Ahh Özlediğim Kardeşlik, Neredesinnn??

0
86

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Ne kadar komik insanlarız” diye düşünüyorum. Elim çenemde dudaklarımda eğri bir gülümseme.

Hala birbirimizi hangi silahla etkisiz hale getirebiliriz, düşüncesi ve çabası içindeyiz ne yazık ki. Birbirimizi olduğumuz gibi kabullenmeyi öğrenemedik çünkü. Kendimiz gibi olsun diye baskı yapmayı bir türlü bırakamadık. Sanki biz -kendimiz neyiz- aslında bilirmişiz gibi? Evde başlar baskı. Anneler kızlarına, ablalar kardeşlerine baskı uygulayarak değiştirebileceklerini sanırlar.

Evlenecek kızlar, “tarzını beğenmiyorum ama olsun ilerde değiştiririm?” Ya da erkekler başı açık kızı, evlenince  kapatırım, solcular, sağları  solcu yaparım, sağcılar solcuları sağcı yaparım, dinciler (dindarlar değil) dini kendilerince yaşayanları, ya da din tanımayanları, dine döndürebilirim sanırlar. Ancak kimse kimseyi aslında yolundan çeviremez bunu bir türlü bilemezler ve sürekli şanslarını denerler. Belki bazen şansları tutarda birileri onlara uyar! Ancak o biriside boş olduğundan uyar. Onun düşünecek, yorum yapacak, sorgulayacak yeteneği yoktur ve bu gibi insanlar sürekli dönerler. PKK anarşi ve savaş durumu yaratarak bir şeyleri değiştireceğini sanır.

Ve bunun için uğraşır. Bu kısır döngü sürer gider de gider… Çünkü kimse, kendine dönüp sormaz  “ben değişebilir miyim?” diye. “Benim doğrum gerçekten doğru mu?” diye. Çoğumuz bunu yapmaz. Çünkü aldığı eğitim, kültür ve sorgulama yeteneği buna yetmiyor. Üstelik kendine güveni yoktur. Ne kadar yandaşı olursa o kadar güçlü algılar kendini, farklılığı bu yüzden kabul edemez. Oysa düşünse kendisi de başkası için farklıdır? Kendisini de değiştirmek isteyen çıkabilir, bunu kabul edebilir mi?

Hayır, sevgili okuyucularım hiç birimiz değişmek istemeyiz, özellikle birileri için. Zaten o birileri bize  değer veriyor olsalar ve kendi değerlerinin ayrımında olsalar  bizi  değiştirmek için uğraşmazlar nasıl bir arada yaşayıp, farklılığı zenginliğe dönüştürebiliriz  diye düşünür ve o şekilde davranırlardı diye düşünüyorum.

Okullar aslında  eğitim yuvası, ancak bazen bazı değişik görüşüler, hesaplaşma yeri sanıyorlar orayı ki  birbirlerini  hedef alıyorlar.  Burada haklı  ya da haksız yok bence. Her iki tarafta  bilmeli ki, herkesin kendine göre bir  düşüncesi vardır. Ve buna ne olursa olsun saygı göstermek zorundadır. Kabul görmek istiyorsa kabul etmeyi de bilmelidir. Ve bir okuyucu yorumu çok öncelerden, hiç aklımdan çıkarmadığım. Çok güzel söylemiş. Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik ama birlikte yaşam sanatını hala çözemedik.

Ve bizler artık bazı şeyleri yaşayarak öğrendiğimiz için rahatlıkla söyleyebiliriz ki. Tutunacağımız en sağlam dal kardeşlik dalıdır. Birbirimizi sevmek zorunda değiliz! Tabi seversek en iyi olur. Ancak  birbirimizi kabul etmek zorundayız. Çünkü hiçbir kavga hiçbir savaş en kötü barıştan iyi değildir. Ve biz bu yollardan geçtik, baktık ki değişen bir şey olmadı.

Ve öğrendik ki  birbirimize  tutunmaktan başka çaremiz yok. Ancak biliyorum bu söylediklerim belki haklı bulunacak ancak çok da kafaya takılmayacak.  Takanda, kendi yaşayarak öğrenecek. Ancak önündeki örnekler yol gösterici olabilir, eğer incelerse? Ve sevgili okuyucularım  şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte her zaman el ele kalalım. Yase

& & & & &

Eşekli Kütüphaneci

Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Kütüphanesi’ne çıkar. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Karar verir, bir eşek aldırır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, 180-200 kitap sığar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Köydeki çocuklar şaşırır. O gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir; “Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak…”  der.

Mustafa artık  kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler.

Mustafa Amca’nın ünü etrafa yayılır. Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar gelmiyor. Zenith ve Singer’e mektup yazar: “Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine yazayım…” der.

eşekli kütüphaneci

Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar. Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır.

Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca  emekli edilir.

2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.

Ve keşke hepimiz  birbirimizi yiyeceğimize böyle ulu bir girişim içinde olabilseydik diyorum ve rahmetle anıyorum Mustafa amca ve eşeğini.

Günün Şiiri

Ruh Huzuru

İyi bir şeydir insanın uzaktan bakabilmesi hayata,

Ve anlayabilmesi hayatın kendini nasıl algıladığını,

Ayakta kalabilen, atıldıktan sonra tehlikenin kollarına,

Fırtınalarda ve rüzgârlarda yolunu bulabilmiş birisidir.

Ama güzelliği tanımış olmaktır daha da iyisi,

Bütün bir hayatın düzeni ve yüceliği olan güzelliği,

Harcanan çabaların zahmeti mutluluğun kaynağı olduğunda,

Ve bilmek, zaman içindeki onca zenginliğin adını.

Yeşillenmekte olan ağaç, dallarla örülü zirve,

Gövdenin üstündeki kabuğu saran çiçekler,

Tanrının doğasından gelme bir hayattır hepsi,

Çünkü üzerlerine eğilmiştir göğün bütün rüzgârları.

Ama meraklı insanlar kalkıp sorduklarında bana,

Bütün bunları hissedebilme cesaretinin anlamını,

Ne olduğunu kaderin, yücenin ve kazancın, derim ki

O zaman, hem yaşamak, hem de düşünmektir yaşadığını.

Eğer doğa yalın ve dingin yaratmışsa birini,

Bu bir uyarıdır insanoğluna neşeyle bakmam için,

Neden? Çünkü korkutur bilgeleri bile açıklık dediğin,

Ancak başkaları da gülüp şakalaşıyorsa tadabilirsin neşeyi.

Erkeklerin ciddiyeti, zaferler ve tehlikeler,

Kültürden ve bilinçten kaynaklanmadır bunların hepsi,

Hedef ise tektir: İyilerin en yücesi,

Kendisini varlığıyla ve güzel kalıntılarla belirler.

Bir seçkinler topluluğudur sanki bütün bunlar,

Onlardandır ne varsa anlatılmaya değer ve yeni,

Hiçbir zaman kaybolup gitmez eylemlerin gerçeği,

Tıpkı yıldızlar gibi, yaşam da görkem ve neşeyle parlar.

Gözüpek eylemlerdir yaşam denilen,

Yüce bir hedef, uyum dolu bir devinimdir,

Atılımlar ve adımlardır, mutluluk kaynağı erdemdir,

Ciddi iştir, ama katıksız gençliktir buna rağmen.

Pişmanlık ve geçmiş, bu yaşamda,

Temsilcisidir farklı bir varoluşun, biri yolunu

Açar zaferin, huzurun ve çekilmiş

Ne varsa yüce alanlara;

Ötekiyse sürükler işkencelere ve buruk acılara

Yaşamı hafife alanlar yıkılıp gittiklerinde,

Ve imgeyle yüz dönüştüğünde

İyi ve güzel davranamamış birinin yansısına.

Bir yanda algınabilirliği canlı varlığın,

Öte yanda kalıcılık, insan eliyle,

Neredeyse bir ikilemdir, biri adanırken yalnızca

Duygulara, ötekinin yolu uzanır acılara ve yaratıcılığa.

Friedrich HÖLDERLİN-Çeviri: Ahmet CEMAL

Günün Sözü

Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin! Grisi yoktur aşkın. Ya siyahı, ya beyazı seçeceksin.

Şems-i Tebrizi

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here