Kendi Düşüncelerimize Takılıp…

0
60

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Zamanla yarışıyorum, bir sürü işi tam söz verdiğim anda bitirmek için. Ne kadar garip? Zamanında bitiyor işler! Ancak siz kendinizi o zamanın dışında algılıyorsunuz? Zamanla yarışıp zamanın dışında olmak nasıl bir şey?

Orhan İhsan Anlar -Puslu Kıtalar- adlı kitabında boşluktan ve boşluğa tapan bir tarikattan söz eder.

-Sen hiç boşluğa tapanları duydun mu?

-Boşluğa tapanlar mı?

-Bunlar bir Frenk tarikatı. Yaratılmamış olanın, yani boşluğun gücünü gören insanlar?

Düşünüyorum. Yaratılmamış bir şey var mı bu dünyada boşluk dâhil. Eğer doluluk varsa boşlukta vardır. Yani bardağın suyunu dökersiniz bardak boş kalır! Bazen hem bedenen hem ruhen kendimizi yorgun algılarız ve belki yorgunluk ağır basınca boşluk duygusu da kaçınılmaz olur bazılarımızda? Yani ne kadar dolu o kadar boş?

Valla sevgili okuyucularım herkesin bazı zamanları vardı kendiniz saçma sapan hissettiği. Hem var hem yok olduğu ve şimdilerde bendeniz o durumdayım hem gece gündüz çalışan hem gece gündüz yok olan? Hem zamanı kovalayan hem ona inanmayan.

Şimdi zamanım yok boşluktayım! Nasıl düşünüp taşınıyorum ya? En iyisi biz, biraz gülelim. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım  sevgili okuyucularım. Ayrımsız gayrım sız her zaman hep birlikte. Yase

& & & & &

Şehirlinin Efendiliği, Köylünün Sahtekarlığı

Geçmiş zamanlarda bir şehirli ile bir köylü arkadaş olmuştu. Köylü şehre geldiğinde, şehirli arkadaşının evine giderek yerleşir, iki üç ay kalır, dükkanından ve sofrasından ayrılmazdı. Köyüne dönerken, bütün ihtiyaçlarını karşılıksız olarak şehirli dostu karşılardı. Köylü, her şehre gelişinde, şehirli dostunu köye davet eder ve “Sevgili efendim! Sen hiç gezmeye çıkmaz mısın? Köyümüze gelip, ne zaman misafirimiz olacaksın? Allah aşkına, bütün çocuklarını da getir.

Mevsim bahar, her tarafta güller açmış, çayır çimen yeşillenmiştir. Yeni açılmış çiçeklerle, gözlerini dinlendir. İstersen yazın meyve zamanı gel. Her çeşit meyveyi ve sebzeyi taze taze ikram edeyim, sana hizmet edeyim. Beni mutlu etmiş olursun” derdi. Şehirli köylünün bu ısrarlı davetinden kurtulmak için, her seferinde “geleceğim” diyerek başından savardı. Bugün, yarın derken, aradan sekiz yıl geçti. Köylü her yıl gelir, aynı ikramlarla ağırlanır, giderken de, “Efendim, ne zaman geleceksiniz? Yine kış geldi çattı” diyerek davetini tekrar ederdi.

Şehirli dostu her seferinde bir bahane bularak, “Bu yıl, filan yerden misafirlerim geldi. Gelecek yıl önemli işlerimden yakamı kurtarabilirsem, köyünüze gelmek istiyorum” derdi. Bunu duyan köylü, üzülür, adeta yalvararak, “Ey kerem sahibi dostum! Çoluk çocuğum sizi hasretle bekliyor. Ziyaretinizi daha fazla ertelemeyin” diyerek, beklentisini tekrar ederdi. Köylü, her yıl leylek gibi gelip şehirli dostunun damına konmaya devam etti. Ev sahibi de, her sene parasından ve malından cömertçe harcayarak, sabah akşam sofralar kurup, yedirip içirdi. Misafirine kol kanat gerdi.

Köylü, son ziyaretinde üç ay kaldı. Gördüğü misafirperverlikten utanarak, “Ne zaman sözünde durup hanemizi şereflendireceksin? Beni aldatıyorsun” dedi. Şehirli, “Canım, ben de sana gelmek istiyorum. Elimden bir şey gelmiyor. İlahi takdir neyse, o oluyor. İnsan yelkenli gemiye benzer. Rüzgarı veren Allah’ın, gemiyi ne tarafa sürükleyeceği belli olmuyor” dedi.

Köylü şehirlinin elini tutarak, “Allah için olsun” diyerek, üç kere yemin ettikten sonra, “Ey kerem sahibi dostum! Çocuklarını al, gel de ikramımı gör” dedi. Her sene, köylünün bu ısrarlarına şahit olan hanımı ve çocukları, “Baba! Ay, bulut gölge de yolculuk yapar. Köylü dostumuza bu kadar hakkın geçti. Onun için birçok zahmete katlandın. Masrafa girdin. Sıkıntı çektin. O da bizi misafir ederek, hakkını ödemek istiyor. Bize de, ‘Babanızı kandırın da köye getirin’ diye, gizlice ricada bulundu” dediler.

Şehirli, çocuklarına, “Söyledikleriniz doğru. Fakat, iyilik ettiğin kimsenin şerrinden sakın” diye bir atasözü var. Ben dostluğumuzun bozulmasından korkarım. Dostluk, son nefesin tohumudur. Ahiret günü içindir. Allah rızası içindir” dedi. Çocuklar, “Baba! Bizim de gezip oynamaya ihtiyacımız var. Haydi bizi kırma” dediler.

Bunun üzerine şehirli köye gitmeye karar verdi. Hazırlıklar tamamlandı. Götürülmesi gereken eşyalar hayvanlarına yüklenip yola çıkıldı. Çocuklar sevinerek arabanın önünde koşuyor, köyde meyveler yiyeceğiz diye seviniyorlardı. Gidecekleri köyün yolunu bilmediklerinden, bir ay boyunca köyden köye dolaşıp durdular. Gündüz güneşten yüzleri yandı, gece ise ay ile yol bulmayı öğrendiler. Karada yaşayan kuşun, suda eziyet çektiği gibi sıkıntı çektiler.

Sonunda kendileri aç ve yorgun, hayvanları yemsiz ve otsuz, davet edildikleri köye ulaştılar. Nasılsa köylü dostları, bin bir ikramla onlara çektiklerini unutturacak, hizmetlerinde kusur göstermeyecekti. Dostlarının evini sorup buldular. Kapısını çaldılar. Fakat kapıyı açan olmadı. Şehirli bu kabalıktan çok üzüldü. Onca yol gelmişlerdi. Açlıktan ve yorgunluktan kıpırdayacak halleri kalmamıştı. Gecenin ayazında, gündüzün güneşinde, beş gece kapının önünde kaldılar. Şehirli evine girip çıkan köylüye selam verdi, davet edip durduğu şehirli dostu olduğunu hatırlattı.

Köylü, “Olabilir. Belki doğru söylüyorsun! Sen nasıl bir adamsın? İyi misin? Kötü müsün? Eve almam doğru mudur? Bilemiyorum” diyerek umursamaz davrandı. Şehirli, “Yıllardır, aylarca gelip evimde kaldın. Kaç kere soframda tıka basa karnını doyurdun. Her sene, bütün ihtiyaçlarını temin ettim. Sayısız iyiliğim oldu. Bana, nasıl böyle davranırsın? İnsan biraz utanır” dedi.

Köylü, “Ben seni tanımam, ne adını bilirim ne de yerini. Hem ben, dün ne yediğimi hatırlamayacak kadar, gönlüm hayret makamında. Kalbimde Allah’tan başka bir şey yok” dedi. Beşinci gece bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Yağmurun tesiriyle şehirli, “Ev sahibini çağırın” diye köylünün kapısını yumruklamaya başladı.

Yüzlerce ısrardan sonra kapıyı açan köylü, “Ne var? Ne istiyorsun?” diye sordu. Şehirli, “Bak, bugüne kadar sana yaptığım iyilikler helal olsun. Kanımı döksen bile helal olsun. Yeter ki şu yağmurda başımızı sokacak bir yer göster. Allah için sevap kazan” dedi. Köylü, “Şurada, içinde bahçıvanın kurt beklediği bir kulübem var. Bahçıvanın görevini sen üstlenirsen, çocuklarınla orada kalabilirsin. Yoksa dilediğin yere git” dedi.

Çaresiz kalan şehirli, bu teklifi kabul etti. Ailesiyle o daracık kulübeye sığındı. Gecenin karanlığında, yağan yağmurdan perişan olmuşlardı. Bütün gece hepsi, “Allah’ım, bu bize layık, bu durumu biz hak ettik. Alçaklarla dost olanlara, insanlıktan uzak olanlara, iyilik yapanın sonu böyle olur” diye birbirlerine dert yandılar.

Şehirli eline ok ve yayı alıp kurt beklemeye başladı. Eğer kurt gelir de bir zarar verirse, köylünün, sakalını yolacağından korkuyordu. Gözlerini dört açıp etrafı kolluyordu. Gece yarısı, karanlığın içinde bir kıpırtı duydu. Kurda benzeyen bir karaltı gördü. Yayını gerip okunu fırlatarak karaltıya attı. Hayvan vurulup yere düşerken yellendi. Yellenme sesini duyan köylü, yatağından fırlayıp geldi. “İşe yaramaz adam! Eşeğimin sıpasını vurdun” dedi.

Şehirli; “Hayır, o dev gibi bir kurt” dedi. Köylü, “Ben sıpamı, yellenmesinden tanırım. Bu bilginin doğruluğu, suyu şaraptan ayırt etmem kadar kesindir” dedi. Şehirli, “Gecenin karanlığı ve yağmur seni aldatmasın” dedi. “Yok kardeşim. Ben, sıpamın yellenmesini yirmi yellenme arasından seçerim” deyince, şehirlinin kan beynine sıçradı. Fırlayıp köylünün yakasını yakaladı. “Ey sahtekar ahmak! Bu karanlıkta sıpanın yellenmesini tanıyorsun da on yıllık dostun olan beni nasıl tanımazsın? Sersem herif.”

Günün Şiiri

Vera İçin

Gelsene dedi bana

Kalsana dedi bana

Gülsene dedi bana

Ölsene dedi bana

 

Geldim

Kaldım

Güldüm

Öldüm…

Bende geldim kaldım. Güldüm  sevdim ve ölmedim. Bu yüzden olabilir mi? Suskunluğum. Ya da dört güvercin şiirinde gibi kendimi algıladığımdan mı?

İstanbul

geldi dört güvercin

suda yıkanmak için.

Su mahpushane yalağındaydı.

ve güneş

güvercinlerin

gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.

girdi dört güvercin

yıkanmak için

suyun içine.

ve kederli toprakta dört insan

baktı dört güvercine.

Güvercinler hep beraber

Güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında

uçabilirler

Durdurmaz onları demir ve duvar.

Güvercinlerin yumuşak kanatları var.

Ve kanatlar

Şimdi bur da, şimdi damın üzerinde.

İnsanların kanatları yok

İnsanların kanatları yüreklerinde

Dört güvercin

güneşe varmak için

yıkandı, uçtu sudan.

Nazım Hikmet RAN

(Dört Güvercin Güneşe Varmak İçin Yıkandı, Uçtu Sudan! Ne müthiş bir dizeler ya rabi. Dört  güvercin yıkandı güneşe varmak için ve çıktı sudan… Ben susmayım da kim susun Allah aşınıza ya? İşte bu yüzden sonsuza dek susmak istediğim aslında. Hep okumak için hep düşünmek için…)

Herkes Gibi

Gönlümle baş başa düşündüm demin;

Artık bir sihirsiz nefes gibisin.

Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin

Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,

Bir anda unuttum seni, eminim

Kalbimde kalbine yok bile kinim

Bence artık sen de herkes gibisin.

Nazım Hikmet RAN

Sen Burada Bir Yabancısın…

Bu rüzgârın tadı senin hiç tatmadığın

Bu yolcular bilmediğin bir yerden geliyor

Konuştukları dil ömrünce duymadığın

Gözlerini sakla sen burada bir yabancısın.

Akşam tren raylarına yağmur yağıyor

Devrilmiş bir sokak ayak basmadığın

Çarmıha gerilmiş afişler ıslanıyor

Karanlıkta bir kadın tanımadığın

Bir şeyler söylüyor anlamadığın

Şüpheli oteller üstüne geriniyor

Sen burada bir yabancısın saklanmalısın

Akşam tren raylarına yağmur yağıyor.

Attila İLHAN

Günün Sözü

Geçmişe ait olan ben değilim. Geçmiş bana ait.

Mary Antin

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here