Yanıyor İçimiz

0
130

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısının ardından teröre, onu destekleyene ve tırmandırana, bildiğim bilmediğim bütün bedduaları ediyorum. Ama yinede içimi boşaltamıyorum, boşaltamıyoruz, üzüntü ve şaşkınlığımız her an biraz daha artıyor, nasıl bir vahşet, nasıl bir düşmanlık, nasıl bir zihniyet anlamak mümkün değil.

Bu insan kılıklı yaratıkların, insanlığa, barışa kardeşliğe indirdikleri yoğun darbe bu güne dek görülmüş şey değil, ancak biz gördük, yaşadık ve vurulduk, parçalandık, kanımız oluk oluk aktı, akıyor, acıdan iki büklüm şimdi elimiz böğrümüzde inancımızı yitirmiş siyasilerin güven vermeyen inandırmayan ara ara sinirden titreten konuşmalarını dinliyoruz. Ve gerçekten alev dolu bir kuyuda boğuluyor gibi algılıyoruz kendimizi. Ve seçim söylemleri ne gam olmaktan başka bir şey olmuyor artık.

Ve sevgili okuyucularım, yazacaklarımı yazmamak için onun yerine bir kaç felsefi öyküyle hoşça kalın demek istiyorum, sağlık ve sevgiyle barış içinde her şeye inat, ayrımsız gayrımsız kalalım her zaman. Yase

& & & & &

Vazodaki Elma Hikâyesi

Konfüçyüs öğrencilerine ders veriyordu. Sınıfa elinde dar uzun bir vazo ile geldi. Tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde de bir elma vardı. Elmayı vazonun içinde koyduktan sonra, vazoyu yere bıraktı ve şöyle dedi;

“Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı alabilir.”

Öğrencilerden biri atıldı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalıştıkça elma elinden kaydı. Bir de elini vazoya sıkıştırdı, bağırmaya başladı: “Elimi çıkaramıyorum!”

Konfüçyüs; “Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmezsen, elini çıkaramazsın.”

Öğrenci biraz daha uğraştı, elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda mecburen bıraktı. Elini vazodan çıkardı. Konfiçyus’a sordu: “Elmayı vazodan çıkarmanın bir yolu var mı?”

Konfüçyüs, nasıl olacağını göstereyim dedi ve vazoyu ters çevirdi. Elma kendiliğinden vazonun içinden yuvarlanıp çıktı. Öğrenciler çözümün bu kadar basit olması nedeniyle gülmeye başladı.

Konfüçyüs, öğrencilerine elmayı göstererek dedi ki: “Göründüğü gibi basit değil, bazen bırakabilmek daha zordur. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız.”

& & & & &

Konfüçyüs Yönetim

Konfüçyüs bir süre için şehrin yönetiminde görev alır ve yedi gün sadece şehirde olanları izler. Yedinci gün şehirdeki en yüksek memur Shao-Cheng’i idam ettirir. Bu davranış üzerine öğrencileri çok şaşırırlar, yanına giderler ve sorarlar: “Shao-Cheng bu şehirde hatırlı ve kuvvetli bir adamdı. Şehrin yönetimin de yetki aldıktan sonra ilk işiniz onu idam ettirmek oldu. Bildiğimiz kadarıyla bu adam haydutluk, hırsızlık yapmamıştı. Bunu neden yaptınız?”

Konfüçyüs, öğrencilerine neden yaptığını anlattı; “Dünyada beş ağır suç vardır. Haydutluk ve hırsızlık bunlardan sonra gelirler. Bu beş suç şunlardır:

1.İyi eğitimli ve bilgili olmasını gizlice kendi fırsatları için kullanan.

2.Aşırıya kaçan bir hayat tarzı ile inatçılık

3.Doğruyu söylemese de insanları yanıltabilen

4.Sadece olumsuz olaylar ve her şeyin hep kötü yanları hakkında konuşan

5.Yanlış olduğunu bildiği şeyleri sanki doğruymuş gibi gösteren ve destekleyen

Shao-Cheng’de bunların hepsi vardı. Nereye gitse taraftar topluyor, isyanlar yaratabiliyordu. Aldatıcı fikirlerini parlak konuşmaların arkasına gizleyebiliyordu. Doğruyu ve yanlışı karıştırıyordu. Ben de şehir halkı için üzülmek yerine bu adamdan kurtulmayı tercih ettim.”

& & & & &

Değerini Bilmek

Mısır ülkesinde İslamiyet’in ilk dönemlerine ünlü sufi bilge Dhu Nun yaşarmış. Dhu Nun ve diğer bilge sufiler hakkında genç cahil bir adam bilip bilmeden ileri geri konuşuyormuş. Dhu Nun adama küçük bir ders vermek için genç adamı yanına çağırmış. Parmağındaki yüzüğü çıkarıp adama vermiş ve demiş ki; “Al bu yüzüğü pazara git ve 1 dirheme (gümüş sikke) sat!”

Genç adam sufinin dediğini yapmış. Pazara gitmiş yüzüğü 1 akçeye satmaya çalışmış, gel gör ki kimse yüzüğe 1 dirhem dahi vermemiş. Genç adam üzgün bir şeklide Dhu Nun’un yanına geri dönmüş ve pazarda olanları anlatmış.

Bunun üzerine Dhu Nun ona şöyle demiş: “Şimdi bir de kuyumcuya git ve yüzüğün değerinin aslında ne kadar olduğunu sor!”

Genç adam kuyumcuya gitmiş. Kuyumcu böyle değerli bir yüzüğü nerden buldun diye sormuş ve yüzüğe tam 10 dinar (altın sikke) değer biçmiş. Genç adam şaşkınlık içinde Dhu Nun’un yanına geri dönmüş ve kuyumcuda olanları anlatmış.

Dhu Nun genç adama son olarak şu sözleri söylemiş: “Senin sufiler hakkındaki bilgin pazardaki insanların bu yüzük hakkındaki bilgisi kadardır. Hayatın akışında bilginiz olmadığı konularda dahi fikir yürütüp gerçek değerini bilmeden önyargılarla insanları yanlış değerlendirebilirsiniz ya da siz ne kadar bilgili de olsanız cehaletin hakim olduğu bir toplulukta size hak ettiğiniz değer verilmeyebilir.”

yase-değer bilmek

Günün Şiiri

Öyle Günler Gördüm Ki

Öyle günler gördüm ki, aydın gökler kararıp

Bahtım bir bulut gibi üstüme çöker oldu,

Her gözümü yumunca tanıdık yüzler görüp,

Hayaller alev alev beynimi yakar oldu.

Ümitsizlik, gariplik dört tarafımı sarıp

Yüzüm sırıtsa bile, içim yaş döker oldu.

Her sabah ilk ışıklar gözlerimi oyardı,

Uyanan taş duvarlar iniltimi duyardı.

Öyle günler gördüm ki, duvarlar gelir dile,

Gözümde canlanırdı eşkiya masalları.

Varlığımı sarardı, hain bir isteyişle

Görmediğim yumuşak bir düşmanın elleri

Kafada çelik gibi fikirler dursa bile

Kalplerin eksik olmaz böyle zayıf halleri:

Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum,

Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum.

Öyle günler gördüm ki, dost dediğim insanlar

Ben yanına varınca dudağını kıvırdı.

Bir zamanlar yanımda ağız açmayanlar

Sırtımı sıvazladı, bana öğüt savurdu.

Silahsız gördüğüne saldıran kahramanlar

En alçak tekmelerle beni yere devirdi.

Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı.

Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.

Öyle günler gördüm ki, tabanca sakağımda

Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı

Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda

Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı

Tabancanın namlusu ısındı yanağımda,

Parmağım istemedi tetiğini çekmeyi

Bir sonbahar yağmuru gibi içim ağlardı

Bir şeyler fakat beni yaşamağa bağlardı.

Ey bir tane sevgilim, ben bugün yaşıyorsam

Sanma ki hayat tatlı, insanlar hoş olmuştur,

Dağ başında bir kaya gibiyim şöyle dursam

Etrafım eskisinden daha bomboş olmuştur

Yalnız sana borçluyum bugün dünyada varsam:

Seni her andığımda gözlerim yaş olmuştur

Yaşlar ki bir ırmaktır, dertleri sürür gider,

Gözyaşları içinde seneler yürür gider.

Yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman,

Bana: Yaşa der gibi gülen senin yüzündü.

Dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman

Bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı.

Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman

Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi.

Sen aklıma gelince her şey gülümserdi.

Ağaçlar şarkı söyler, rüzgar tatlı eserdi.

Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:

Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.

Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:

İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.

Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:

Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.

Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,

Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.

Sabahattin ALİ

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here