardan istifade etmeyip macera politikaları gütmenin sonu hüsrandır. Atatürk’ün dış politikası takip edilseydi, şimdi Suriye de, Irak da ve Türkiye de barış içinde olacaklardı.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here