Bir 24 Saat

0
52

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Tarih tekerrürden ibaret” derler ya gerçekten öyle. Bu yazı 2008 yazısı belgelerimi karıştırırken buldum. İnanılır gibi değil geçtiğimiz hafta kardeşim gittikten sonraki pazar gününü aynen yeniden bir tek satırına bile dokunmadan yaşadım. Çok tuhaf mı olağan bir şey mi bilmiyorum. Deja vu falan denebilir mi bilmiyorum!

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hiç konuşmadan geçirdiğiniz bir gün var mı yaşamınızda sahi? Kocaman bir 24 saat hiç konuşmadan kendinizle bile, sesli ya da sessiz. Hiiçç  konuşmadan? Olduysa nasıl oldu acaba? Ne tür şeyler yaşadınız kendinizle ya da ne tür duygular içindeydiniz hiç düşündünüz mü? Valla ben geçen pazar gününü ve gecesini tek kelime bile etmeden geçirdim. Ne telefonla ne de kendi kendime konuştum. Bunun ayrımına ne zaman vardım biliyor musunuz ancak ertesi sabah. Erkenden çalan telefon sesine uyandım ve başucumdaki saate baktım daha 6,30 “kim bu saatte arayan Allah, Allah” dedim kendime. Ve o an ayrımına vardım ki ben hiç konuşmamışım 24 saatten beri. Hiçte tuhaf olmamış hiçte bunun ayrımında değilmişim? Belki birkaç gün böyle yaşasam da ayrımında olmayacağım, kimseyle konuşmadığımın? Yaşamımda ilk kez böyle bir şey yaşıyorum  anımsadığım kadarı ile. Peki dedim bir dönüp bakalım neler yapmışımda hiç konuşma gereği duymamışım kimseyi aramak, sokağa çıkmak hatta balkondan selamlaşmak bile olmamış bu 24 saat zarfında, olacak şey mi bu benim gibi biri için? Kimseyle konuşmasam çiçeklerimle konuşurum karşıdaki bebeklerle konuşurum, telefonla konuşurum yani konuşurum işte ya, ne olursa olsun. Ama o Pazar  günü  bunların hiç birini yapmadım. Mutfağa yaydım, kağıtları, boyaları ve başladım çalışmaya  kahvaltı sonrası ama nasıl rahat ama nasıl huzurlu, ama nasıl dünyada her şey yok olmuş, yalnız ben ve resimlerim varmış gibi? Yemek içmek tv bakmak  aklımın köşesinden bile geçmemiş. Güneş çekilmiş gitmiş gün geceye varmış, mutfaktaki güçlü ışık zaten gece gündüz açık olduğundan çalışırken hiç ayrımında bile olmamışım, hava soğumuş mu onunda ayrımında değilim gözüm kayıyor, ellerim titriyor, çizgiler bozulacak ancak kendime geliyorum. Mutfak saatine bakıyorum saat 21.30 ve elimdeki işe! Ve kendimi doymuş algıladım tensel ve tinsele yönden. Ortaya çıkan iş beni doyurmuştu. Ne kadar tuhaf başka zaman olsa “işte bu” diye nara atardım. Ama o zaman bunu bile yapmadım. Gözlerimle hata araştırdım ve bir sürü hata buldum. Bu da bana iyi geldi. Çünkü hata yapmaya bayılıyorum, yeminle… Abartı değil illa bir hata payı bırakıyorum kendime ne olursa olsun yalnız ben göreceksem bile. Çünkü bu beni diğerleri için motive ediyor bir başkasında bu hatayı yapmayacağım ama onda da  bir hata yapacağım bu kesin, bir diğeri için zararı olmayan, ama beni sürekli uyanık olmaya zorlayan?

Valla ben anlamıyorum kendimi, siz anladınız mı beni? Ve hadi bakalım toparlanma zamanı hani dağınık yazarınız var ya, aslında o çok titizdir. Kâğıtları topladı, boyaları, fırçaları yıkadı kuruladı onları da ortadan kaldırdı, çalıştığı işi yine kalın ansiklopedilerin altına yerleştirdi özenle hiçbir kıvrım olmasın diye. Ve sıra geldi  mermer tezgahı temizlemeğe boya lekelerinden. İşte burada Mediş girerdi araya yanında olsa. “Çalışmadan önce bir gazete açsan şu mermerin üzerine” derdi. “Her gece böyle silmezdin.” Ona yanıt vermezdim ama “lahavle” çekerdim içimden doğrusu. Çünkü dayanamadığı  tek şey bu, ellerinin altında hışır, hışır gazeteler bembeyaz kağıtların arasında. Yok baba yok o siler yerleri de, tavanları, duvarları da öyle gazete sermez  etrafa. İnşaat işi yapıyormuşum gibi.

 Keşke birileri beni anlasaydı. (aslında ben hiç keşke demem ama, ne olurdu beni de anlayan biri olsaydı sürekli akıl verip yargılayacağına) Neyse kimse yoktu ya, istediğim gibi sildim tezgahı duvarları ve boya sıçrattığım her tarafı hiç yüksünmeden sessiz, sakin sanırım ömrümde ilk kez de böyle sakin munis, çalışkandım. (şimdi düşünüyorum da garip bir şey valla bu söylediklerim? Yoksa ben aslında böyle biri miyim?) Ellerim resmen nasır tuttu toprakla uğraşanlar gibi ayrıca hışır, hışır ellerime bakıp onları  sevgiyle okşuyorum ne kadar fedakar ellerim var onları hırpaladığım doğru ama onlar sessiz ve uysallar ne dersem onu yaparlar. En kutsal arkadaşlarım benim. Mutfakta işim bittiğinde saat 23 olmuştu ve artık banyo yapma zamanı sıcak bir duş ve ardından (burada ardından sıcak bir içecek, ada çayı, çorba falan gelmesi lazım değil mi? Ama yok bende olmaz böyle sağlığa yararlı şeyler.) Ve ardından dünden kalma okumadığım bir gazetede sıra, ıncığını, çıncığını çıkarmayı düşünürken üzerine uyumuşum bile. Ve sabaha çalan o aptal telefona kadar. Olduğum yerde kalmışım Allah’tan üzerime battaniye almışım

Şimdi merak ediyorsunuzdur o saatte kim aramış diye değil mi? Bilmiyorum. Çaldı, çaldı açmadım, battaniyeme daha da sarılıp sırtımı döndüm ve uyumağa devam ettim ama o inatçı telefon  bırakmadı peşimi yarım saat ara ile tekrar çaldı sanki sabrımı deniyor karşıdaki, bende acayip, sabırlı mı, salak mı ne oldum bilmem, zil çalıyor ben uyuyorum, duyuyorum  ama kalkmıyorum sinirlerim uyuşmuş her halde, yoksa bir fırlardım ki? Sonunda uyduruk kıytırık kalitesiz bir altı buçuk dokuz bucuk saatleri arası uykudan kalktım yine telefon sayesinde. (Bu günden tezi yok geceden çekmesem fişi ant olsun)

Ve ilk sesimi o an  duydum 24 saatten sonra! Ama korkmayın ses değişmiyor hep aynı da yalnız  duş sonrası “birazdan kuruturum” diyerek havluya sardığınız saçlarınızı kurutmadan uyursanız genziniz şişer ve azıcık boğuk ve hırıltılı çıkar. Önce sizde anlamazsınız ağzınızdan çıkan sözcüklerin ne olduğunu ancak daha  sonra açılır sesiniz, boğukluğu olmakla birlikte en azından anlatabilirsiniz derdinizi valla çokta önemli değilmiş?

“Kız uyuyor muydun” tabi Mediş. “Sen mi aradın sabahın köründen?” “Yok ya ben o saatte  rüya görüyordum.” “Beni görmüş olmayasın?”

Ama bilirim Mediş erken uyanmaz ama  benimde sormam gerek tabi değil mi? “Yine sesin gitmiş ne yaptın?” “Hiç, biliyor musun koca bir günün ardından ilk senle konuşuyorum.” “İnanmıyorum hiç dışarı çıkmadın mı, yürüyüş de yapmadın mı? (çıksam tabi konuşacak adam çok ya?) Kız kendinle de mi konuşmadın?” “Valla hiç gerek olmadı.” “Acayipsin valla ne diyeyim?” “Deme bir şey derdin neyse söyle açlıktan ölüyorum.” “Allah bilir bir şeyde yemedin?”

Ve sevgili okuyucularım sessiz geçen bir 24 saatin ardından kaç bin 24 saate sığacak kadar sözcük varsa bir anda tükettim yeni başlayan 24 saatte.

Size tavsiye ediyorum ben  çok sevdim valla. Eğer elinizden gelebiliyorsa sizde  konuşma orucu tutabilirseniz (Meryem ana gibi. O ne harika bir şey taşıyordu kollarında Allah’ın armağanı, konuşacak ne olabilirdi ki başka?) beni anlayacaksınız. Belki ilk oldu bu yaşamımda ama kesinlikle son olmayacak  biliyorum. Ve bundan korkmuyorum çünkü biliyorum ki konuşmaktan daha güzel şeyler de var. Ve sevgiyle kalın sağlıkla ve her zaman hep birlikte sevgili okuyucularım. Yase

Günün Şiiri

Bu Zincire Vuruluş, Bu Darağacı Ânı

Bu bekleyiş saati sarmış tüm patikaları,

Hiçbir saat vurmuyor özlenen bahar anını,

Ve gündelik tasalar çökmüş üstüne ruhlarımızın.

İşte mihenk anıdır bu, aşkımızın nöbetini devretmek için.

Bu kutsal andır, sevgili bir yüzü gözümüzün önüne getiren,

Bu kutsal saattir, dinmek bilmez yüreği dindiren!

Şarap kadehi de saki de geri çevrilir, boşuna!

Serin bulutlar geçtiği zaman üstünden dağın,

Bir selvi ya da çınar yaprağının,

Paylaşamayacaksak artık hiçbir dostla

Oynaşan gölgelerini, yeşil saatlerini onların.

Sızladı durdu bu yaralar çoktan beri, ama böylesi-

Bu zincire vuruluş, bu darağacı ve bu sevinç

Bu kaçınılmaz seçme vaktindeki

Bu tüm dostlardan ayrılış vaktindeki gibi sızlamadı hiç!

Sözünüz geçse de hücreye, hükmedemezsiniz bahçeye

Kırmızı gül goncaları açtığında, o taze an geldiğinde,

Hiçbir ilmik yakalayamaz şafak rüzgârının ayaklanışını,

Hiçbir ağa tutsak düşmez baharın uyanışı.

Görecekler başkaları, ben görmesem de o ânı

Bülbülün şakıdığı ve çiçeğin açtığını.

Faiz Ahmed FAİZ-Çeviri: Halil KÖKSAL

Hapishanede Bir Akşamüstü

Adım adım iniyor gece

Takımyıldızların salınan merdivenlerinden;

Yakın, şefkatle fısıldayan bir ses gibi yakın

Esiyor hafif bir rüzgâr;

Avludaki ağaçlar,

Boynu bükük mahkûmlar,

Kayboluyor rüzgârın fırıl fırıl eteğinde.

Ay ışığının ince parmakları merhametle

Işıldıyor çatının tepesinde;

Toza karıştı yıldızların avizesi.

Göğün mavisi akkorlaştı.

Kurşuni gölgeler kaplıyor yeşil kuytuları

Tereddüt içinde hasretin

Acıyla girdaplanışı gibi beyinde.

Bir düşünce dolanıp duruyor yüreğimde-

Öyle bir bengi sudur ki hayat bu anda

Ona zehirlerini katan tiranlar

Ne bugün ne yarın, asla kazamayacaklar.

Ne çıkar aşkın taht odasını aydınlatan

Mumu söndürseler de? Güçlüyseler

Ayı söndürsünler, görelim hele.

Faiz Ahmed FAİZ-Çeviri: Halil KÖKSAL

Günün Sözü

İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle beraber gömülür.

W. SHAKESPEARE

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here