Şehit Haberleri Gelmeye Devam Ederken… Ve  Fikret Otyam!

0
104

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Seçimler geçeli üç ay olmak üzere hala hükümet kurulamadı. Bakalım şimdi MHP koalisyon için ne yanıt verecek AKP’ye? Tabi falcı olmaya gerek yok. Yeniden sil baştan yapılacak. Yine başa döneceğiz. Ülke kan gölüne döndü, her gün en az üç şehit haberi birden geliyor. Evlerden feryat figan eksik olmuyor.  Biz hala görüşmelere devam ediyoruz sonu dünden belli olan. Hainler, Hatay’ı da hedeflemişler, karakollarda patlamalar, yol kenarlarına mayın döşemeler! Bu yüzden daha dün gencecik bir insan bacağını kaybetti mayın patlamasından, tek tesellimiz can kaybının olmaması. (yani şimdiye dek?) Sokağa çıkan kimsenin eve sağlıkla döneceğine dair bir güvencesi kalmadı artık. Her an yüreğimiz boğazımızda dolaşıyoruz.

Burada askere gidecek gençler, günler öncesinden arabalarına kocaman Türk bayrağını asarak   dolaşıyorlar, günü gelince de Gazipaşa otogarına kadar uzanan bir araba kuyruğu eşlik ediyor onlara, davul zurna ve halaylarla. Eskidende böyle uğurlanırdı gençler ancak şimdi bilenmiş bir milliyetçilik duygusu ve savaşa hazırız mesajı vererek uğurlanmaları dikkat çekiyor. Bu da hepimizi derinden etkileyip korkutuyor. Korkunç bir hızla ayrıştırıldığımızı gördükçe kahroluyoruz.

Sanki hep birlikte çıldırdık! Kan avcıları her saniye biraz daha artmakta. İnsanlık suçları işleniyor her dakika ve ne yazık ki bizler hala işin vahametinin tamda ayrımında değiliz. Sanki her şey rutinmiş gibi davranıyoruz. Şehit haberlerini veriyor gazeteler perişan oluyoruz. Yüreğimiz kavruluyor. Ama haberler bitiyor eğlence programları devam ediyor. Bunu da anlamakta zorlanıyoruz? Ülke kan revan açılım saçılım efsane olmuş biz kendi rahatımızdan asla taviz vermiyoruz, geniş kahkahalar neşeli gezilir falan. Kendi hesabıma gülmeyi unuttum bu doğru bir şey değil tabi. Ancak içimden dolu, dolu muhabbet etmek ya da kaygısızca davranmak gelmiyor. Babasız kalmış çocukları, eşsiz kalmış gelinleri, evlatsız kalmış ana babaları düşünmekten, ayrıştırılmaktan, sen ben olacağız korkusundan. Ve ülke kan gölüne dönmüşken…

Fikret Otyam

Ve biz bu korkularla yaşarken, bir dev yitirdik. Ressam, gazeteci, yazar, daha öncede yazmıştım. Onu Cumhuriyet Gazetesinde yazarken yazılarından tanıyorduk çocukluktan. Gençliğe adım attığımız ilk evrelerinde. Yıllar sonra yolumuz Gazipaşa’da kesişti. İlk kez orada yüz yüze geldik. Durakta araba bekliyorduk, 20 yıl öncesi  bir Temmuz sıcağında bizi arabasına buyur etmişti. Yol boyu konuşmuştuk, Cumhuriyet Gazetesinden kendi isteği ile emekli olmasından Gazipaşa’nın  onun için artık bozulmaya başlayan bakirliğinden, oysa biz daha yeni tanışıyorduk Gazipaşa ile ve bizim için daha çok sakin ve bakir bir yerdi Gazipaşa! Ve bu yüzden şaşırmıştık oysa şimdi bizde aynen onun hissettiği gibi hissetmeye başladık. Yani artık buradan da ayrılma zamanı geldi gibi?

fikret otyam

Gazipaşa kalesinin yamacında denize bakan gözlerden uzak ağaçlar arasındaydı evi. Şimdi orda başkaları oturuyor. Ve Gazipaşa yat limanı inşaatı yıllardan beri devam ettiğinden ve aptal oteller sosyal konut görümündeki yazlıklar balkonlarından çarşafların çamaşırların eksik olmadığı  ve plajında mangaların yandığı et duman kokusunun insanı boğduğu bir yer olduğu için artık o evin ne konumu ne de bir değeri kalmamış durumda. Kaleye tırmanmak için evin önünden geçerdik. Sanki bir mabedin önünden geçer gibi. Ama geçenler de yine tırmanmak  için kaleye oradan geçerken geçmişten çok bir şey kalmadığını üzüntüyle gördük. Usta henüz hayattaydı kulaklarını çınlatmıştık.

Ve yine kulağını çınlatmıştık başka bir konuda. Resim yapacağım boya ihtiyacım var. Gazipaşa’da aranıyorum. Bir kırtasiyeye giriyorum, yılların eskitemediği ama bir adım ileride çekmediği kırtasiyeye. Akrilik boya soruyorum. Yaşlı güngörmüş  kırtasiyeci bana bir kutu boya uzatıyor. Geçmişten kalan on iki renk yan yana sıralanmış. Minnacık. “Bunlar bana yaramaz” dedim. “Burada bulamazsınız” dedi. “Bunları da Fikret Otyam Bey istediği için getirtmiştim” dedi dudaklarında özlem dolu bir tebessümle. Orada bir an durup  selam yollamıştık her nerde idiyse oraya. Hasta olduğunu bilmiyorduk. Yoksa yürekten şifalar dilerdik  kim bilir belki işe yarardı, en azından yazmayı düşündüğü kitabı bitirecek kadar! Keşke…

Dedim ya büyük bir dev kaybettik yeri doldurulamayacak  büyüklükte. İnsan olarak, sanatçı olarak, düşünür olarak. Mekânı cennet olsun. “Gazipaşa’dan taşınıyoruz” dediğinde kendimizi kötü hissetmiştik, biz gelirken o gidiyordu. Ama şimdi büyük gidiş kendimizi daha çok kötü ve terk edilmiş hissediyoruz. Aslında bazı insanların varlığı yetiyormuş. Eşine ve dostlarına sevenlerine başsağlığı diliyorum. Ve şimdi  Fikret Otyam kimdir ona bakalım kısaca…

1926 Aksaray doğumlu Fikret Otyam, eski adıyla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi Yüksek Resim Bölümü’nden 1953 yılında mezun oldu. İki yıl Çallı İbrahim’den ders alan Otyam, öğrencilik yıllarında gazeteciliğe başladı. 1950’lerde ünlü yazarların/şairlerin kitaplarının kapak ve iç resimlerini yaparak çalışmalarını sürdürdü, ancak sergi açmadı. 1953 yılında Dünya Gazetesi Yazı İşleri Müdür Yardımcısı iken işvereni Falih Rıfkı Atay’ın desteği ile Güneydoğu ve Doğu Anadolu illerinde yaptığı fotoğraflı röportajları büyük ilgi topladı. Bu çalışmalarını Cumhuriyet Gazetesi’nde de sürdürdü (1962-1979). “Toprak” adlı senaryosu filme alındı; “Mayın” adlı oyunu Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) tarafından sahnelendi. O tarihe kadar ki grup sergilerinden sonra 1975 yılında ilk kişisel sergisini açtı. Başta ülkemiz olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde çektiği fotoğrafları “Fotoğraflarla Gide Gide” ana başlığıyla uzun yıllar sergiledi. Otyam, 1979 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nden kendi isteğiyle emekli olarak eşi içmimar-fotoğraf sanatçısı Filiz Otyam ile birlikte Antalya’nın Gazipaşa ilçesine yerleşti. Bu tarihten sonra kendini tamamen ana mesleği resme verdi. Aynı zamanda, yabancı dillere de çevrilen, pek çoğu ödüllü elliye yakın kitabı bulunmaktadır.

Ve sevgili okuyucularım şimdi daha sıkı sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım diyorum ve sımsıkı kenetlenelim  ayrım gayrım  ve savaşa karşı. Yase

Günün Şiiri

Eylen Yolcum

Eylen yolcum eylen bir su vereyim

Susuz çöller aşmadın mı yaralı

Hüseyin cemali vardır yüzünde

Beni mahrum etme dost ellerinden şah yollarından

Ben de ayrı düştüm sevdiklerimden

Ok yedim zamane yezitlerinden

Dileğim var Kerbela’nın çölünden

Beni mahrum etme dost ellerinden şah yollarından

Sensin zeynel canım Kabe dediğim

Sana gelen oklar sinemi deldi

Bak ben de susuzum o günden beri

Beni mahrum etme dost ellerinden şah yollarından*

Fikret OTYAM

Halkım

Türkiyelim, türküm, benim garip halkım,

Her zaman görmek istedim seni

mutlular mutlusu,

Bu dünya güzeli yurdumda

Sıra dağlar gibi felaketler

sana kurdukça pusu

Ağulu dizelerle dolup taştı şarkım.

Ulusun döktüğü gözyaşının

Ağusu mermeri deler de geçer.

Kanlar geçer damar damar mermerden,

O, isterse canlanıp yürür mermer.

Meyhanelerde içen şairlerin

Elbette, saygıya değer tasaları.

Söyle, yalnızlıklarından başka hangi gölgenin

Ağırlığı altında çatırdar masaları?

Talihsiz sanatçıları memleketimin

Halkımın türküsünden uzakta

içtikçe içerler.

Sonra, birkaç münzevi okuyucunun

ölümsüzlüğünde

öbür yana göçerler.

Kına beni, arkadaşım kına:

Yalnız, şunu bil ki rahattır içim,

Ellerim bulaşmadıkça ihanete,

Ellerim batmadıkça kana.

Kırk yıl geçtiğim yolları

İncileriyle süsledim gözyaşlarımın,

Gelip geçmesi için ulustaşlarımın,

Bağışlarım da beni bilmeyerek

bıçaklayan insanımı,

Bağışlarım bilmeyerek alsa da canımı

Suratıma bilerek tükürene beslerim kin.

Dikilir durur ortasında tanyerinin

Şair nöbettedir insanlar uyusun

Şiir nöbettedir insanlar uyusun,

Bu topsuz, tüfeksiz nöbetçinin

Gölgesinde korkusuz canlar uyusun.

Ne güzel ölümsüzlüğü

halkların,

halkların.

Sonra, onların göğüslerinde yatan

Mutluluk düşlü şarkıların.

Oturur bir yanda şairler

Uzatıp başını sözcüklerin aralığından

Söyler içinin zifir gibi karanlığından

Leyla’yı, Şirin’i güldüren türküler.

Halksa, öbür yanda döker gözyaşı,

Yatar acıdan ısırır

toprağı, taşı.

Sözcük sultanları

gönüllerinin harem dairesinde

unutur giderler

ulusçul kayguyu, telaşı.

Güzel halkım,

Senden bir tek alkış beklemeden

Salt senin için ağladı durdu kırk yıl

binlerce şarkım.

Bitirdim nice dert okulunu,

Yalnız, şununla öğünebilirim

Birgün işçime ihanet etmedim

Birgün ihanet etmedim insana.

Bin bir yerinden vurulmuş yüreğimi

Ah, anlatabilsem bir gün sana.

Hasan İzzettin DİNAMO

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here