Huzursuzluğun Kara Hantal Kanatları…

0
62

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu yazı geçen yılın Aralık ayında yazıldı. Ama güncelliğini yitirmedi bence. Yeniden paylaşalım istedim. Yeri ve zamanı gelmişken bugün…

Sayfamda öykü görünce hemen duyuyorsunuzdur artık “bugün yazacak mecalim yok” dediğimi. Yanılıyor muyum yoksa?

Neyse,  nefes almak gibi bir şey yazı yazmak çok zaman benim için. Yazmadığımda gerçekten nefesim tıkanmış oluyor. Ve soluk almadan öylece susuyorum. Yağmur gibi yağarken üzerime sorular ve sorular ve sorular ve kuşatırken üzerimi huzursuzluğun ağır hantal kara kanatları.

 Susmak,  gelince yamacıma  sığınırım  kollarına. Çocukluğumda da sığınırdım ona büyüme sancıları çektiğimde de, üzerimi kuşatınca huzursuzluğunun ağır hantal kanatları da.

 Bazılarını korkutur suskunluğum. Bazılarını tek kelime ile çıldırtır. Bazılarını düşündürür, meraklandırır nedenleri. Ama susmak gelince yamacıma, ne korkanı takarım  kafaya ne öfkeden çıldıranı, ne meraklının derdini. Yalnızca yumuşak, beyaz  kolları ile sararken beni sımsıkı, kuş uçmaz kervan geçmez bir vadide. O söyler ben dinlerim. Gözlerim vadinin cennet köşelerinde, çağlayan sular, gümrah yeşiller arasında dolaşır. Sesim çıkmaz o konuşunca…

Kara hantal kanatlı huzursuzluk varamaz bize o zaman. Öyle bir zırh öreriz, öyle bir set çekeriz ki aramıza, büyük  İskender’in (zül kırneyn) heccüç ve meccuc için çektiği set  hafif kalır yanında. Ve o suskunlukla iç içe yaşayarak geçerken günler, durur zaman! Ayla Kutlu “zamanda eskir” demiş. Kitabının adı bu… Ben diyorum ki zaman durur. Yaşandığı yerde hiç bozulmadan hiç eskimeden… Ve her anı saklıdır zamanın,  hafızanın hazine dairesinde.  Hiçbir yere kaçamaz her zamanın yaşanmışlıkları. Ve susmakla geçen zaman, geçtiği dilimdedir artık. Ne geride, ne ilerde ne şimdide…

Ve Susmak her zaman yamacımda dolanır, hantal kanatlı huzursuzluk, uysal bir uşak  gibi yalnızlık ve yumuşak bir battaniye gibi hüzün ile. Ve her zaman  başımın üzerinde dolanır, duygularımın nahif sesi, mantığımın aristokrat zarif hayaleti.

& & & & &

Ve bazı insanlar  her defasında bana rahmetli İsmail  Cem’i anımsatır. Sanırım ömrümde Atatürk ve annemden sonra en çok rahmet gönderdiğim insan İsmail Cem’dir. Çünkü o, önce üslup derdi her zaman.  Ve ben bu “üslup” konusunda çok dertliyim.  Belki sürekli susma beyefendisi ile kurduğum yakınlık bu yüzden besleniyor. Bu günlerde çevremde,  haldır hurdurdan vazgeçtim, resmen saldırgan konuşan ve taciz edercesine davranan insanlar dolanıyor. O kadar şaşırıyorum ki o dillere destan olan hoşgörüm, sükûnetim, buhar olup  uçuyor. Huzursuzluk kanatlarını hemen açıyor  üzerime ama her şeye rağmen nerden başını uzatıp önüme dikildiğini anlayamadığım sağduyu “dur” diye emrediyor. Ve  boyun eğiyorum anında. Eğer o dikilmese karşıma, öyle bir gürleyip coşarım ki, Nuh tufanı hafif kalır yanında. Önce üslup diyen İsmail Cem  bile  mezarında  şaşırdı öfkemden kızgınlığımdan. Ve emredince sağduyu “dur” diye. Susmaya sarılmak kaçınılmaz olur tabi. Ve semirilmiş şişmanlamış buluyorum onu her defasında. Kollarına atılırken. Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman birlik ve berberlikle bütün ayrım gayrımlara inat. Yase

& & & & & &

Herkese Sevgi

Vietnam’da savaştıktan sonra sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkında bir hikâye anlatılır. San Francisco’dan ailesini aradı.

“-Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.”

“-Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz” diye cevapladılar…

Oğulları; “-Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti. Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.”

“-Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.”

“-Hayır. Anne, baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum.”

“-Oğlum, dedi babası, bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır. Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco’ya uçtular ve Oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler: Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.

Bu hikâyedeki aile de birçoğumuz gibi. Güzel olan ya da birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay ama bize rahatsızlık veren ya da yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevmiyoruz. Bizim kadar sağlıklı, Güzel ya da akıllı olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyoruz. Neyse ki, bize bu şekilde davranmayan biri var. Biz ne kadar bozulmuş olursak olalım, bizi sonsuz ailesinin yanına çağıran şartsız sevgiyle seven biri. Bu gece, uyumadan önce, insanları olduğu gibi kabul edebilmemiz ve bizden farklı olanlara karşı daha anlayışlı olabilmemiz için gereken gücü vermesi için Allah’a kısa bir dua edelim.

Günün Şiiri

DİLERİM

Seni ayakta tutmaya yetecek kadar

Güzelliklerle dolu bir yasam sürmeni dilerim,

Aydınlık bir bakış açışına sahip olmana
Yetecek kadar güneş diliyorum.

Güneşi daha çok sevmene
Yetecek kadar yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmana yetecek kadar
Mutluluk diliyorum.

Yasamdaki en küçük zevklerin

daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar
Kazanç diliyorum.

Sahip olduğun her şeyi takdir etmene
Yetecek kadar kayıp diliyorum.
Son elveda’yı  atlatmana yetecek kadar
‘Merhaba’ diliyorum.

Bir Aborjin Duası

Günün Fıkrası

Bizim Evimiz Pek Dar

Adamın biri gitmiş Hoca’ya “Yahu hocam bizim ev pek dar, sığamıyoruz bir türlü, ama büyük eve de paramız yetmiyor, ne yapayım?” diye sormuş.

Hoca bu abuk soru karşısında ne desin, kafasını karıştırmış biraz, düşünür gibi yapmış sonra da “Senin tavukların vardı değil mi?” diye sormuş.

Adam “Var” deyince “İyi o zaman, şimdi onları da eve al” demiş.

Aradan biraz zaman geçmiş, adam yine gelmiş hocanın karşısına “Hocam ev iyice daraldı, şimdi ne yapayım?” diye sormuş. Hoca da “Senin kazların da vardı, onları da eve al” diye akıl vermiş.

Bir süre sonra adam yine Hoca’nın kapısında. “Olmuyor be hocam, eve hiç sığamıyoruz şimdi” deyince “Merak etme, iki koyunun vardı diye biliyorum, onları da eve sok” demiş.

Adam hoca ne derse yapıyor.

Aradan biraz daha zaman geçmiş. Adam çıkmış Hoca’nın karşısına yine “Sorun bitmiyor Hocam, bana başka akıl” demiş. Hoca da “Sen inekle öküzünü de eve bir sok bakalım” demiş adama.

Üç gün sonra adam yana yakıla Hoca’nın kapısına dayanmış. “Aman Hocam, ne desen olmuyor. Artık evin içinde yürüyemez, yatağımıza yatamaz olduk. Ne oldu senin akıllarına” diye serzenişte bulununca Hoca “Tamam, tamam” diye itelemiş adamı.

“Şimdi bu geceyi de geçir, yarın sabah erkenden tavukları da, kazları da, koyunları da inekle öküzü de çıkar evden.”

Adam ertesi gün elinde bir tepsi baklava ile gelmiş Hoca’nın karşısına, “Ey Hocam” diye başlamış; “Sen büyük adamsın, sen ne büyük alimsin, sen büyük bilgesin. Meğer benim evim ne kadar ferahmış da haberim yok. Allah seni başımızdan eksik etmesin.”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here