Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu dün (önceki gün) İskenderun’daydı. Muhteşem bir kalabalık vardı. Daha önce tanık olmadığım türden. Saatler öncesinden Atatürk meydanında toplandı halk. Küçük büyük, genç yaşlı hatta üç aylık bebekler sekseninde genç kalmayı bilmiş ninelerde oradaydı. Tam özlediğimiz bir hava vardı. Neşe, sevinç ve umut!!! Umut, en hasret olduğumuz duygu. Çoktan beri umut etmekten vazgeçmiştik hep birlikte. Ya da “umut etmekten korkar” desem daha doğru olacak. Çünkü oradaki neşeli, coşkulu halkı görünce ister istemez umutlanmak istiyorsunuz ve düşünüyorsunuz. “Yalnızca bu kalabalık oy verse yeter” Ancak hepimiz biliyoruz ki işler böyle olmuyor. Keşke bilmesek ve kendimizi kandırsak en azından o meydanlardaki kalabalık halay çekerken!
Politikacıların herhalde huyları bu? Randevularına geç kalmak! Ya da ilçe yönetimi erken bir saat veriyor beklenen misafir gelmeden en az iki saat öncesinden? Günlerdir çağrı yapılıyor “bütün vatandaşlar saat 18’de Atatürk meydanına davetli” diye. Halk bir saat öncesinden gelmişti meydana. Sokaklardan caddelerden oluk, oluk su gibi insan akıyordu. Ancak bekle ki gelsin misafir ve eğer bendeniz gibi dakikseniz işte o zaman değişiyor. Bir defa yoruluyorsunuz ayakta durmaktan! Hadi yürüyelim diyorsunuz ama yerinizden bir kayın hop başkaları hemen yerinizi alıyor. Tekrar aynı yere gelemiyorsunuz oysa oradan azıcık gerinince bir şeyler görebiliyorsunuz, yerinizden kayınca kalabalıklar arasında sıkışıp öylece kalakalıyorsunuz. Zaten boy yoksunuyuz!
Valla boynumuz on santim uzadı resim çekeceğiz diye. Hoş onu da doğru düzgün yapamadık ya. Ama hakkını inkar etmemek gerek, halk saatlerce beklemekten gına getirmedi, hiç moralini bozmadı, sürekli çalan müziğe uyup yerinde sallandı durdu. Yani bendeniz bile gerçekten bir kalas olduğum halde birçok şarkıya eşlik edip yerimde sallandım durdum. Arkadaşım bile hayret etti.
Ve bu toplantıların en güzel tarafı yıllardır görmediğiniz bir sürü eski dostla karşılaşmanız! Valla nerden bakarsanız bakın dün birkaç saat Sayın Kılıçdaroğlu sayesinde muhteşem geçti. Gördüğümüz bütün yüzler gülüyordu, o kadar kalabalık tek yürek olmuş gibiydi. Nasıl güzel bir şey bu anlatılır gibi değil. Ne bir huzursuzluk, ne bir olumsuzluk yaşanmadı. Polis harikaydı. İşini güler yüzle yapıyordu, halkla sohbet ediyor, şakalar bile yapıyordu. Diyorum ya gerçekten özlenen olağan üstü bir güzellik yaşadık İskenderun halkı olarak. Meydanda yalnız CHP’liler yoktu kuşkusuz. Diğer bütün partilerin taraftarları vardı ve herkes tek yürek gibiydi. Bendenizi en çok duygulandıran buydu. Ve sevindiren kuşkusuz. Biz buyuz işte bizi kimse partimize, dinimize inancımıza etnik yapımıza göre ayrıştıramaz buna gücü yetmez çünkü. Bunu dün çok açık ve net hissettim.
Ve Sayın Kılıçdaroğlu sayesinde bunu bir kez daha anlamış olduk. Kılıçdaroğlu yüzyılın projesini anlattı ve diğer parti liderlerine usulünce göndermeler yaptı. Onlar gibi yapıp kimseye yüklenmedi. Bu tutumu daha çok hoşumuza gitti. Çünkü bizler bize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkasına yapmamayı ilke edinmişizdir.
Ve sevgili okuyucularım. Bir tatlı rüzgar geçti dün üzerimizden dilerim hep bu rüzgarlarla yaşamak kısmet olsun bütün ülkeye. Ve yurtta sulh cihanda sulh olsun. Ve bu güzellik, sağlık, sevgi, birlik ve beraberliğe neden olsun. Sevgili okuyucularım. Yase
Günün Şiiri
O Belde
Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-i fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma’nâ,
Ne bu akşamda bir gam-i nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.
Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ,
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz…
O belde?
Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyâhud yâr;
Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir
Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,
O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm
Onların ruhu, şâm-ı muğberden
Mütekâsif menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn u samtı arar;
Şu’le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer
Mültecî sanki sâde ellerine
O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,
Onların hüzn-i lâl ü müştereki,
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine…
O belde
Hangi bir kıt’a-yı muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veya mevcûd
Fakat bulunmayacak bir melâz-i hulyâ mı?
Bilmem… Yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mâi deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
Bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz…
Ahmet HAŞİM
Günün Fıkrası
İngiltere’nin saygın kız kolejlerinden birinde biyoloji öğretmeni öğrencilerden Miss Perkins’a “Söyle bakalım, insan vücudunda uyarıldığında normal büyüklüğünün altı katına ulaşan organ hangisidir?” Öğrenci yüzü kızararak “Bana bu soruyu sorduğunuzdan ailemin haberi olacak” demiş. Öğretmen başka bir öğrenciye dönmüş ve “Sen söyle Miss Sarah” demiş. Sarah “Loş ışıkta göz bebeği” yanıtını vermiş. Öğretmen aferin dedikten sonra Miss Perkins’a dönmüş ve “Sana üç şey söyleyeceğim” demiş. “Birincisi, dersine hiç çalışmamışsın bundan ailenin haberi olacak. İkincisi, aklın fikrin sürekli kötü şeylerde. Üçüncüsü ise, ileride çok büyük hayal kırıklığına uğrayacaksın…”