Karma Karışık Durumlardayız…

0
55

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan ayında, rahmet için açılan bütün kapıları şiddetle çarparak birbirini haksız yere öldürmeye, camileri  kutsal  sayılan mekânları yok etmeye devam ediyor; kendini ne sanıyorsa bu  gafil  yaratıklar. Onları bir din, ya da inanca ya da insanlık kategorisine doğrusu sığdıramıyorum. Hayvan da olamazlar haşa tenzih ederim hayvanları çünkü onlar iç güdüleri ile yaşarlar. Ve tabiatların gereğini yaparlar. Ama bunlar  sözde inançları  için acımasızıca haksız yere adını beğenmedin kellesini uçur, sonrada top yap oyna hangi hayvan bunu yapar ya da yaptığı görülmüştür. Hangi inançta, hangi mezhepte, hangi dinde bu  vahşet yazar!!! Diğer tarafta da İsrail Filistin’i acımasızca bombalıyor, Suriye’den kaçanların haddi hesabı yok. Irak’ta Türkmenler inim, inim inliyor kaçak yer arıyor! Kısacası Ortadoğu sanki cehennem batağı… Bu ateş batağında debelenenler arasında kazanan taraf olmaz hiçbir zaman ama. Silah sektörü amacına ulaşır her zaman. Onları uzaktan kumanda ile yönlenirken bir taraftan da ellerini zevkle ovuşturarak ceplerini şişirirler. Bunu herkes bilir. Buna rağmen önüne sürülen ekmeğe her defasında bol, bol tereyağı sürerek onlara yardımcı olurlar.

Ve bizler önümüzde cehennem ateşi cayır, cayır yanıyorken, dinin adı kuralı var, kendi yok artık durumları karşısında değerlerime sahip çıkmaya çalışırken bile tek kelime ile huzursuzluktan kıvranmaktan başka bir şey yapmıyoruz ne orucun mistikliğine bırakabiliyoruz kendimizi ne de yapmak istediğimiz şeyleri yapabiliyoruz. Elimiz kolumuz bağlı öylece duruyoruz. Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Adayların konuşmalarını ve artık alışkanlık haline gelmiş olan yakışıksız benzetmelerini yazıklanarak izliyoruz. Alışık olduğumuz diyoruz ama aslında hiç alışamadığımız her defasında “bu kadar da değil yani” dediğimiz. Ve bu çalışmalar kesinlikle adil şartlarda geçmiyor üstelik. Ne kadar yazık oldu ne kadar?

Ve her şeyin dışında olimpiyat oyunları hız kesmeden devam ediyor. Geçen gün Brezilya’nın Almanya’ya yenilmesinin şokunu yaşıyoruz hala. Bu günlerde gecenin geç saatlerine dek uzayan olimpiyat oyunlarını izlemekle soluklanıyoruz sadece. Onda da ister istemez  üzülüyoruz yani bendeniz çok üzülüyorum herkes berabere kalsın istiyorum. Kaybedenlerin mahzun, gözleri yaşlı duruşu çok canımı acıtıyor çünkü.

Ve sevgili okuyucularım ne yazık ki zaten çöle benzeyen Gazipaşa bu günlerde  çöl durumları daha da büyümüş. Sarı su deresi var hemen yanı başımızda. Etrafı ağaçlarla çevrilmiş insanların piknik yaptığı bir alan. Geldiğimizde ilk gözümüze çarpan derenin kenarındaki ağaçların kesilmiş olması. İnanılmaz bir şey insan resmen çıldırabilir. Dere yatağını genişletmekmiş amaç inanılır gibi değil. Alt tarafta olanları al ama yukarıdakilerden ne istiyorsunuz? Deniz yolundaki ağaçlarda kesilmiş. Tam evin önündeki ağaçlarda dibinden budanmış. Valla deli olmak işten bile değil. Cehennem ateşi her taraftan sıcak dilini uzatmış dokunduğumuz her şeyi yalayıp yutuyor. Her şeye rağmen, gülmek istiyoruz mutlu olmak ama gel de şimdi karabatak gibi kafanı kuma göm ve çıkma artık durumları yaşıyoruz.

Ve sevgili okuyucularım ne yazık ki yazım bugün neşeli değil çünkü neşeli olabilmek için bu ortamda sanırım azıcık embesil olmam gerek diye düşünüyorum. Ancak  yinede  sağlıklı bir nefes almak ve terlediğimizde duş almak için ılık  su bulabileceğimizi bilmek bile, onlardan yoksul olanları  düşününce ama çok önem kazanıyor. Ve  mutlu olmak için bir neden olduklarını düşünüyorum ve şükretmek gerektiğini.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte diyorum. Her şeye inat… Ve şimdi  çöl olan  şehre inip yazımı göndermek zorundayım modemim daha gelmedi çünkü. Yase

& & & & &

Üç Suâl ve Bir Cevap

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî’ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;  “Sorun!” buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.

Sormaya başladı: “Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım.” Şems-i Tebrîzî hazretleri;  “Öbür sorunu da sor!” bulurdu.  O; “Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?” dedi.  Şems-i Tebrîzî; “Peki öbürünü de sor!” buyurdu.

O; “Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!” dedi.

Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve; “Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu.” dedi. Şems-i Tebrîzî;  “Ben de sâdece cevap verdim.” buyurdu.  Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: “Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim.”

O kimse şaşırarak; “Ağrıyor ama gösteremem.” dedi. Şems-i Tebrîzî; “İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; “Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz.” dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hakaranmasın?” buyurdu.

Şubat Güneşi

İskenderun da abisi ile çalışabileceğini düşünmüştü ama Zeynep İstanbul’a dönmek zorunda olduğu için O da eski mesleğine -sanat tarihi öğretmenliğine- geri dönmüştü. Okul çıkışı buluşup Ahmet’in evine gidiyorlardı. Zeynep dışarıda yemek yemekten hoşlanmıyordu. Mutfağa girip bir saatte sofrayı donatabiliyordu. Ahmet ona yardım ediyordu ama Zeynep onu rahatsız ettiği için çoğunlukla mutfakta istemiyordu. Yemekten sonra Zeynep kahve bile içmeden hemen beni eve bırak diyordu Ahmet’e. Çünkü çok uykum geldi. Ahmet hiç itiraz etmeden nişanlısını evine bırakıyor. Yukarı onunla çıkıyor kapıyı açıp içeri bir göz gezdirip sonrada kapı önünde kızı kucaklayıp yüreğine sokmak istercesine sıkarak defalarca öpüyor sonra çabucak dönüp gidiyor.

Zeynep  Ahmet’e  İskenderun’da  “beni eve  bırak” dediği zaman onu bu kadar sevdiğini ve özleyeceğini bilmiyordu. Ahmet’in ise yüreği parçalanıyordu. Kapı önünde kıza sarılmış bir türlü bırakmak  istememişti ancak Zeynep onu evden içeri bile almamıştı, kapı önünde vedalaşıp ayrılmışlardı. Zeynep eve girer girmez ilk geldiği gibi kendini koltuğa  yüzü koyun atmış  hemen, yine derin bir uykuya dalmıştı. Sabah uyandığında her tarafı ağrıyordu. Tabi yüreği de. Üç gün  beynini ve yüreğini özlemediğine ve ağrı çekmediğine inandırmak için kendini zorladı. Ahmet’in telefonlarına yanıt vermedi. Kapıyı açmadı korkuyordu aslında sevmekten, aşık olmaktan “kime dokunsam ona zarar veriyorum” diyordu kendine. Ancak o kadar ağrı  çekiyordu ki  sonunda aşık olduğunu  kendi,  kendine itiraf etmek zorunda kaldı. Ve bunu kendine itiraf etmesi ile kendini merdivenlere atması bir olmuştu, üstüne bir şey almamıştı saat kaçtı bilmiyordu ama gecenin bir yarısı gibiydi. Ahmetlerin evine koşarak gitmiş merdivenleri tırmanarak çıkmış kapıyı hızlı hızı çalmıştı. Ahmet üzerinde eşofmanları, sakalları uzamış saçları dağınık ve sinirli bir halde kapıyı açmıştı. Karşısında Zeynep üzerinde ince kırmızı yün bir elbise, saçları dağılmış  üç günde, hemen, hemen bir şey yemediğinden süzülmüş gözleri büyümüş  yüzü sırf göz kalmış  gibi  deli gibi parlıyordu. Ahmet onu görünce ne diyeceğini bilememişti. Zeynep bir an durduktan sonra aniden Ahmet’in kucağına sıçramış boynuna sımsıkı boğacak gibi sarılmıştı. “hey ne oluyoruz” demişti Ahmet arkaya kaykılırken.”Sana aşığım ben” diye bağırıyordu Zeynep üç gündür ağzından çıkmayan çifte kavrulmuş lokumlaşmış sesi ile. Saçlarına gömmüştü yüzünü Ahmet kokusunu inanmazlıkla hasretle içine çekmişti. Gözleri dolmuştu.   Zeynep o gece orada kaldı. Çünkü  anahtarını almadan çıkmıştı!

Geceyi izleyen günlerde olaylar hızla gelmişti. Zeynep’in teyzesi ve Yusuf’u Ahmet’in annesi davet etmişti. Aile arasında sıcak bir hava ile Zeynep’le Ahmet resmen nişanlanmışlardı.

Ahmet elini kızın beline sarmış  hızlı, hızlı giderlerken. “Haftaya bugün evli olacağız heyecanlı mısın” dedi.  Kız sevdayla, mutlulukla Ahmet’e bakarak “çok” dedi. “Çok.” Son

Yazan: Yase Tümkaya–2014

Günün Sözü

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

Mevlana

Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here