Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar kapalı, yine aptal ıslatan bir yağmur inceden, inceden yağıyor. “Bilmem” elif, elif diye mi yağıyor, yoksa yıl boyu yaşananlara yazıklanarak mı veda ediyor? Nasıl yağarsa yağsın ne söylerse söylesin diller bu sabah! Düşünüyorum: bu son sabah ta bırakabilir miyiz acaba bütün yıl yaşananları? Üzerimizden havları dökülmüş, solmuş, pörsümüş, hırpalanmış, yıpranmış bir giysi gibi çıkarıp atabilir miyiz? Yepyeni bir giysiyi giyerek yeni yıla başlarsak, eski elbisemizi çamaşır makinesinde yıkayarak temizleyebilir miyiz, bütün kirinden pasından kurtarabilir miyiz?
Keşke yapabilsek, keşke yapabilecek kadar kendimizden kurtulmuş olabilsek. Ne yazık ki eski elbiseyi çıkarıp atabiliriz ancak tenimize işleyen hırpalanmışlıktan, pörsümüşlükten, acıdan, paramparça olmuşluktan kurtulamayız. Öyle olduğunu sansak ta…
Yeni beyaz bir sayfa açsak bile altında izleri vardır geçmişin. Yeni bir defter alsak eskiyi atsak, parçalasak, yaksak hiçbir iz bırakmasak bile geçmişin yaşanmışlığı yüzümüze, gözümüze, saçlarımıza yansımaz mı?
Peki, bu kötü mü? Bence değil. Geçmiş bizim, bir yaş önceki halimiz. Bütün günahları sevapları ile. Ondan kurtulmaya çalışmak beyhude bir şeydir. Ne kadar onu eski bir giysi gibi üzerimizden çıkarıp atmayı arzu etsek de o içerde, temimiz de işleyen yaramız. Dışarıda aynamızdır.
Evet, sevgili okuyucularım. Çokta güzel bir yıl geçirdik diyemeyiz kuşkusuz, “an”ların güzelliğini kaçırmamaya çalıştığımızda ancak nefeslendik gülümsedik.
Verdiğimiz şehitler bir-bir yüreğimizi falçata ile çizerek yerleşti bu yılda. Evlere ateş topları düştü yine. Onlarca çocuk babasız kaldı. Onlarca ana baba evlatsız, dünyada ve komşularımızda da ateş bütün hızıyla devam etti. Suriye allak bulak olurken, kardeş kavgasından en çok etkilenen bizler olduk. Yüzlerce Suriyeli mülteci ülkemize girdi. Onlarla birlikte bir sürü hareketlilik, görünen görünmeyen bir sürü şey oldu. Savaş rüzgârları neredeyse üzerimizden esti. Dilerim gitmiş olsunlar. Kadın cinayetleri tavan yaptı. Okul basarak, toplu katliamlar yapan sapıklar kanımızı dondurdu. Sokakta yaşananlarla hayatı korku filmi izler gibi yaşamaya başladık, ruh sağlığımız etkilendi, uykularımızda sayıklar olduk. Zihnimizin kaypak zeminde düşe kalka dolaşmaya başladık.
Yılın son günlerinde kıyamet senaryoları ile yatar kalkar olurken. Üniversite gençliği yeniden ikiye bölündü. Geçmişte yaşadıklarımızı anımsar olduk.
Daha gerilere gidersek Akdeniz Üniversitesinde geçekleşen ilk yüz nakli yapılan arkadaş güzel bir düğünle dünya evine girdi. Onunla sevindik.
Son günlerde binlerce zeytin ağacının kesilmesi ile çıldırma noktasına geldik. Sonra alınan kararla yeniden sevindik. Bir sürü tarihi mekanı yitirdik.
Ve bu yıla son aylarda damgasını vuran bence imarın olağan üstü artması. Cep telefonu ve tablet reklamlarının tavan yapması… Tv’lerde ne giysem, ne yesem, tarz benim, evimi nasıl temizlesem, nasıl yenilesem programları ile baya bir haşır neşir olarak kendi derdimizle ilgilenir olmamamız. Aylar süren rahatsızlığım. Ve yayına hazırladığım romanım ve saniye başı değişen gündem.
Her ne kadar üstten, üstten özetlemeye çalıştıysam da bu yıl şahsen bendeniz için verimli bir yıl olmadı istediğim gibi. Birçok atılım yaptım ve başarılı oldum ancak gerçek başarıyı elde edemedim kendimce. Çünkü yine gidip, gidip geri döndüm ve elde ettiğim başarı aslında başarısızlığımı görmem oldu.
Ve gerçekten yeni yılda artık forma olan giysimi çıkarıp atmayı düşünüyorum üzerimden. Tenime işleyen ne varsa kazancım olacak. Hazineme eklediğim.
Yeni beyaz giysiyi ise annesinden korkan bir çocuk gibi ve deterjan reklamlarına inat, “kirlenmek güzeldir” sözüne inat yeni bir yıla dek üzerimi kirletmemeye çalışacağım. Hatta yanımdakilerin de üstlerini kirletmemesi için uğraşacağım. Her ne kadar marifet içini temiz tutmak olsa da. Dışa yansıyan içtir zaten.
Ve sevgili okuyucularım geçmiş geride kaldı. Onu geri getiremeyiz ancak ondan ders alabiliriz. Bu yüzden geçmiş önemli bir değerdir.
Ve geleceği bilemeyiz. Onun içinde geleceğe yatırım yapabiliriz iç temizliğimiz ve doğruluğumuzla. İçinde yaşadığımız zamanında ancak “an”larını yaşayabiliriz ve işte o anları gözden kaçırmamaya çalışmalıyız diyorum. Hayatımızın hepsi yalnızca “an”ların toplamıdır çünkü. Ve bir tek “an” her şeyi içinde taşıyabilir. Atom gibi, molekül gibi.
Çok neşeli bir yazı olmadı biliyorum zaten eski yazılarıma baktım hemen, hemen çoğu neşeli değildi ya, artık geçmiş olan zamanda. Dilerim bundan sonra neşeli yazılarla karşınızda olurum. Ve “dünyada sulh, cihan da sulh” ancak bizi yürekten gerçekten sevindirir diye düşünüyorum ve yeni yılda bunu diliyorum ilk başta.
Ve sevgili okuyucularım her şey dilediğimiz, düşündüğümüz gibi olsun diyorum sağlık, sevgi, neşe, birlik ve beraberlik ile. Yase
Yılbaşı Ağacının Öyküsü
Binlerce yıl önce, insanlar çam ağaçlarının sihirli olduğuna inanırlardı. Çünkü kış gelince tüm ağaçlar çıplak kalıp, yapraklarını dökerken, çam ağaçları yemyeşil kalmaya devam ederlerdi. Bu yüzden çam ağacını hayatın bir sembolü ve güneş ışığının, baharın yeniden geleceğinin bir işareti olarak gördüler. Ayrıca, Almanya’da Martin Luther, karlı bir kış gecesi evine dönerken, ağaç dallarının arasında ışıldayan yıldızları görmüş ve o kadar hoşuna gitmiş ki, evine gidince ailesine bunu anlatmış, ama kelimelerle anlatmanın yetmeyeceğine karar vermiş olacak ki, dışarı çıkıp küçük bir ağaç kesip gelmiş ve ağacı yanan mumlarla süslemiş. İşte ondan sonra bu bir gelenek olup çıkmış. Tüm dünyaya yayılmış. İngiltere’de Kraliçe Viktoria, Prens Albert ile evlendiği gün Winstor şatosunda bir yılbaşı çamı yapılmış. Daha sonra göçmenlerle Amerika’ya da bu gelenek taşınmış.
Bir de efsane var: İsa’nın doğum gününde, tüm canlılar, bitkiler, herkes hediyeler getirmiş, zeytin ağacı zeytin, hurma ağacı hurma, elma ağacı elma vs. her ağaç kendi meyvesini getirmiş ama küçük çam ağacının getirecek hiçbir hediyesi yokmuş ve büyük ağaçlar onu göze görünmeyecek şekilde, arkaya itmişler. O zaman bir melek çam ağacına acımış ve bir grup yıldıza gelip çam ağacının dallarına konmaları için emir vermiş. Bebek İsa bu hoş görünümlü çam ağacını görünce, gülmüş ve onu kutsamış ve her yılbaşında, çam ağaçlarının her zaman çocukları memnun etmesi için ışıklarla donanmasını dilemiş.
Günün Şiiri
Eskimeyen Yeni Yıllar
usulca sokulur,hayata girer zaman
tık nefes biter,zaman biter işte o an
kalır geride bıraktıkların,bir de sen
hayatı içen ömür,artık giymiş kefen
geçen zaman mı? hayat mı? biten ömür mü?
takvimden kopan yapraklar,yoksa ölüm mü?
bitti eski yıl,geldi yeninin eskisi
bekleme boşadır,hiç gelmedi yeni yıl
artık hiç gelmeyecek yılların yenisi
artık hiç eskimeyecek yılların eskisi
İsmail Haşimoğlu
Günün Fıkrası
George W. Bush şoförüyle bir kir gezisine çıkar. Arabayla giderken bir tavuğu ezerler. Meseleyi tavuğun sahibi olan çiftçiye kim anlatacak diye düşünürken Bush âlicenap bir tavırla şoförüne şöyle der: “Bana bırak. Ben Dünya’nın en güçlü adamıyım. Çiftçi bana muhakkak anlayış gösterecektir.” Bush çiftçinin evine girer ve bir dakika sonra da nefes nefese koşarak geri döner. Göz morarmış, surat dağılmış haldedir. Şoförüne “Çabuk toz olalım buradan!” der. Aksilik bu ya, arabayla daha 20 metre gitmeden bu defa da orada gezen bir domuzu ezerler. Bush korkulu gözlerle şoförüne bakar ve “Şimdi adama gidip söyleme sırası sende!” der. Şoför çiftliğe gider. Bush da arabada bekler. 10 dakika, 20 dakika 30 dakika derken…. Şoför bir saat sonra şarkı söyleyerek, gülerek, cepleri para dolu ve kolunda irice bir meyve sepeti ile geri gelir. Bush şaşkın bir halde sorar: “Çiftçiye ne dedin ki bu kadar ikrama boğdu seni?” “Valla ben de anlamadım” der Şoför. “Ben ona sadece şöyle dedim: İyi günler. Ben George Bush’un şoförüyüm. Domuz öldü!”
Günün Sözü
Bir düşmanı bağışlamak, bir dostu bağışlamaktan daha kolaydır.
Dorothee Deluzy