Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Okullar açıldı bin bir sıkıntı ile. Mithatpaşa ilk okulu depremde hasar gördüğünden geçen yıl öğretime açılamamıştı. Maalsef ki depremin üzerinden 19 ay geçmesine rağmen hala herhangi bir çalışma dahi başlamadığından yine açılmadı, öğrenciler bu yıl da başka okullara dağıtıldı. Oysa öncelik okulların olmalıydı. Gece gündüz demeden okullardaki sorunlar giderilmeliydi. Ancak belli ki tepeden tırnağa artık her şey gibi okullarda Allah’a emanet oldu.
Pahalılık, okul araç gereçleri, ders kitapları, servis ücretleri derken kısıtlı olan bütçeler daha da kısıtlandı. Elde avuçta bir şey kalmıyor gibi. Yüksek okullara gidecek öğrenciler için dertler katlanıyor. Yurtlarda yer bulursan ne ala, yoksa ev kiralarına yaklaşmanın olanağı yok. E ne yapalım otur evinde, okuma ya da evden diploma al. Maksat herkesi eve bağlamak ya. Bundan güzel fırsat mı olur. Öğretmenler desen geçim derdindeler, deprem bölgesinde olanlar ev bulamıyorlar, taşımalıklarda ders vermeye çalışıyorlar, bin bir zorlukla ellerindeki avuçlarındaki paraları çocuklarına mı, kendilerine mi, borçlarına mı harcayacaklar bilemiyorlar. Ama bir kesim var ki bütün bunlardan bir haber yaşıyor. Bir eli yağda bir eli balda, sırtını yaslamış birilerinin sırtına, ahkâm kesiyor. Öğretmenlere “rahata alıştılar” diyor. Allah Allah nereden bu kanıya varıyor bu insanlar oturdukları koltuklarda anlamak mümkün değil valla. Kendisi oturduğu yerde paraları tıkırdarken asgari ücrettin ne demek olduğunu nasıl bilsin ki. Kendisi gibi sırtını başkalarının sırtına dayayanlar gibi. Gerçekten insanın aklı şaşıyor. Bunca körlük nasıl olabiliyor. Bari susun da bu sıcakta tansiyonları attırıp beddua almayın.
& & & & &
Ve haksızlıklar ve hak yemeler, ne deprem ne de herhangi bir felaket onları bu eylemlerden alıkoyamıyor ne tuhaf. Bir saniye içinde yerle bir oldu her şey, bir göz yumduk bir açtık hiçbir şey kalmamış, ne mal, ne can, hepimizin kayıpları çoktan öte. Ve gördük ki bir dakika önce her şeyin vardı bir dakika sonra sevdiklerin dahil hiçbir şeyin yok. Sen neyin peşindesin daha be ey gafil….Sinirliyim Sevgili okuyucularım haksızlıklar karşısında çıldırıyorum valla.
Ama hep gariptik ya işte… Bugün, 12 Eylül’de evlerimiz basılmıştı, kitaplarımız yakılmış, 17 yaşındaki gençler yaşları büyütülerek asılmıştı… Kitaplarımız, umutlarımız ve hayatımızın en güzel yaşları, gençliğimiz hayatımın güzel günleri çalındı, ömrümce kapanmayacak derin yaralar oluştu bağrımın ta içinde. Biz ne anlarız insandan, demokrasiden, dinden, imandan, haktan, hukuktan… Valla o kadar korkağız ki ödümüz kopuyor her şeyden. Bu yüzden sanki bir varmış bir yokmuş olmayacak gibi yaşıyoruz.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalmaya çalışalım, her an bir gülümseme ile gönül almaya çalışalım, hep sinirli olmak önce bize zarar veriyor, bu yüzden ayrımsız gayrımsız kalalım malumların dışında… Yase
& & & & &
Huzur Nedir?
Halkı tarafından çok sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar, birbirinden güzel resimler yaparlar, eserleri saraya teslim ederler. Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir.
Resimlerden birisinde bir göl vardır. Göl, tıpkı bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslemektedir. Resim, bakanlara mükemmel bir huzur hissi verecek kadar güzeldir.
Diğer resimde de dağlar vardır. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Dağların üstündeki öfkeli gökyüzünden boşanan yağmurlar ve çakan şimşek ise resmi daha da sıkıntılı bir hale sokmaktadır. Dağın eteklerindeki şelale insana gürültüyü, yorgunluğu hatırlatacak kadar hırçın resmedilmiştir. Kısaca resim, pek de öyle huzur verecek türden değildir.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki, çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık görür. Çalılığın üstünde ise bir anne kuşun örttüğü bir kuş yuvası göze çarpmaktadır. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuşun kurduğu yuva izleyenlere harika bir huzur ve sakinlik örneği sunmaktadır.
Ödülü kim kazandı dersiniz? Tabi ki ikinci resim… Kral bunun nedenini şöyle açıkladı: “Huzur hiçbir gürültünün, sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur, bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükunet bulabilmesidir.”
& & & & &
Leonardo Ve Son Akşam Yemeği
‘Simyacı’nın meşhur yazarı Paulo Coelho`dan bir hikaye …
Leonardo da Vinci `Son Akşam Yemeği` isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı. İyi`yi İsa`nın bedeninde, Kötü`yü de İsa`nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda`nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı.
Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi. Aradan üç yıl geçti. `Son Akşam Yemeği` neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı.
Leonardo`nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı. Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı.
Leonardo, yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi. Çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu..
Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi: `Ben bu resmi daha önce gördüm…`
`Ne zaman?` diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı..
`Üç yıl önce` dedi adam. `Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce… O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum. Pek çok hayalim vardı. Bir ressam beni İsa`nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti…`
İyi ve Kötü`nün yüzü aynıdır…
Her şey, insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır…
Paolo Coelho
Günün Şiiri
Keşke Hiç…
Ayazdım, azdım… Azıksızdım
İçimde sırasına koşan şiirler vardı
Zamansız çalmasaydın kapımı
Esmer gülüşünle mıh çakmasaydın günlerime
gelmeseydin
Zift ile karıyordu kendini gece
Gitmek uçurum, dönmek aramamanın yalvarısı
Vazgeçmek senden, pişman olmak
Yarını göremeyenlerin kör tanrısıyla zar atmaktı
gelmeseydin
Sarışın rüzgârlarda soluk benizli şiir eskizleri
Çorak zamanlarda kendisi için kanayamayan aşklar vardı
Yanılsamaların sonbahar yüzünden geçiyordum
Hilebazdı siyah dokunuşlar, cinayet kokuyordu
gelmeseydin
Tenimdeki kilim deseni yaralara
Kıymık gibi saplanan yağmur damlaları
Pembe kokusuna dikenini saplayan gül
Elgin sözcüklerden payıma düşen kül
Bakır şimşekleriyle kahkaha atan
Gökyüzüydü tek paylaştığımız
gelmeseydin
Mezatta hırpani bir sözcüktü vefa
Yokluğunun tadı kusursuz ve gölgesiz gri
Unutmak çağımızın en masum duldasıydı
İntiharı ve hiçliği anımsatıyordu unutulmak
gelmeseydin
Yine de yeniden gelmeseydin
Hafif tebessüm iç kanamalı yüzümle
Serçeler gibi sabahı bekletmeseydin bana
Ayazdım, azıksızdım… azdım
gelmeseydin
Gözlerimdeki forsaya toprak tadında mavi bakmasaydın
Keşke hiç!..
C.Hakkı ZARİÇ
Sis ve Tuz
–O’na, sıfırda kalana veda şiiri…
Uyku tutmuyor kaçışı olmayan tanıdık sabahı
Açık kapılardan hâki ayak sesleri sızıyor
Tabana çöküyor tavan, sis kaplıyor her yanı
Hayata Dönüş Operasyonu’nun gri kurşunlarıyla
Hasar tespit tutanakları yazıyorum ömrüme
Kan soluyorum, öğürüyor, kusuyor ve soluyorum
Soluyor penceredeki begonyanın yaprakları
Zayıfladıkça gözleri büyüyen ölüm oruççuları
Küfre yaslanıp ayakta durduğum anlar soluyor
Suratımda kahkahaları patlayan kırık aynalar
Ve horozu kalkık tabancaların maskeli tehdidi
Parçalanmış bir kafatası düşürüyor kucağıma
Her kıpırtıda serçeler havalanıyor içimden göğe
Soğuktan titriyorum, parmaklarım uyuşuyor
Gözleri bağlı kuzeyin, oldukça yavan ve yalancı batı
Buz tutuyor gülüşüm ağzımda, buz tutuyor, buz
Anları düşünüp anlamlar aramaya çabalıyorum
Dolanıyor sığıntı halinde, derinliğini arıyor gün
Her şey bir ayrılık armağanıyla adlandırılıyor
Bir kadının salı sabahındaki vazgeçilmez güzelliği
Hayli baş ağrısı, elleri havadaki yenilgi
Kalın bir çift çorap, öksürük nöbeti, boğulma anı
Tuz sonra, sağanak halinde tuz, tuz !..
C.Hakkı ZARİÇ
Günün Sözü
Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabileceği kadardır.
Mevlana