Sıcak Bir Sabah

0
55

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yoğun bir sıcak var şu an Gazipaşa’da, asfalt eriten cinsten. Çocukluğumuzda gördüğümüz asfaltlar gibi eriyor, üzerine basmadan ilerlemeniz olanaksız bu yüzden parmak ucunda hızlı, hızlı geçiyorsunuz kaldırıma kadar olan mesafeyi. Buna rağmen sandaletiniz ya da ne giymişseniz yapış, yapış siyahlaşıyor. Çocuklar bisikletlerini sürekli mazotla temizlemek zorunda kalıyorlardı bu yüzden. Ancak bizim burada yani şehir dışında sıcağa eşlik eden birde rüzgar var ki sıcak esmediği zaman baya sevimli olabiliyor. Yani otobüs beklemek veya markete gitmek istediğimizde sıcaktan bunalmıyoruz en azından. Ve çamaşırlarımız onun sayesinde çabuk kuruyor (nem çok olduğunda çamaşır ve saç kurutmak baya bir mesele oluyor burada).

Ve yollar geçen yıl dökülen, şimdi iyice ezilmiş olan mucurlarla kaplı. Yani asfalt yok. Bu yüzden  daha rahat sayılabiliriz şehir içine göre. Ancak burada da hemen her gün bir yerler yanar ya da yakılır. Köylüler tarlalarını böyle temizliyorlar. Ve düşünüyorum ki bu rüzgar olmasa biz boğulabilirdik dumandan. Ve yine ne hikmetse  rüzgar ne kadar eserse essin bir yerden bir yere  sıçramıyor  kıvılcımlar gibi… Ve bu sevgili rüzgar hemen her gün sabah saat 9 gibi çıkıyor ve öğleden sonra 2 gibi sanki hiç esmemiş gibi yok oluyor. Hemen hemen her gün böyle oluyor. Bu yüzden eskiden çok sabırsızlanırdım ve kızardım rüzgardan ama şimdilerde onu çok seviyorum. Çünkü onu anlamaya başladığımı düşünüyorum ve o beni düş kırklığına uğratmıyor.

Şu an balkonda oturuyorum panjurlar yarıya kadar kapalı, pancar aralarından güneş ışınları ipileşiyor ıslak saçlarımda sıcaklığını hissediyorum. Ancak bu  sıkıntı vermiyor çünkü rüzgar güneşin etkisini azaltıyor.

Bugün havuzda ikinci yalnız günüm ancak bugün yurt dışından site komşularımız geldi ve havuzda buluştuk. Ve konuşulacak ne varsa birden konuşup bitirdik. İki saatten fazla yüzdüm. En çok  yüzme rekoru bende, kimse kendini yormuyor. Özelikle kulaç atarak yüzmek, ne denizde ne de havuzda öyle düzenli nefes alıp vererek düzenli kulaç atan kimseyi bulamazsınız. Yalnızca serinlemek için havuza giriyorlar sanki. Neyse iyi de oluyor nerdeyse olimpik olan havuzda dilediğim gibi yüzebiliyorum. Ve her zaman yüzmeye zorla gidiyorum. Yani suratsız, isteksiz, uykulu ya da ruhum bedenimden uzak daha bilmem nerelerde geziyorken. Kendimi bıraksam tembelliğin koynuna oh yatacağım öylece ama hayır diyorum kendini koyuvermek yok. Ve buz gibi duştan sonra  buz gibi havuza girince ruhum pat dönüyor gittiği yerden. Ağır başlıyorum ne de olsa daha tam açılamamışım daha sonra yavaş, yavaş mesafeyi artırıp yüzüyorum ve sonra artık tutmayın beni oluyor. Her zaman karar veriyorum bir saat yeter diye ama hiçbir zaman bir saat yetmiyor. Ve bir şey daha dikkatimi çekiyor. Kahvaltısız gidiyorum. Ve hiç acıkmıyorum. Döndükten sonrada çok az yiyebiliyorum (tavsiye edebilirim demiyorum, sakın her bünye değişiktir unutmayın hatta her an değişiktir)

Ve şu an sevgili okuyucularım sıcağın buharını görüyorum karşı dağlarda ve denizin üzerinde… Seraların naylonlarında ve saçlarımda dolaşan rüzgara teşekkür ediyorum.

& & & & &

Aynadaki Aksimiz

O yıl New York’ta kış, Nisan’ın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim.

Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.

Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaşkolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üç çatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum.

Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum. Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti: “Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi. Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim” diye cevap verdim.

Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı. Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandım; çocukken öğrendiğim ´Hoş geldin bahar…´ şarkısıydı.

Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ´Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?´ Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle ´Evet´ dedim.

Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk. Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık.

Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu:´Bilmem farkında mısınız? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey…

O bahar gününü hiç unutmayacağım. Bazen evrende kendimizi en yalnız hissettiğimizde, sıkıntımızı atlatmak ve farklılığımızı ve yalnızlığımızı hafifletmek için Tanrı bize, aynadaki aksimiz gibi bir ikiz gönderir.´

Günün Şiiri

Uluorta

-seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin-
-nazlanırsın ama bir gün gelirsin-

düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı asker miyim neyim ben
ekleyip duruyorum sabahları akşama
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu, hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.

kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.

kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe, benim için dua et:
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
dr. şükrü öncüoğlu’ndan
üç ayda bir reçete.

acıyan bir şeyim ben burdan çok uzaklarda
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl bir şey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.

sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.

yakartop oynayan melekler gördüm güneşle
ve büyük çiftçiler gördüm dağları biçen
yolundaydı herşey, ben bile yolundaydım
ama
kıyıya vardığımda
kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda.

şiirler söyledim belki duyarsın diye
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin
sana seslendim durdum bu küçücük odadan
acımı duy, sensin pusulam benim
ki dünya
silinmiş bir harita
gibi yabancı bana.

sorma,
usulca uzandığında
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.

İbrahim Tenekeci

Günün Sözü

Bir kötülüğü beğenen, onu işleyenden daha kötüdür.

Şemsettin Sami

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here