Yabancılaşma

0
117

Kavramın sahibi Hegel, “Ruh, olduğu gibi anlaşılmak ve görülmek ister. Fakat aynı zamanda kendisinin görülmesinden doğan tasavvuru bertaraf etmek ister” diyalektiğinden hareketle, bedenle ruhun yabancılaşması örneği üzerinden tanımlar  yabancılaşmayı..

Hegel’e göre yabancılaşma, “Bir özne olan insanın özsel anlamını yitirmesiyle ya da özünü doğaya aktararak nesneleşen özünden uzaklaşmasıyla yaşanan bir olgudur.. Ve fakat özne, kendini bildiği ve tanıdığı müddetçe bu yabancılaşmadan kurtulabilir. O halde kişinin özünü bulması için önce yabancılaşması ve bu yabancılaşmayı yaşadıktan sonra da kendine dönmesi gerekir.”

Burada sorulabilir: “İyi de insani öz diye nitelenen bir öz var mıdır? Paul Foulquie; “Var oluş, özü gerçeğe çıkaran şeydir” der ve ekler: “Varlıkların bu metafizik ilkesini, konuşmalarımızda da gösteririz. “Ben bir insanım” dediğim zaman; “ben” ve “ım” son eki, bu yeryüzündeki var oluşumu; “insan” da özümü gösterir.” (Varoluşçu Felsefe, Çev. Yakup Şahan, s. 6 Gelişim Y.)

Peki, yalnız “ben bir insanım” demekle kalmak, “insan olmak” anlamına gelir mi? Sanmıyorum.. Çünkü; insan olmak yalnız “kal (söz) değil, hal ehli olmaktır” aynı zamanda.. İnsani özümüzü gerçeğe çıkartan sevgi, barış, kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma, paylaşmayı bir metafizik değer olarak söylemek yetmez, bizatihi fiziki metasal bir değer anlamında “hal” olarak yaşamak gerekir.. Ne diyor halimizin ilmine bir ilmi hal olan nefis nefsi değerlendirme yargısında Hz. Ömer? “İnsanlar; inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar.” Yani? İnandığını yaşamak başka, yaşadığına inanmak ise daha başka..

Afşar Timuçin, Felsefe Sözlüğü’nde, “bireyin yaşamıyla tersleşir duruma düşmesi”  özetiyle ve tam da bu anlamda tanımlar yabancılaşmayı.. Bu bağlamda ben,  insanın kendi özüyle olan düşünsel ve duygusal bağlarının kopması veya kopartılması ya da bu bağları kendisinin kopartması sonrasında içine düştüğü “anlamsızlığa anlam verme” halindeki nihilist “sayıklamalar” yaşantısı olabilir diye düşünüyorum yabancılaşmayı..

Burada sorulabilir; “İyi de peki insan nedir?” Toplumcu hümanist düşünce insanı Gramsci, “İnsan nedir?” diye sorar ve yanıtlar: “Bizi ilgilendiren her insanın ne olduğu değil, her insanın her an ne olmakta olduğudur. Öyleyse insan bir süreçtir ve kesin olarak kendi davranışlarının sürecidir.” (Seçmeler, s.51,  Belge Y.)

İnsan kendi davranışlarının sürecinde ne olduğunu; “emekle ürettiği değerler açığa çıkartır” der, ‘İnsanlaşma Sürecinde Emeğin Rolü’ adlı incelemesinde F.Engels de ve ekler: “İktisatçılar, emek, her türlü zenginliğin kaynağıdır der. Gerçekten, emeğin zenginlik haline çevirdiği materyali (ilk maddeleri) veren doğa ile beraber iş, her türlü zenginliğin kaynağıdır. Fakat emek bundan çok daha büyük başka bir şeydir. O insanlığın ilk koşuludur ve bu nitelik bize insanı yaratan emektir dedirtecek ölçüdedir.”  (s.21, Çev. Murat Şenoğuz, Yorum Y.)

Yabancılaşmayı “insanın özü de dahil her türden değeri bizatihi kendi emeği ile üreten insanın, emeğinin (kapitalist sistem içinde ürettiği tüm değerlerle birlikte) nesneleşmesiyle” açıklar Marks da.. Emeğin ürettiği değerlerin bir başkasının elinde mülkiyete dönüşerek bir sınıf yarattığını ve bu sınıfın da toplumda yabancılaştırmayı oluşturduğu tezini ileri sürer. İnsanları mülkiyetle ilişkilendirir ve bunların arasında (zengin-yoksul, ezen-ezilen vb) bir yabancılaşmanın kaçınılmaz olduğu sonucunu ortaya koyar ve tanımlar: “Yabancılaşma, belli tarihi şartlarda insani ve toplumsal faaliyet ürünlerinin, emeğin, paranın ve sosyal ilişkiler gibi beşeri özellik ve yeteneklerin insanlardan bağımsız olarak onlara hükmeden bir şey haline gelmesidir.”

Kapitalist sistemin, manevi değerleri bile, “kâr” amacıyla metalaştırarak, sevgi, barış, kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma gibi değerler içeren insani özümüzle bağımızı koparttığı, bireycilik, bencillik ve çıkarcılık gibi değersizlikleri değer gibi tüketime sunduğu günümüz modern tüketim toplumlarında insanın kendine ve topluma yabancılaşmaması mümkün mü? Bence mümkün.. Ve fakat bunun için önce; kapitalizmin ‘önce tüketici sonra insan olunur’ değersizliğine yabancılaşmamız, devamında ise ‘emekle değer üretilerek insan olunur” değerine yakınlaşmamız gereğini halimizin ilmine bir ilmi hal yapmamız gerekir diye düşünüyorum.. Hz. Ömer’in, “insanlar inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar” yargısına atıfla, S. Hayri Bolay’a ait yabancılaşma tanımını da bu düşünceme ekliyorum: “Yabancılaşma; bir kimsenin kaybettiği bir takım özelliklerin kendi dışında bir varlıkta bulunduğunu fark etmesiyle kazandığı şuur halidir.”

Selam ve saygılar…                                          ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here