Vakit Varken Yaşamalı

0
95

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah. Bu sabah güzel bir hikâye var dağarcığımızda… Umarım beğenirsiniz. Sağlık ve sevgiyle kalın. Yase

Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur

Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra “Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri, bakalım bulabilecek misiniz?” dedi… Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu… Döndüm… Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi bana gülümseyerek bakıyordu… “Ben Rose” dedi… “Benim adım Rose, yakışıklı… 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?” Güldüm.. “Tabii” dedim.. “Hadi sarıl bana..”

Öyle sımsıkı sarıldı ki… “Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin?” diye şaka yaptım… Minik bir kahkaha ile yanıtladı: “Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..”

Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık.. Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestr boyunca Rose kampusun ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu… Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu..

Sömestre sonunda, Futbol Balosu’na davet ettik, Rose’u konuşma yapması için… Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok… Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi… “Ne kadar beceriksizim, değil mi? Özür dilerim… Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz.. Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil… Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?”

Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı: “Yaşlandığımız için, eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz.. Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız.

Genç kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır: Her gün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak… Bir rüyanız olmalı mutlaka… Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz. Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok… Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır.. Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiç bir şey yapmadan, hiç bir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz…

Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiç bir şey yapmadan, hiç bir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir. Asla pişman olmayın… Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü.. Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır… Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır…”

Ders yılı sonunda Rose yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi… Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü. Cenaze törenine iki binden fazla üniversite öğrencisi katıldı. “Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını” hepimize, hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu… Rose’un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı: ‘Çok geç diye bir zaman yoktur!..’

& & & & &

Öpücük

Çoğu zaman pek çok şeyi çocuklardan öğreniriz. Bir süre önce, bir arkadaşım, 3 yaşındaki kızını, bir rulo altın renkli kaplama kağıdını ziyan ettiği için cezalandırmıştı. Durumları iyi değildi ve kızının kağıtları, ağacın altına koyacağı bir kutuyu süslemeye harcaması onu çok sinirlendirmişti. Buna rağmen, küçük kız, ertesi sabah hediyeyi babasına getirdi ve “Bu senin için babacığım” dedi.

Arkadaşım, gösterdiği tepki için kendini suçlu hissetti, ama kutunun boş olduğunu görünce için için sinirlenmekten de kendini alamadı. Kızına bağırdı: “Birine bir hediye verdiğin zaman içinin dolu olması gerektiğini bilmiyor musun?”

Küçük kız babasına yaşlı gözlerle baktı ve şöyle dedi: “Ama babacığım, kutu bos değil ki. Ben kutunun içine öpücüklerimi üflemiştim. Hepsi senin için babacığım.”

Babanın içi paramparça olmuştu. Kızını kucakladı ve onu affetmesi için yalvardı. Arkadaşım bu altın renkli kutuyu yatağının başucunda yıllarca sakladığını anlattı bana. Ne zaman cesaretini kaybetse, kutunun içinden hayali bir öpücük çıkarıyor ve onu oraya koyan çocuğunun sevgisini hatırlıyordu. Gerçek anlamda bakmak gerekirse, her birimiz arkadaşlarımız ve ailelerimiz tarafından bize sunulan karşılıksız sevgi ve öpücüklerle dolu altın renkli kutulara sahibiz. Dünyada sahip olabileceğimiz daha değerli bir şey olamaz.

Günün Şiiri

Şiirin İnce Mührü

“bir çöl bitkisinin susamışlığıyla özlüyorum seni”

diyen Gioconda Belli’ye

geceye okşanan ruhumun

gizemle vurduğu çanla ışıyor gün

teninin beyaz yamacına

sen yine de sevme beni

sevildikçe çünkü daha da iniyorum

yalnızlığın bazaltına

akrep zemheri bir uğultu gibi dönüyor kulağımda

özsuyun dalgasını yutan şehveti

hayatın buğusuyla soyunuyor beyaz imgene

şehrin bütün gölgelerinde

yaklaşan kuytuluğu ayaklanıyor eylülün

ve zaman yenik zamanla yenildik diyor

mağrur görüntüsüyle yıkılan duvar

kuyuları bütün kıyıları tek tek dolaştım

hayat şiirden

kanayıp dinmemek aşktan ibaret anladım

kuyularda çocuklar

kıyılarda kumsallarla ayaklanmış

aşklar siliniyordu

bağışlanmamış bir sunaktım kayıp lâhit ya da

gecenin sol göğsünde kimsesiz unutulan.

bir serenat dillenirdi şiirin ince mühründe

saçta unutulan kadim kış ve

keskin soğuk vardiyanın tene sürtünen sesiyle

ayın kızıllığı der ki

kifayet şiirde değil gecededir

her şair bir gecenin artığı

usun ilahi doğurganlığında açan gül

sonbaharın sararttığı yaprağıyla geçeğendir

geceye okşanan ruhumun

tutkuyla vurduğu çanla ışıyor gün

teninin beyaz yamacına

ve üstüne toprak dökülmüş bir nehir

akıyor parmaklarımdan

besbelli yeni bataklık arıyor birileri

sen yine de sevme beni

şiirin ince mühründe sevgilim

yankılı çocuk sesleri çağıldıyor

Azad Ziya EREN

Günün Fıkrası

Baba oğluna nasihat vermektedir: “Oğlum arabada yaşlı birini ya da bir bayanı görürsen hemen yer vereceksin.”

Çocuk tam evet diyecekken masanın üzerindeki babası ve annesine ait fotoğrafı görür. Orada babası oturuyor, annesi ise ayaktadır. Çocuk merak edip sorar: “Baba sen orada niye oturuyorsun? Hem annem niye ayakta?”

Baba lafı düzeltmeye çalışır ama çocuk ısrarla aynı soruyu yinelemektedir. Baba en sonunda dayanamayıp söyler: “Bak oğlum, o fotoğrafı annenle evlendiğimiz günün ertesi günü çektirmiştik. O gün ne annende oturacak hal, ne de bende ayakta duracak takat vardı.”

Günün Sözü

Beş şeyden önce beş şeyi ganimet biliniz
-İhtiyarlık gelmeden gençliği,
-Hastalık gelmeden sağlığı,
-Fakirlik gelmeden zenginliği,
-Meşguliyet gelmeden zamanı,
-Ölüm gelmeden ömrü…

Hz. Muhammed

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here