Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hepimiz yürekten üzgün ve kırgınız, sokağa dökülsek de, evde otursak ta, haykıra, haykıra ağlasak ta, içten içe gözyaşı akıtsak ta, çocuklarımıza bakarken gözlerimiz dolsa da, diğer çocukları düşünerek ve gülsek de yeri geldiğinde yemek yesek acıktığımızda, yine üzgünüz, yine incinmiş, yine kırılmış, yine nahifleşmişiz.
Ve bazen öfkeden çıldırmış olsak ta yinede suskunuz… Çünkü tepkimizi gösterme becerimiz yalnızca bu kadar! Üzüntüden aklımızı yitirmiş olsak ta bu kadar! Başkaları bağırır, konuşur, sokağa çıkar, haykırır onunda tepkisi budur ama üzüntüsü diğerinden az yâ da çok değildir. Ancak bir gerçek vardır tepkiler ne olursa olsun, küçüğünden büyüğüne kadar hepimiz çok üzgünüz ülkemizde yaşananlara…
Ancak ve her şeye rağmen hayat devam ediyor. Ve biz acılarımızla an ve an büyüyoruz… “Neden içim acıyor, bedenim bölünüyor, neden ama neden hala güneş doğuyor, neden yer yerinden oynamıyor, neden susmuyor her şey, neden gün dönüyor geceye, gece gündüze?” diye isyanla, hayretle, söylenir dursak ta hayat devam ediyor.
Pencereden bakarken, yâ da uyanırken uykudan. Yine küçülüyorum kendimce ve gün doğmasın istiyorum üzerime. Bunca üzgünken!!
Neyse ki, istesem de küçük kalamıyorum çünkü büyük olan tarafım bazen ağır basıyor. Ondan uzak olmaktan korkarak…
Aslında korktuğu şey diğer yarısı… Buna rağmen yine de “biz” oluyoruz içimiz bunu kabullenmekte zorlansa da bazen, dilimiz her an “keşke lal olsaydı konuşamasaydım, gözüm kör olsaydı da görmeseydim” desek de. Beraberlik içinde, özellikle bu günlerde el ele ve yürek yüreğe, sen ben, ayırmadan.
Hep birlikte “biz “olarak yaşamak, temel hedefimiz olmalı son nefesimize dek sevgili okuyucularım. Ve hep şimdi sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım. Ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Çocuktan Al Haberi
Öğrenciler ders dinlemekten, ödev yapmaktan ve çalışmaktan usanmıştı. Medresede iken, gözleri hocada, kulakları sokaktaydı. Bunalıyor, sokakta oynaşan küçüklerin seslerini duydukça çileden çıkıyorlardı. Ders bitimini sabırsızca bekliyor, biter bitmez sokağa koşuyor, oyuna dalıyorlardı.
Bir gün ders arasında, hocanın en azından bir süre medreseye gelmemsini sağlamak için ne yapabileceklerini konuştular. İçlerinden biri, “Arkadaşlar…” dedi. “Hocamız hastalansa mesela, şöyle bir hafta gelmese… Hı, nasıl olur?” dedi.
Öteki, “Adam taş gibi!” dedi. “Hiç hastalanmaya niyeti yok!” Cin fikirli biri, “Ama her an olabilir bu!” dedi. “Benim bir önerim var.” deyince, ötekiler atıldı, “Nedir, anlat hele…”
Ertesi gün derse erkenden girdiler. Hocayı beklemeye başladılar. Hoca girer girmez, biri, “Hayrola hocam…” dedi. “Hasta mısınız? Yüzünüz sapsarı!” diye sordu. Hoca, “Yoo..” dedi. “Allah’a şükür hiçbir şeyim yok, gayet iyiyim.” “Bilmem!” dedi öğrenci. “Ama kötü görünüyorsunuz.”
Hoca kuşkulanmaya başladı. Az sonra, derse geç kalan bir başka öğrenci girdi. İzin istedi, “Hadi geç.” dedi hoca. “Bir daha olmasın ama!” Çocuk yerine geçerken, şaşırmış gibi bakınca yüzüne, Hoca, “Ne oldu, niye bakıyorsun?” diye sordu.
Çocuk, “Hocam geçmiş olsun rahatsız mısınız?” diye sorunca Hoca’nın vehmi arttı. “Niye?” diye sordu. “Kötü mü görünüyorum?” Çocuk, “Hocam kötü de söz mü, basbayağı hastasınız siz!”
Sonra sırayla bir başka, öteki, diğeri, beriki derken Hoca da inandı hasta olduğuna. Kendi kendine, “Allah Allah…” diye mırıldandı. “Yahu sabah hanım nasıl fark etmedi yüzümdeki solgunluğu. Tabi ya, aklı başında değil ki… Beni düşündüğü mü var, kendi derdinde kadın.”
Yine de derse başladı ama kaygı içinde ne anlattığını ne dinlediğini bilemedi. Çocuklar alışılmışın aksine gürültü yaptı, kafasını kazan gibi şişirmişlerdi.
Akşam eve dönerken Hoca artık kendini hasta hissediyordu. Eşini payladı, “Kör müsün!” dedi. “Herkes yüzümün sararmış solmuş halini gördü de sen görmedin? Çabuk yatağımı hazırla, ayakta duracak halim kalmadı!” Kadın, “Ayol senin bir şeyin yok, istersen getireyim aynayı bak, boşuna vehimlenmişsin!” dediyse de inandıramadı.
Hoca, abartarak, “Daha konuşuyor, ser şu yatağımı, baksana bedenim tir tir titriyor” dedi. Karısı yatağını hazırladı. Yattı, yorgunluktan başını yastığa koyar koymaz uyudu.
Çocuklar sabah bayram sevinci içinde herkese söyleyip, yaydılar Hoca’nın hasta olduğunu. Akın akın ziyaretine koştu insanlar, “Allah Allah yahu yeni haberimiz oldu, hayırdır neyin var, geçmiş olsun” dediler. Hoca, “Yahu sormayın benim de haberim yoktu, çocuklar fark etti, meğer bayağı hastaymışım!” dedi. Kaynak: Hikmet Öyküleri Kitabı-Timaş Yayınları
Günün Şiiri
Sonbahar Şiirleri
28 Ekim 1945
Itır saksısında art
Sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
Bana öyle Uzaktaki şehrimin
damları üzerinden
ve Marmara denizinin
an koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları
ve akıllı toprağıyla sonbahar…
dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı…
20 Kasım 1945
Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
ovada güz nadasları yapıldı
çoktan, tohum saçılıyor.
Ve zeytin devşirilmekte.
Bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
Bense hasretinle dolu
ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursa’da…
gelir ki
belki bin yıllık bir ömrün
macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ güneşin altında
el ele yalınayak koşan
hayran gözlü çocuklarız…
Nazım Hikmet RAN
Günün Fıkrası
Bektaşi yoksulluktan bıkmış, ellerini açıp dua etmiş: “Allah’ım, şu canımı al da kurtar beni bu sefil dünyadan.” O sırada yanından geçtiği binanın duvarları yıkılmış. Bektaşi canını zor kurtarmış, ellerini havaya kaldırmış: “Allah’ım kırk yıldan beri ’bana biraz dünyalık ver’ diye sana dua ettim, beni dinlemedin. Şimdi hemen Azrail gönderdin…
Ne Kadar Değişmişsin
Bektaşi bir gün eski dostlarından birine rastlamış. Evvelce, pek kılık kıyafet düşkünü olan bu dostunu şimdi pek mükellef bir kılıkta görünce garipsemişse de, bir şey sormaya lüzum görmemiş. Yalnız, onunla konuşu konuşa evine gitmek için: “Azizim! Burada ne bekliyorsunuz? Buyurun, beraber gidelim. Hiç olmazsa eski günlerden konuşuruz” demiş.
Fakat adam bu teklifi kabul etmemiş: “Beni affetseniz. Burada beklemeye mecburum” diyerek cevap vermiş. Bektaşi nasılsa bir meraka kapılmış. Sormaya başlamış: “Birini mi bekliyorsun, azizim?”
“Evet. Eşeğimi getireceklerdi.”
“Eşeği ne yapacaksın?”
“Vallahi dostum, şimdi üç adım bile yaya gidemiyorum.”
“Yaaa! Demek ki sen, eşek olmayınca üç adım bile gidemiyorsun, ha? Vah, vah, vah. Meğer ne kadar değişmişsin.”
Günün Sözleri
İsterseniz yanlış düşünün ama her durumda kendi kafanızla düşünün.
Doris LESSİNG
Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsın.
Confucius
Dostluk, toprak bir maşrapa gibidir, önemsiz bir nedenden birdenbire kırılır ve bir daha kullanılmaz.
Cicero
Herkes aynı fikirdeyse, hiç kimse yeterince düşünmüyor demektir.
Mevlana
Bana güç veren zaferlerim değil, yaşamdaki yenilgilerimdir.
Sidney POYNTZ