Nevruz; Baharın Müjdecisi, Özümüzün Tarihi

0
84

Nevruz benim son yıllarda dikkatimi bayağı çekmeye başladı. Baharın gelişini müjdeleyen tarihi ananemiz üzerine birileri sahip çıksın ama kökünün nerden geldiğini unutmadan! Biz kendi özümüze sahip çıkmadığımızdan, kendi kültürümüz olan “Nevruz” sanki kapanın elinde kalıyor.

Nevruz bayramının tarihi çok eski evrensel ve derin geçmişlere dayanır. En yegâne unsuru ise insanla tabiatın bütünlüğünü simgeler. Baharın habercisi “Cemre” olayından sonra doğanın uyanması ile oluşan canlılığın hareketiyle şenliklere dönüşmesi… Tarihi şan ve şerefle süslü kökümüz bugüne münhasır şenlikler günümüze dek gelmiş. Kutlanan bu önemli günün tarihçesini hafifçe araladığımızda; Türklerin göçebe kültürünün esasını oluşturan eski inanç sisteminin bugüne kadar ulaşmış en etkili yansıması şeklinde karşımıza çıkar.

Nevruz’un şimdiki bilinen dinlerin çok daha ötesinde, insanların tabiatla iç içe yaşadığı dönemlere ait bir ayin olduğu, yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu arkeologların bilimsel açıklamalarından anlıyoruz. Bu geleneksel bayram coşkusunun beş-altı bin yıl evvel geçmişinden söz ediliyor. Yaşantıları tabiatla sürekli bağlantısı olan Türkler; her zaman tabiat sırları hakkında bilgi toplayıp ve bu bilgilerini Destanlar, Gelenekler, Ayinler, Efsaneler, Atasözleri gibi özlerini sabit formüllerle nesillerden nesillere aktarmış. On iki hayvanlı takvimlerinden ayları, mevsimleri hatta günün yirmi dört saatini ayrıntıları ile belirlemişler.

Gökyüzü çizimlerine göre yaptıkları yorumlardan da çok gelişmiş doğa tecrübesine ve geniş astroloji bilgilerine sahip olduklarını biliyoruz. Tabiatın kış uykusundan uyanıp yeniden uyandığı günün sabahı; yeni bir yılın ve yeni bir hayatın başlangıcı olarak “yeni yıl” veya “ulu gün” adını verdikleri bu bayram için; gece ve gündüzün eşit olduğu, güneşin koç burcuna girdiği ve iki yarım küreye eşit miktarda ısı ve ışık saçtığını geçmişte ispatlayan Türk kavimleri; bugünü “NEVRUZ” yani “bahar bayramı” olarak seçmeleri hiçte şaşırtıcı olmasa gerek. Ulu günde; Kadın erkek zengin fakir genç yaşlı ve çocuk demeden aynı kazandan yemekler yenir, ateşten atlanır dargınlar barışır. Nevruz Bayramının felsefi temelini oluşmasının sebebi de işte bundan kaynaklanıyor. Türklerin Nevruz kutlamaları sırasında yerine getirdikleri ayinlerin içeriğine baktığımızda, çeşitli Türk boylarının hayatından bu güne kadar muhafaza ettikleri İslam öncesi inançlarının izlerini kolaylıkla görebiliriz. Sonraki hayatlarında İslam, Hıristiyan, Budist inançlarını benimsemelerine rağmen; Türkler uzun zamanlar boyunca tutundukları kültür öğelerini oluşturan o eski inançlarından sıyrılmış sayılamazlar. Halen Türkiye’de ve Türkî Cumhuriyetlerde gözlenen tabiat izleri ile fışkıran bir Dünya anlayışlarını görmek mümkündür.

Kısaca kültür zenginliklerini araladığımızda; giydikleri giyim kuşamın renklerinden biçimlerinden, yaptıkları el işleri motiflerinden, nakışlarından, çaldıkları müziklerin ahenklerinde; Hep tabiatın rengi şekli sesi görülür ve duyulur. Nevruz kutlamaları esnasında yapılan ayin merasimlerinde; İnsanlar tabiatın canlanmasına ve yeniden dirilişine kendini layık bir biçimde hazırlar. Tabiatın kendini yenilemesine paralel olarak, insanlarda kendini yenilemek arınmak temizlenmek arzusunda olurlar. Kırgızlarda ardıç ağacı kutsal ağaç olarak bilinir. Ağacın kabuklarıyla nevruz günü tütsülenirler. Adak niyetine ağaç ve çiçeklere paçavra bez bağlayarak adaklar tutulur. Aynı yaşanan hadiselerin çoğu Anadolu Türkleri yani bizlerde de yaşanmaz mı?

gün ışığı1

Genelde Nevruz gecesi avlularda ulu ateşler yakılır. Çocuk, büyük, kadın, erkek demeden zevkle ve bağrışarak ateş üstünden atlanır. Hatta bazı yörelerimizden “Toros dağlarında” yaşayan gezer-göçer Türkmen kabillerinde bu gelenek ve göreneklerimiz yaşadığı gibi bazı küçükbaş hayvanlar bile ateş üstünden atlatmaya zorlanır.

Eski Türk tarihini çağrıştıran kitaplarda bahsedilen bu konular, çoğu kez dikkatimi çekmişti. Bahsedilen konu ise şöyleydi: Türkler hala ateş kültürünün etkisinde ve geçmiş şaman kültürünün kalıntıları ile ananevi kültürlerini bırakmadıkları gözlenmiştir diye okumuştum. Ateş kültürleri onları fiziki ve ruhsal yönden arındırdığına inanıyorlar. Tabiatın uyandığı nevruz gününde; Bedenlerinde canlarında ve gönüllerinde arınmış şekilde yeni güne merhaba diyorlar. Türk rivayetlerine göre; sara veya herhangi bir kötü hastalığın vücutlarından içeriye girmemesi için ateş etrafında çevirme atlama yaparak kötü ruhların bedenlerine girmediğine inanırlar ve dönme esnasında çanak çömlek kırarlar ve ateşe doğru tükürürlerdi. Bu ve benzer şeyleri hala çoğu şehrimizde yaşarız. Eski Türk rivayetlerde anlatılanlar ise genelde hastalığa yakalananı kurtarmak için yakınları ateşin ve onun etrafında dönerken, hastalığın onun üstünden kendine geçtiğine inanır ve böylelikle dönen kişi yakını için kendini feda ederdi.

Eski Türklerin yaşantıları sürekli tabiata bağlı olduğu için, Nevruz kutlamaları esnasında sergiledikleri geleneksel oyunları, ayinleri, özel yemekleri, dans, ezgi, türkü gibi eğlenceleri, Türklerin tabiatla kaynaşmış kültürünü tüm renkleri ile birer-birer sembolize ederek, ebedileştirmeyi amaçlayan büyük bir senaryonun ustaca günümüze kadar gelen canlandırmasıdır.

Türklerin “ulu gün” adını verdikleri Nevruz gününde; hiçbir şekilde düşmanlık yapılamaz ve bu günde aşırı söylemler dahi günah sayılırdı. Nevruzun milli ve dini sınırları aşan, tarihin derinlerinden bu güne kadar gelebilen evrensel felsefesi, onu doğa ile insanın bütünlüğü, insanların birbirleriyle beraberliğin simgesi olarak, ebediyen yaşatılması üzerine kurulmuş mirasımızdır.

Son olarak söylemek istediğim şey; Bizler kendi kültürümüzü araştırmıyoruz. Özellikle yeni kuşak gençlerimiz tarih sayfalarını karıştırarak biz kimiz ve nerden geldik ve nereye doğru gidiyoruz diye kendilerini sorgulama gerektiğine inanmıyor. Çocukluk ve gençliğimde olduğu gibi ailem ve yakınlarımla birlikte “Nevruz” bayramımızı ölene dek özgürce ailemle birlikte kutlamaya devam edeceğim.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here