Günaydın sevgili okuyucularım nalsısınız bu sabah? ‘Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime’ durumlarındayım bu sabah. Ve devamı içinde… Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime / Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime / Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime.
Bu sabah dilime dolandı bu eşsiz eser çünkü kardeşimi dün uğurladık memleketine, onunla geçen birkaç gün hayatımızın karmaşasından çaldığımız özel ve güzel günlerden bir kaçıydı. Ve onun gidişi yüreğimin en ince teline çok kötü dokunuyor. Ve kendimi müthiş sitemkar algılıyordum ve umutsuz ve dualarımda yalnız ve şarkıyla uyumlu.
Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime / Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime ve ne acı ki yine Perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime (cehalet zulmü sarmış etrafımı, korkarım kendime) durumlarındayım.
“Akıl aslında, yürekte mi gizli?” diye de düşünmeden yapmıyorum. Nasıl bir duygu bu, kimseye etmemek şikayet? Beste sahibi Kemeni Sarkis, nasıl bir ruh durumundaydı acaba? Bu eserini yazarken? İnsan bazen kendini böyle algılayabilir değil mi? Değiştiremediği ve kabullenmediği durumlarla sık-sık karşılaşınca? Değiştiremediği her şeyle birlikte kendini de değiştiremediğinde… Ve bükemediğin eli öpeceksin, felsefesine de inanmadığında da…
“Ve bu duruma düşüren kader, aslında ne kadar zalim?” Ve aslında ne kadar halim? Böyle güzel sözlerin yan yana gelip muhteşem bir eserin ortaya çıkmasına neden olduğu için. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte ayrılıklar her zaman yüreğimizin en ince telini sızlatsa da yine bilelim ki her ayrılık yeniden bir araya gelmek için gereklidir. Yase
& & & & &
Kötülüğü Ört De, İyiliği Öv.
Ey görünmez ruhu şarabın
Kendini tanıtacak bir adın yoksa,
“şeytan” diyelim sana.
Parmağınız ağarmaya görsün
Ağrıya boğar bütün sağlam uzuvlarınızı
Tanrı bana yardım etsin
Kötülüklerden kötülük değil,
Ders çıkartmayı öğretsin.
Şubat Güneşi
Annesini hastanede geçirdiği kalp krizinin ardından, ikincisini, abisinin kırkıncı gününde okunan mevlidin son duasında “ölülerimize rahmet” diyerek abisinin adını andıkları anda geçirmişti. Birincisinden daha büyük bir krizdi. Zeynep bir an ne yapacağını şaşırmış korkudan adeta felç olmuştu. Ancak bir saniye sürmüştü bu durum, hemen kendini toparlamış yapılması gerekenleri yapmıştı, elinden gelenden daha kısa bir zamanda. Şansı yaver gitmişti. Konuklar arasında aile doktorları da vardı hemen müdahale edip annesini başka bir odaya taşımışlardı. Ancak Zeynep ölümün nasıl geldiğini ikinci kez görüyordu. Abisinin son sözleri “korkma” olmuştu. Annesi de “korkma” diyordu şimdi. Ama o kadar kolay değil korkuyordu işte hem de çok. On yedi yaşında lise öğrencisiydi nihayet, onun yaşındakiler doğuda çoktan evlenip çoluk çocuğa karışmış olabilirdi ama o daha çocukluğunu üzerinden atamamış hayatın abus yüzü ile karşılaşmamıştı, çocukluk korkularını ve kekliğinin ölümünü saymasak. Çocukluğun karabasanı olan şeyler şimdi abisinin ölümü ve annesin hastalığının yanında anılmazdı bile.
Abisi çocukluğunun kahramanıydı. Okuma yazmayı okula gitmeden o öğretmişti. “Bülbülü öldürmek” adlı muhteşem kitabı ikisi birlikte okumuştu. Kitabın kahramanlarına benzetirlerdi kendilerini ve yaşadıkları olayları. Çocukluktan çıkıp ergenlik sorunlarını yaşadığında abisi yanındaydı. Onu bir yerde annesinin yerine koymuştu. Her ay gelip üç beş gün süren kanamalarında dizlerindeki kasıklarındaki o künt ağrıları abisinin hazırladığı nane limon kimyon karışımı sıcak çayları sayesinde geçiriyordu. Sessizdi çoğu zaman Zeynep. Acı çektiğini kimse görsün istemezdi. Abisi onu çok iyi tanıyordu. Ve bu yüzden ona aşırı bir şefkat ve sevgi gösteriyordu. Annesinin babasının vermediği her şeyi Zeynep abisinde buluyordu. Annesi nerdeyse bir yıl sonra öğrenmişti her ay gelen ve hayatının yeni karabasanı olan şeyi. İlgisiz değildi annesi ama iki kardeşe çok güveniyordu. Eve geldiğinde ikisini de ders çalışır ya da kitap okur görünce içi sevgiyle kabarırdı. Ayrımındaydı eksikliğinin ama elinden gelen buydu. Ancak tatil günlerinde onları şımartmak isterdi ama ikisi de o kadar ağır başlı ve şımarıklıktan uzaktı ki o da onlara uymakta bulurdu selameti. Sevdikleri yemekleri yapmakta falan…
Yardımcıları vardı her zaman. Temizliği yapan, etrafı toparlayan ancak Zeynep mutfağa girmeye başladıktan sonra yardımcıyı mutfağa sokmaz olmuştu. On iki yaşında yemek yapmaya başlamıştı. Hafta sonu annesini izleyerek hafta içinde de abisinden görerek televizyondaki yemek programlarından falan. Abisi ile yeni yemeklerde icat ediyorlardı çoğu zaman hem değişik hem güzel yemek yapmayı öğrenmişti. Yemek yapmayı yemek yemekten daha çok seviyordu deyim yerinde ise. Kendini sürekli bilinçsizce acılıkla terbiye etmesine rağmen iştahlıydı aslında. Buna rağmen bazen üç gün bazen günlerce yalnız kahvaltının dışında ağzına bir şey koymadığı olurdu. Unuturdu yemek yemeyi. Ya bir kitaba dalmıştır ya da canı sıkkındır, kendisi yemek yerken şu an aç olanlar düşerdi aklına bazen ya da aylık sancıları vardır belini dizlerini kıran utanmasa kıvır, kıvır kıvrandıran sancılar… Onlarda kusmayla gelirdi çoğu zaman. Sonra aniden açlığın ayrımında olurdu ve yumulurdu yemeklere ne bulduysa iki dakika da midesine indirirdi. Aniden inen bunca kalabalık zavallı midesini çok yorardı. Ve başlardı derinden derine bulanmaya sonra canından can çıkıyormuş gibi iki büklüm kıvranarak yediklerini çıkarırdı. O zaman abisi sırtını ovalar ve ona kızardı, “Bu kadar yersen olacağı buydu” diye. Zeynep kusmaktan çok korkardı aslında çünkü bütün vücudu allak bulak oluyordu o zaman. Ve kendini çok yorgun algılardı. Ama gelin görün ki yemek olayını bir türlü düzene sokamadığından ve sık-sık üşüttüğünden dolayı kusmaya uzun zaman devam etti. Kocaman bir kız olunca bile.
Midesinden sık-sık binlerce kez özür dilerdi onu üzdüğü, hasta ettiği için. Sonunda abisi ile yogayı keşfettiler. Yoga yapmaya başlamışlardı büyük salonda abisi ile kitaba bakarak. “Birkaç hareket ve nefes alma tekniği bana yeter” demişti “öyle saatlerce oturup “hım hım” yapmam” Ağabeysi de ona çok kızmıştı o zaman. “Önemli olan felsefesini kavraman” demişti. İçinden “bir felsefesi eksikti” diye çemkirmişti içinden. Ama gerçekten başlamıştı. Ancak daha 14 yaşındaydı ve felsefe dahil hiçbir şeye esir olmamaya kararlıydı. Sorgulayıcı ve araştırıcı bir yapısı vardı. İnancını bile sorgulamadan uzun, uzun kabul etmemişti. Sormuş okumuş araştırmış dört kitabı birden okumuştu sabahlara dek oturarak. Annesi gece kalktığında onu babasının odasının en gözden uzak köşesinde okurken bulurdu. “Aynı babası” derdi “O da sabahlardı kitapların başında…” Arkası Yarın
Günün Şiiri
Sevgi Bazı Düzenlerde
Sevgi bazı düzenlerde
bir kınalı kekliktir
uçar iken kanadından vurulur
Gelir gider bir sevda ağlar gecede…
Kin öyle bir kasırga gibi eser
ki rüzgârında çocuk yapraklar
ve yontuların saçları bile savrulur
Gider gelir bir çaylak ağlar gecede…
Barış bir şarkılı gençliktir
bazı dönemlerde tam alnından vurulur
gül yürekler göğüs-kafeste çürütülür
Gider gelir bir umut ağlar gecede…
Umutlar kavgalarda omuz omuzadır
durmadan gerilir bir çelik şarkı teli
durmadan şafağın vaktine saat kurulur
Gider gelir bir şarkı ağlar gecede…
Sevgi bazı düzenlerde
bir yaralı kekliktir
uçar iken kanadından vurulur
Gider gelir bir yürek ağlar gecede…
Durmadan şafağın vaktinde saat kurulur
hiç kuşkun olmasın kınalı keklik
hiç kuşkun olmasın yaralı gençlik
Her şeyin hesabı bir gün sorulur…
Fikret DEMİRAĞ
Günün Fıkrası
Çaycı
Adam iş hanındaki çaycıya sorar. “Bir günde kaç demlik satıyorsun?” Çaycı; “Aşağı yukarı on demlik satarım.” “On beş demlik satmak ister misin?” Çaycı; “Tabi” “Öyleyse bardakları tam doldur.”
Ruj İzi
Bir kız yurdunda şöyle bir sorun yaşanmaktadır: Kızlar, sabah dudaklarına ruj sürdükten sonra aynayı öperek dudak izi bırakmaktadırlar, bunların temizlenmesi sorun olmaktadır. Yurdun müdürü bir gün yurtta kalan kızları ve tuvaletleri temizleyen hademeyi tuvalete toplar. Kızlara yönelik şöyle bir konuşma yapar: “Bazılarınız dudaklarına ruj sürdükten sonra aynaları öperek dudak izi bırakıyorlar. Hadememiz bunları temizlerken çok zorlanıyor. Şimdi ne kadar zorlandığını hep beraber izleyelim” der. Bir işareti ile hademe fırçasını klozetlerden birine daldırıp aynayı temizlemeye başlar. O günden sonra aynalarda bir daha dudak izine rastlanmaz.
Günün Sözü
Beş şeyden önce beş şeyi ganimet biliniz
-İhtiyarlık gelmeden gençliği,
-Hastalık gelmeden sağlığı,
-Fakirlik gelmeden zenginliği,
-Meşguliyet gelmeden zamanı,
-Ölüm gelmeden ömrü
Hz. Muhammed