Hayat Sürprizlerle Dolu…

0
73

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dünden güzeldir inşallah sabahınız ve gününüz.. Benim için “evet” dünden güzel. Bunu söyleyebilmekte çok güzel…  Biraz zor uyanmış olmama rağmen (Bu günlerde havalardan dolayı sabah uyanmak güçleşti sanki öğleden sonrada öyle bir yarım saatçik ya da on beş dakikacık kestirmekte gerekiyor gibi  oldu!) Neyse  zorda olsa, her zamanki gibi  fırlayarak kalkıyoruz yataktan, yine bir yanlış yaparak sağlık konusunda. (biliyorsunuz öyle yataktan fırlayarak kalkmak çok zararlı olabilir bazen.)

Ve hayat her saniye sürprizler hazırlıyor size, bir an salya sümük ağlıyorsunuz, dünyanın sonu gelmiş gibi  ve salya sümük arasında umutsuzluğun karanlıklarında dolaşırken yinede bir ışık bulanık sokuluyor yanınıza hiç utanmadan, ona yüz vermek istemiyorsunuz çünkü acımak kendinize çok rahat geliyor ve ağlamamın keyfine devam etmek istiyorsunuz. Oysa o sizi kendine acıma rahatlığından alıp, kendinize iyilik etme kapısına doğru çekmeye çalıyor. Ve sizden izin istemeden çekiştirip duruyor eteğinizi. Onu kovmak isterken, salya sümük ikilisi bir anda ona boyun eğiyor sanki hükümdarmış gibi. Sonra yaşlar kuruyor, salya sümük kuruyor hiç yaşanmamış gibi.  Sarı bulanık ışık sizi alıp, eski  bir tahta kapının önüne çekiyor, belinden ağır anahtarlığı çıkarıp içinden uzun bir  anahtar seçip sokuyor yıpranmış boyaları dökülmüş anahtar deliğine. Cızırtılarla açılıyor kapı ve o an gözleriniz kamaşırken aydınlıktan, içinize ışık doluyor. Bu ışık tanıdığınız bir ışık. Paylaşım ışığı ve yapmamız gerekenleri biliyorsunuz. (Onlardan söz etmek ayıp…) Ve yapmaya başlıyorsunuz hemen, hemen güne ve geceye dek sürüyor işiniz.

Ve işte hayat bazen böyle ayrıntılarda gizliyor mutlukları. En mutsuz ve umutsuz olduğunuz anda. İzin vermiyor yeis (üzüntü, içe dönüklük) içinde sarıp solmanıza. Bir ayrıcalık diye düşünüyorum bunu ve bu ödülünden dolayı teşekkür ediyorum yaşamakta olduğum hayata. Ve hayat, her zaman bana böyle ödüller sunuyor çok şükür. Çünkü sarı bile olsa ışık karanlıktan sızan, onu değerlendirmek, yoklamak, aramak isterim. Bilirim ki hayatın sürprizleri hiç bitmez, yalnızca gören gözler ve günler olsun. Ve bir günün güzelliği ertesi güne de yansır ki bu sabah dünden sabahtan güzel diyebiliyoruz.

Ve sevgili okuyucularım biliyorum ki herkesin hayatı ona böyle güzel sürprizler hazırlamakla uğraşıyor her zaman. Yalnızca yaşamayı bilelim.

& & & & &

AĞAÇLARIM

Portakal, limon (hem de yedi veren) ve nar üçlüsü  benim güzel ağaçlarım, çiçeklenemeye başladı. Geldiğimde nar ağacım kurumuştu. Allah’tan onu çıkarıp atmamışlar. Hemen toprağını değiştirdim, saksını düzenledim şimdi incecik, incecik yapraklanıyor. Gözümün önünde bir mucize şekilleniyor. Kupkuru dallar nasıl yeşilleniyor nasıl hayat buluyor yeniden, aynan kutsal kitapta anlatıldığı gibi. Görüyorum.

Çocukluğumuz bağ bahçe içinde, hayvanlarımızla geçtiği için olsa gerek hep toprak sevgisi, ağaç ve  hayvan sevgisi ile yaşadık. Yaşıyoruz ve yaşayacağız Allah isterse.

Geçen yıl “neden terasta yetiştirmeyim” demiştim “limon ağacı?” ve fikir aklıma düşer düşmez geceye açılan bir saatte arkadaşımı apar topar ziraat bahçesine götürüp karanlıkta bir limon ağacı almıştım hem de “yedi veren mi olsun?” diye sorduğunda satıcı sevinçten çıldıracak gibi olmuştum sizde anımsayacaksınız anlatmıştım zaten. Sonra iki ağaç daha aldık. Ve ben ağaçlarımla ilgilenecek fırsat bulamadan kalkıp gittim. Aklım ağaçlarımda kaldı. Kapıcıya sıkı, sıkı tembihledim sularını eksiltmesin diye. Ancak sağ olsun  benden önce gelen abim   onlara toprak almış budamış  bile. Geldiğimde portakal ağacım çiçek açmıştı  ama nar ağacını atmışlardı bir kenara çok üzülmüştüm ve yeni bir ağaç almayı düşünüyordum ki toprağını değiştirip beklemek istedim ve mucize gerçekleşti. Şimdi üçü sakin, küçük ve çok vakur bir şekilde her sabah benim onları sevip okşamamı ve güzel dileklerde bulunmamı bekleyerek büyüyorlar. Benimde içim onların sayesinde cıvıl, cıvıl oluyor. Şimdi çıkan rüzgarın çiçekleri yolmasından korkuyorum. Ne de olsa bu havaların özelliği erken açan badem, portakal, limon çiçeklerini yolmak, ağaçları eğip büküp incitmek. Niyeti bu değil tabi. Ancak doğası bu… Sağlam duran ne eğilir ne bükülür ne de çiçeklerini döker.  Acaba ağaçlarımı içeri alırsam zayıflıklarını görmemek için doğru bir şey yapmış olur muyum? Yoksa rüzgarın sınavından geçsinler mi? Sanırım sınavdan geçmeleri gerekiyor onları çok seviyorum ama sınavdan geçmeleri gerekiyor diğer bütün dünyada yaşayan çanlılar gibi değil mi? Onları aşırı korumaya almayacağım. Ne de olsa onlar açık havada yaşayan canlılar ve yapıları bu şekilde doğalarına aykırı olmadan gelişsin.  İçim sızlıyor ama olması gereken bu.

VE YURTTA SULH CİHANDA SULH…

Ve sevgili okuyucularım ağaç hayat demektir.  Can demektir Mutluluk demektir. Onları koruyalım, kesmeyelim, incitmeyelim. İncitenleri uyaralım.

Yeri gelmişken  geçenlerde sinema dönüşü yürüyorduk sahilde. Saat ileri bir saat ve o saatte çocuklar  sokakta ve elinde nerden buldukları belli olmayan sopalar kaldırım kenarındaki ağaçları dövüyorlar. Aileleri çay bahçesinde oturmuş mülteci oldukları belli  kılık kıyafetlerinden, ağızlarını açıp bir şey söylemiyorlar çocuklarına. Kan beynimize yürüdü adeta. “Çocuklar yapmayın” dedik, dinleyen olmadı anlamadılar zahar el kol işareti ile anlatmaya çalıştık olmadı. Arkadaşım daha yaşı ancak beşi bulan çocukların arasına dalıp ellerinden sopaları almak zorunda kaldı. Aileler umarsız. Çocuklar o saatte çoktan yatakta olmalıydı oysa ve çevreye zarar  vermemeleri gerektiği onlara anlatılmış olmalıydı… Ya çay bahçesi çalışanlarına ne demeli. Gerçi o saatte onlarda yorgunluktan önlerini göremez olmuşlardır ya.

Neyse mülteci demişken… Kimse vatanından uzak kalmasın dilerim ama vatan annedir bence onu bırakıp kaçmak ve yabancı bir ülkede el açmak??? Bilmiyorum!!! Allah kimseye vermesin derken aslında Allah’ın vermediğini  ama  kulların bunu  çağırdığını sanıyorum ya…

Ve madem gelmişler kapımız açık ancak onlarda misafir olduklarını unutmamalılar diye düşünüyorum. Arkadaşımda oturuyoruz, dalıyorlar içeri müşteri var, kimsenin umurunda değil. “Ben Suriyeli” diyerek  avuçlarını açıyorlar, sokakta öyle, bir yerde oturuyorsunuz sahilde öyle. Biz sokaklarımızı mendil satıcılarından kurtarmaya çalışırken şimdi  dilencilerimiz türedi. Bir şey vermediğinizde inat ediyorlar. Arkanızdan geliyorlar. Valla gel de büyük Türk  Atatürk’ün dediği gibi “Yurtta sulh dünyada sulh” deme.

Onlar aptalca kardeş kavgasına düşmeseydiler, kendi sorunlarını aralarında halledebilseydiler bizimde ne mültecimiz olacaktı ne de adını bile telaffuz etmek istemediğim  füzeler sınırlarımıza koşullanmayacaktı…

Dilerim en yakın zamanda anlaşırlar gerçi bu koşullarda zor ama canı gönülden dilerim olsun yıllardır süren huzursuzluk ve kardeş katliamı sona ersin  herkes yurdunda özgür ve mutlu yaşasın. Çünkü biliyorum ki hiçbir şey vatan gibi olamaz ve ödünç palto bir müddet için ısıtır sonra sahibine vermek zorundasın.

Ve tekrardan ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ diyerek yazıma son veriyorum. Sağlık, sevgi, birlik, beraberlik içinde kalalım her zaman, her yerde sevgili okuyucularım. Yase

Günün Şiiri

ANNELER
Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
-Tenimde bir yara işler gibisin
Titrerim rüzgarlar keder vermesin.

Anneler beşikten der çocuğuna:
-Acını görmesin gözüm alemde
Teselli demeksin bana son demde.

Bütün ümitleri yel alır gider
Tomurcuk açılır, sel alır gider
Anneler büyütür, el alır gider.

Ahmet Kutsi Tecer 

Çocuk ve Ağaç

Çocuk, çok sevdi ağacı…
Verirdi ona, her kış
Çiçekleri olaydı!

Ağaç, çok sevdi çoçuğu…
Öperdi altın saçlarından
Dudakları olaydı!

Ve ona öptürmek için,
Eğilirdi yerlere kadar;
Yanakları olaydı!

Dökerdi önüne hepsini
Gümüşten, altından, sedeften
Oyuncakları olaydı!

Ve çoçuk gittikten sonra,
Böyle kalır mıydı ağaç?
Ne olurdu onun da
Bacakları olaydı,
Ayakları olaydı!

Arif Nihat Asya

Günün Sözü

Başkalarının bilgisi ile bilgin olsak bile ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz.
Montaigne

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here