Milli Kimlik ve Kişiliğimize Sahip Çıkmak!

0
111

Her birey insan olarak doğmaktaydı.. Kimliğimiz kuşkusuz insandı.. Ve fakat her insan aynı zamanda toplumsal bir varlıktı.. Dolayısıyla kişiliğimizin kaynağı aile de dahil içinde yaşadığımız toplumsal kültürdü.. Bu halde kimlik ve kişiliğimiz kültürel etkileşimle oluşmaktaydı..

Doğadaki diğer canlılar, hayatta kalma mücadelesiyle büyük bir rekabet içindeydi.. Gücü yeten yeteneydi.. Bu arenada, “güçlünün yaşaması, güçsüzlerin elenmesi” doğanın bir yasasıydı.. Darvin, vahşi tipobet doğadan keşfettiği ve “doğal seleksiyon” olarak adlandırdığı bu yasa üzerinden evrimi kurgulamıştı.. Toplumsal olay ve olguları “güçlünün yaşaması, güçsüzlerin elenmesi” ilkesi içinde yorumlayanlara ise “Sosyal Darvinist” deniyordu.. Bunlara göre bireyler, toplumlar, hayatta kalma mücadelesiyle büyük bir rekabet içindeydi.. Gelişmiş medeniyetler (ki bu kapitalist sömürücüler diye de okunabilir) atalarından kültürel miras almışlardı ve bu onları diğerlerinden üstün kılan bir ayrıcalıktı.. Bu nedenle doğanın düzeni, güçlülerin, (ki bu da emperyalist olarak okunabilir) zayıfların elindeki kaynakları alma, yönetme ve sömürme hakkını veriyordu.. Bunu,“bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”  ilkeli serbest piyasa arenasında her yol ve yöntemle yapabilirlerdi ve ahlâki değerlere de gerek yoktu..

Ve fakat insan; kültürel doğası gereği sevgi, barış, kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma değerlerini içeren toplumsal bir varlıktı.. Ve her insan, doğuşunda doğadaki en güçsüz canlıydı.. Güçsüz de olsa yaşama hakkı en kutsal olan canlıydı.. Bu en güçsüz canlı bir aile, toplum içinde ve doğal insani hakkı olan eğitimle yaşama hakkını devam ettiriyordu.. Ve her insanın,  barış içinde, dolayısıyla “çekişmeden, yarışmadan” yaşama hakkını kutsayan insanlık meziyetine de ahlâk deniyordu.. Velev ki insan, Darvin’in kuramına göre biyolojik anlamda benzerlik içinde bulunduğu doğanın “gücü yeten yetene rekabet arenasından” evrilerek çıkmış olsun! Bu kabule göre de, rekabetin gayri insani olduğu açıktı.. Dolayısıyla kültürel anlamda yeniden rekabet arenasına dönüş, tersine evrimdi..

Sosyal psikologlar, bireylerin kimlik ve kişilik duygusu kazanma sürecinde ortaya çıkan sorunların, çatışmaların kimlik ve kişilik bunalımına neden olduğunu söylemekteydi.. Bırakınız yapsınlar sorumsuzluğuyla insani yaşamı bir rekabet arenasına çeviren, bireysel haz ve kâr odaklı kapitalizm kültürü bunalımların nedeniydi.. Sorunların çözümünü ise, her kültür eğitimden beklemekteydi.. Mustafa Kemal, emperyalizme karşı milli mücadelemizi istiklali tam bir zaferle sonuçlandırdıktan sonra, koruma ve yaşatmanın ortam ve koşullarını; “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine, ananat-ı milliyesine (maddi ve manevi değerler tümlüğüne) düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir” cümlesiyle ilan etmişti..

Emperyalizm, 1990’lı yıllardan sonra gazetelere, “yenisi kurulacağından eskisinin hükmü kalmamıştır” cümlesini içeren “zayi” ilanı vermekteydi.. Gerçekte kaybettiği bir şeyi yoktu fakat “Yeni Dünya Düzeni” adıyla yeni bir kimlik çıkarma çabası içindeydi.. Çıkartmaya çalıştığı yeni kimliğin ise, aslında kapitalizmin güncelleştirilmiş tekelci hali küreselleşme versiyonu olduğunu herkes biliyordu.. Emperyalizm, dünya’nın yer altı yer üstü zenginlik kaynaklarına sahip coğrafyalarını savaşla alt üst ediyor, bu coğrafyada yaşayan ulusların kişiliklerini ve devletlerinin de kimliklerini zayi ederek, kendine yeni bir kimlik çıkartmaya çalışıyordu.. Ve fakat ‘milli kimlik ve kişilik’ bunalımındaki sömürgeleştirilmiş aydınlar, bu gerçeği  maskelemeye çalışıyordu..

Lenin, emperyalizmin maskesiz kimliğini ve kişiliğini “Kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak tanımlıyor ve adını koyuyordu: “Tekelci kapitalizm.” Yani, emperyalist başlangıcından beri sömürü amaçlı teori kuran kapitalist oluyordu.. Dolayısıyla tekelleşen kapitalist de pratikte sömüren emperyalist.. Diğer ifade ile emperyalist, başlangıcından beri “böl, parçala, yut” teorisini, tezgahını, kumpasını kuran sömürgeci; sömürgeci de pratikte bölen, parçalayan ve yutan emperyalist oluyordu.. Özetle, emperyalizm sömürgeciliğin “sözde medeniyet, demokrasi ve özgürlük” teorili ince tezgahı, sömürgecilik de emperyalizmin “savaş, talan, yağma” pratikli kaba uygulaması oluyordu..

Artı, son tahlile eklemek gerekiyordu.. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal, tarihte “emperyalizmin yenilebileceğini” kanıtlayan ilk milli kimlik ve kişiliğin adı oluyordu..

Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here