Bahar Yazdırır…

0
50

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız? Mart ayı için, “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” denir halk arasında; bizde böyle belledik küçüklüğümüzden beri. Bizim sevgili İskenderun’da gerçi Aralık, Ocak aylarında bile kazma yaktıracak soğuklar olmaz ya, azıcık üşüsek hemen bu söz gelir aklımıza. Şimdide hava kapalı, yağmur yağıyor, gök gürlüyor falan ya, hemen aklımıza geldi. “Aaa sahi biz Mart ayındayız değil mi çok soğuk olur valla insanlar, yakacaklarını tükettiklerinden kazma küreğe ihtiyaç duyarlar artık ısınmak için” diye… Oysa dışarıda soğuk yok hatta azıcık hızlı yürüseniz terlersiniz bile. Ancak yağmur yağıyor gökte gürül, gürül, eh ne denir “işte benim havalarım içim sevinçle kıpır, kıpır”.

Oysa artık güven içinde olmadığımızı, azıcık paranoyak olmaya başladığımızı falan düşünüyordum. İnsan hem paranoyak hem de kıpır, kıpır olabilir mi? Olabilir tabi? Aslında daha neler, neler olabilir. Yalnızca kendimizde keşfettiğimiz şeyler, daha keşfetmediklerimizin yüzde biri gibi bir şey bence. “Yaşa ve gör” lafı da bundan çıkmış zahir?

Her yaşadığımız olay kendimizde yeni bir buluşa neden oluyor. Önceden, yapmam, etmem, ağlamam, kızmam, aşık olamam dediğimiz şeyler başımıza gelince birde bakıyoruz ki o hem ağlıyoruz, hem aşık oluyoruz, hem en sevdiğimizi toprağa verirken bile karşımızdakinin hal hatırını sorabiliyoruz. Oysa “annem ölse, bende ölürüm” derdim. Ancak ne öldüm ne de kıyısına geldim. Ve öyle şeyler yaşıyoruz ki artık “tahammül gücümüz ne kadarda esnekmiş” demeden geçemiyoruz. Ve aslında insan garip bir yaratık? Muamma, çöz, çöz bitmez. Çözmekten vazgeçtim, “anlamağa çalışıyorum” demiştim ve devam ediyorum, hadi bakalım, önce bir kendimi anlayım ondan sonra başkalarını da anlayacağım artık.

Ama kendimde kaybolmuşken nasıl çözülecek bu düğümlü saçlar hiç bilmiyorum? Saç demişken, annem olsaydı çözerdi, dizlerimin üzerine çökerek otururdum önünde, belime dek inen saçlarımı hiç canımı yakmadan düğüm düğümlüğünden çözer, sonra ikiye ayırıp örerdi. Ucuna yeni kolalanmış beyaz kurdeleleri takar, işi bitince, sırtıma hafifçe dokunarak “hadi koş” derdi. Dizlerim uyuşurdu kalkarken, zorlanırdım ama kalktıktan sonra uçardım, kuş gibi. Kaygım yoktu hayattan, güvenim sonsuzdu gelecekten!! Ama büyüdükten sonra? Yani liseye giderken! O saçları artık ben örmek zorunda kalmıştım.  Ama nasıl? Kopara, kopara, yola, yola tellerini, sonrada özensiz iki örgü, uçlarında kuru kafalı lastik bir toka!!..

Ve o saçlar, her defasında çözülürdü. Bazen düğüm atardım toka üzerine yine çözülürdü. Bir isyan vardı artık onlarda,  sanki bütün bağlardan kurtulmak ister gibiydiler. Lastikle bağladığım örgü uçları çözülmezdi, saçlar boğumlu oldukları yerden, örgülerinden açılırdı, garip bir görüntü çıkardı ortaya. Havası azalmış balon gibi. Şimdi düşünüyorum da, benim sessizce, ağzımı açmadan kabul ettiğim ya da öyle olmaya çalıştığım sonsuz ayrılıkları, saçlarıma anlatamamıştım?! Ve onlar kabul edemiyorlardı, hep arıyorlardı o yumuşak elleri, becerikli parmakları!! Onlar bizden vefalıydı her halde ya da özgür? Sıkıntılarını haykırıyorlardı dile getiriyorlardı, bizse içimize, içimize dönüyorduk her defasında. Şimdide dönmek zorunda kalıyoruz, artık güvenmiyoruz hiç kimseye özgür değiliz kendimizi zincirledik kendi zindanımıza, tek çare, kendi kendimizde, hiç kimsede değil. Kendimizi ancak kendimiz kurtarabiliriz kendi karanlığımızdan. 

Ve kapalı hava, işte bu!  Kıpır, kıpırsınız  çünkü havanız bu, kendi zindanınızda  zincirliyken bile. Ve insan  işte, hem  kıpır kıpır yaşayabilir ortalıkta, hem de gömüldüğü yumuşak karanlığında, ayağındaki ve bileklerindeki prangaların şıngırtısında, yüreğinin ağırlığında?!!

Ve insan yaşar aslında, yaşamın ona armağan ettiği güzellikleri “mış” gibi algılayarak, acıları ise asla “mış”lamayacak. Ve abuk sabuk konuşarak bilir bilmez atarak, vs vs. Ve güneş doğdu bile biz yağmur muhabbetindeyken. Ah sevgili bir tanecik ülkem sen ne güzelsin. Güneşinle, yağmurunla, sıcağınla, soğuğunla…

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım bahar geldi kazma kürek gerçek olsa bile, ay bahar ayı ve bahar demek alerji demek bazı insanlar için. Aslında biz mıy-mıy’ız, hemen tepki veriyoruz her şeye. Bedenimiz böyle programlanmış. Her toz zerresi her polen bizim bedenimizde can buluyor sanki doğa bizi toprak bellemiş.? Ve kaç gündür bahar işliyor üzerimde ince, ince nakışlarını… Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım her an sevgili okuyucularım. Hoşça kalın… Yase

Günün Şiiri

BEN VE GOBEL

sanki iki sıska su sineği
sığınırdık kanatlarına

soldaki bodur oğlan, gobel
babamın bulduğu
sonunda

kocaman bir kartalmış abim ona göre
kim bilir hangi masaldan
inermiş ara sıra
kasap tarlasına

kasap tarlası, korkunç imge!
kasapların tarlada işi ne
görürsünüz siz
abim gelirse

katlayınca gömleğinin yenini
kanatlanırdım sevinçten
şimdi söylüyorum
ben fifi
sağdaki

şu daracık yokuştan sonra
tünele hiç girmemiş
sapsarı bir trendi
evimiz

söktüğü paslı çivileri doğrultup
onarırdı çitlerini bahçemizin
unutmadım
bunları da

keşke herkesin bir abisi olsa
ya da abili bir resmi

kimse bilmez bu günlerde içimden geçenleri
uzun bir yolculuğa çıkacakmış gibi
öyle korkuyorum ki

İlyas TUNÇ

LEYLAKLARI ANLATIYORUM

Leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün

Onu saçlarından topladığın belli.

Bir leylak bahçesisin karşımda.

Böyle kucağında kalsa daha iyi

Bir vazoya bırakıp gidiyorsun

Sen gidiyorsun leylaklar kalıyormu sanki

Önce renk gidiyor arkandan

Nesi varsa gidiyor arkandan

Nesi varsa gidiyor soyunarak

Her vazoya baktığımda karşımdasın ne tuhaf

Her kokladıkça dönüp dönüp geliyorsun

Düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe

Yaprak yaprak gelişiyorsun

Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine

Ölümsüz bir mevsim oluyorsun.

Rıfat ILGAZ

Günün Fıkrası

Temel üşütmüştü, çok fena öksürüyordu, doktora gitti. Doktor iğne yaptıktan sonra yarın tekrar uğramasını söyledi. Temel ertesi gün tekrar gitti nispeten daha az öksürüyordu. Doktor. “Bugün öksürüğün daha iyi” deyince Temel başını salladı. “Tabi bütün gece antrenman yaptım da ondan” dedi.

SIRAT KÖPRÜSÜ

Bektaşi kafayı çekmiş. Ayakları birbirine dolana dolana, sağa sola yalpalayarak giden Bektaşi’yi gören komşusu dayanamayıp laf atmış: “-Hey baba erenler, bu halle sırat köprüsünü nasıl geçersin?” Bektaşi istifini bozmadan komşusuna cevap vermiş: “-Sanki karşı tarafta mor sümbüllü bağlarım var da!”

Günün Sözü

Hiç kimse duyduğu neşenin başkasını rahatsız edebileceğini düşünmez.

Alain

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here