Dondurucu Soğuklardayız

0
70

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Günlerce süren yağmurları, selleri geride bıraktık. Geçtiğimiz hafta ortalarından bu yana alışık olmadığımız dondurucu bir soğukla baş başayız… Kendimize iyi bakmalı, iyi giyinmeliyiz, hasta olmamaya özen göstermeliyiz aslında ama yapıyor muyuz acaba? Kendimize gereken önemi gösteriyor muyuz?

Bugün yine bir Pazartesi sabahına uyandık, yine sendromluyuz. En iyisi güzel bir hikâye okuyalım biraz felsefi takılalım. Sokrates’in ölümünü anlatan, nasıl, ne sebeple yargılanıp öldürüldüğünü anlatan bir hikâye… Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım, bu soğuklarda kendinize dikkat ederek… Yase

& & & & & &

Sokrates’in Mahkemesi ve Cezasının İnfazı

Beşinci yüzyılda Atina’da bir yurttaş veya yurttaşlar grubu başka bir yurttaşa suçlamada bulunabiliyordu. Suçlanan kişi ayağa kalkarak kendi savunmasını yapıyordu. Avukat ya da yargıç yoktu. Çoğunluk tarafından seçilen 500 kişilik jüri kupaların içerisine taş koyarak oy kullanıyordu.

Sparta ile uzun yıllar süren savaşın ardından yaşanan bozulmada günah keçisi aranıyordu. Sokrates’in sürekli sorular sorması üç vatandaşın onun hakkında suçlama yapmasına neden oldu. Gençleri şüpheci yaptığı, kuşak çatışmasına neden olduğu gibi kendisine yöneltilen suçlamaları tek tek çürütmesine karşın…

Yapılan birinci oylama sonucunda 31 oy fark ile suçlu bulundu ve ölüm cezasına çarptırıldı. Sokrates savunmasında ‘suçunun elinden gelenin en iyisini yaparak hizmet etmek olduğunu’ söyledi.

Kendisine birkaç alternatif sunuldu, Atina’yı terk edersen ve asla bir daha geri gelmeyeceğine söz verirsen kendini ölümden kurtarabilirsin (sürgünde yiyecek verilerek masrafları karşılanarak şehrin dışında yaşaması koşulları bulunmaktadır). Ya da Atina’da kalmak istersen konuşmayı bırak ve sessiz ol o zaman biz insanları yaşamana ikna ederiz. Aksi taktirde gün doğarken zehri içmek zorunda kalacaksın dediler.

Sokratesin cevabı; “Zehri yarın ya da bugün, zehir ne zaman hazırsa almaya hazırım ama hakikati söylemekten vazgeçmem. Canlıysam son nefesime kadar söylemeye devam edeceğim. Ve Atina’yı hayatımı kurtarmak için terk edemem. Çünkü o zaman kendimi ölümden korkmuş, ölümden kaçmış, ölümün sorumluluğunu almamış güçsüz birisi olarak hissedeceğim. Ben kendi düşüncelerime, hislerime, varlığıma göre yaşadım; bu şekilde de ölmek isterim.

Ve suçlu hissetmeyin. Kimse benim ölümümden sorumlu değildir, sorumlu benim. Bunun olacağını biliyordum çünkü yalanlara, dolanlara, yanılsamalara dayanarak yaşayan bir toplumda hakikatten bahsetmek ölmeyi istemektir. Ölmem için karar alan şu zavallı insanları suçlamayın. Eğer bundan sorumlu olan birisi varsa o da benim. Ve hepinizin bilmesini istiyorum ki kendi sorumluluğumu alarak yaşadım ve kendi sorumluluğumu alarak ölüyorum. Yaşarken bir bireydim. Ölürken bir bireyim. Benim için kimse karar veremez; kendimle ilgili ben karar veririm.”

İkinci mahkemede büyük çoğunluk kararıyla ölüme çarptırılır Sokrates. Bir dostu; “Ben senin sebepsiz yere ölüme çarptırılmana dayanamıyorum” dediğinde Sokrates dönerek “Rahat ol, dostum, benim suçlu olarak ölüm cezasına çarptırılmamı mı tercih ederdin” demiştir.

Cezanın infaz zamanı gelmişti gün doğmak üzereydi. Mahkemenin vermiş olduğu cezanın zamanı gelmek üzereydi, Sokrates yatakta yatıyor ve zehri verecek adam zehri hazırlıyordu. Zehri hazırlayan adam sürekli vakti erteliyordu, güneş doğmak üzereydi. Sokrates adama sordu; “Zaman geçiyor, güneş doğuyor, bu gecikme neden?”

Adam Sokrates’i seviyordu, onu mahkemede duymuş, içindeki güzelliği görmüştü, tek başına Atina’dan daha zekiydi: Biraz geciktirmek, biraz daha yaşaması için zaman kazandırmak istiyordu.

Sokrates “Tembellik yapma, hadi zehri getir” dedi.

Zehri veren adam “Niçin bu kadar heyecanlısın? Yüzünde öyle bir ışıltı görüyorum ki, gözlerinde öyle bir merak görüyorum ki… Anlamıyor musun? Öleceksin!”

Sokrates: “Bu bilmek istediğim bir şey. Hayatı tanıdım, o güzeldi; Tüm kaygılarıyla, kederleriyle o hala bir keyiftir. Yalnızca nefes almak yeterli bir mutluluktur. Yaşadım, sevdim; canım ne isterse yaptım, içimden ne geldiyse söyledim. Artık ölümü tatmak istiyorum. Ve ne kadar çabuk olursa o kadar iyi.

Ve iki olasılık var: Ya doğulu mistiklerin söylediği gibi ruhum başka şekillerde yaşamaya devam edecek; bedenin yükünden özgür bir şekilde ruhun yolculuğunu sürdürmesi çok büyük bir heyecandır, beden bir kafestir, onun sınırları vardır; ya da belki de, materyalistler haklıdır: Bedenim öldüğünde her şey ölür. Geride kimse kalmaz. Bu da, olmamak da- çok bir heyecandır! Olmanın ne olduğunu biliyorum.

Ve olmamanın ne olduğunu bilme anı geldi. Ve artık olmadığımda sorun nedir? Niçin onla ilgili endişeleneyim? Endişelenmek için burada olmayacağım, o halde ne için vakit kaybedeyim?”

Günün Şiiri

Şiir

Ben de pek hoşlanmıyorum şiirden: çok daha önemli şeyler

olmalı bütün bu zırıltıdan öte.

Ne var ki, insan katıksız bir nefretle okuyunca şiiri,

gene de

gerçeğin bir yeri olduğunu görüyor onda.

Kavrayabilen eller, açabilen

gözler, gerekirse diken diken

olabilen saçlar, öyle şatafatlı yorumlara açık

oldukları için değil, yararlı oldukları için

önemlidirler. Anlaşılmayacak kadar uzaklaşırlarsa

asıllarından.

aynı şey hepimiz için de söylenebilir, anlamadığımız

şeye hayranlık duyamayız, denir: baş aşağı bir

tavana tutunan ya da yiyecek arayan yarasa,

ileri doğru iten filler, başıboş dolaşan bir at,

bir ağacın altında

yorulmadan duran kurt, sinekten huylanan bir at gibi

derisi seğiren oturaklı eleştirmen,

beysbol meraklısı, istatistikçi uzman –

ne de onları apayrı şeyler deyip

‘iş yazışmalarına ve okul kitaplarına’ karşı çıkmak

geçerli bir davranış olur; hepsi önemlidir

bu olguların. Gene de bir ayrım yapmalı insan:

sözde-şairler önem verdiler diye şiir olamaz her şey,

aramızdaki şairler her türlü gözü pekliği

ve saçmalığı aşıp ‘hayal gücünün

harf sektirmeyen titiz bekçileri olmayı üstlenerek

“içlerinde gerçek kurbağalar olan düşsel bahçeleri”

denetimimize sununcaya dek kavuşamayız

şiire.

Bu arada, bir yandan şiirin ham maddesinin tümüyle

ham olması, öte yandan da sahici olmasını

istiyorsanız, o zaman ilgi duyuyorsunuzdur şiire.

Marianne MOORE-Çeviren: Cevat ÇAPAN

Günün Fıkrası

Berber, piyasaya borcundan dolayı son derece umutsuz ve bitkin olan müşterisini tıraş ederken; “Kafana takma” demiş. “Bir adam biliyorum 5 bin dolar borcu vardı, kullandığı aracı dimdik bir uçurumun tam ucuna getirdi, bir saate yakın ayak frende kımıldamadan durdurdu, bu durumun nedenini öğrenip endişeye kapılan vatandaşlar aralarında para topladılar, paraya kavuşup rahatlayan adam taktı geri vitese ve hayata döndü…” Müşteri “-İnanılmaz” demiş, “Kimmiş bu iyi insanlar yahu?” Berber cevaplamış; “Kullandığı otobüsün içindeki vatandaşlar.”

Günün Sözü

En faziletli insan, ruhen yükselmeye çalışan, en mutlu insan da yükseldiğini duyandır.

Ben bilemediğimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım.

Dünyada her şeye değer biçilebilir, ama öğretmenin eserine değer biçilemez. Çünkü, onun eseri her şeydir ve hem de hiçbir şeydir.

Yaptığın iş için mutlaka ödül bekleme. Ödül gönül rahatlığındadır.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here