Demir Parmaklıklar Ardındaki Çocuklar…

0
117

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Siyasi partiler seçim turlarına başladı. Heyecan sıfır sokaktaki halkta… Bıkkınlık, inançsızlık son safhada… Eğer bu kadar bıkkın olmasak kızgınlık, öfke ve isyan var diyeceğim ama ne yazık ki sinirlenecek, düşünecek enerjimiz kalmadı. Partiler seçim beyannamelerini bir bir anlatmaya başladılar. Hep bildik ama bir türlü güven vermeyen. Kendi hesabıma zaten kimseye güvenmiyordum şimdi tümden güvenmez oldum ve oyumu gerçek anlamda doğru bildiğim için değil zorunda olduğum için kullanacağım.

Bu arada eğer nacizane bir tahminde bulunmam gerekirse, inceleme ve gözlemlerime göre İskenderun’da CHP bu seçimde ödünç verdiği oyları geri alacaktır diye düşünüyorum. Sayın Riyat Kırmızıoğlu geçen seçimde bütün partinin yükünü nerdeyse kendisi yüklendiği halde CHP yeterli oy almadığı için dışarıda kalmıştı ancak bu seçimlerde şansı yüksek diye düşünüyorum. Bağımsızların seçime katılmaması büyük avantaj kuşkusuz… Ancak HDP’ye giden oyların geri dönüşü olacağını sanmıyorum hatta bağımsızların oyları HDP’ye akar diye düşündüğümde olmuyor değil. Diğer partilerin oylarında bir artış beklemiyorum hatta inişte olduklarını söyleyebilirim.

& & & & &

Ve havalar sıcak hala yazın son günlerini balkonlarda yaşamak isteyen, sokağımızın afacanları sabahın erkeninden balkonlardalar. Oysa sabahlar serin bu günlerde onların umuru değil. Karşıdan karşıya laflaşıyorlar birbirleri ile. Kafese konmuş kuşlar gibi görünüyorlar yüksek balkon demirlerinin ardından. Bazısı başını sokmuş, iki demir çubuğun arasına, bazısı tırmanmış, diğerleri sımsıkı tutunmuş demirlere minnacık elleri ile. Yaşları daha ancak 3 -4 gibi. Aralarından biri nerden duymuşlar bilinmez. Kendi kendine şarkı söyler gibi uzata, uzata konuşuyor. “balkon kapısı açıkmış oradan bir hırsız girmiş odada uyuyan çocuğu almış gitmiş” diye. İlk duyduğumda tüylerim diken, diken olmuştu. Çocuklarda korkmuşlardı. Ama diğer günlerde bu sözleri yineleye, yineleye şarkıya çevirmişti. Ve artık çocuklardan hiç biri onu dinlemez oldu. Şimdide dinlemiyorlar. Kendi alemlerine dalmışlar hep bir ağızdan konuşuyorlar. Okuldan ve orada öğrendiklerinden…

Seslerine balkona çıktım. O kadar renkli ve gerçekten hapsedilmiş gibi duruyorlardı ki içim acıdı. Resimlenirini çekeyim dedim. Ama fotoğraf makinemi içerden alıp gelene dek sıkılıp içeri girmişlerdi bile. Aynı bizim çocukluğumuz diyemeyeceğim çünkü biz hiçbir zaman öyle demir parmaklıklar arasından kimseyle konuşmadık. Çocuklarımızda tabi, çok şükür… Ne balkonumuzda ne de odalarımızın pencerelerinde demir korkuluklar yoktu. Merdivenlerimiz en büyük sınıfımızdı okuldan döndükten sonra. Gerçekten çok büyüktü dünyamız. Kitaplarımız yolculuk rehberimizdi. Onlarla dünyayı gezerdik. Oyunlarımız yaratıcıydı ve bizim en büyük şansımız aslında ailelerimizdi. Bize verdikleri sözsüz terbiyeydi. Kimse şunu yap ya da bu saatte evde ol dememiştir. Şunu yaparsan ayıp olurda demediler kaybolursan başına bunlar gelir, hırsızlar seni kaçırır falan türünden şeylerle de hiç korkutulmadık. Her şeyi görerek deneyerek öğrenmiştik.

Şimdi bakıyorum anneler kaldırıma oturmuş, transa geçmiş gibi çekirdek çitlerken çocuklarını gözlüyorlar bir taraftan. Gözleri fıldır fıdır. Bir santim öteye gitse anne hemen dikleniyor. Ama çekirdek çitlemeyi bırakmıyor, kabuğu yere tükürüp büyük bir hışımla ayağa kalkıyor. Nereye gidiyorsun sana buradan bir adım ileri gitmeyeceksin diye kaç defa söyleyeceğim diye çekiştiriyor. Çocuk vızıldamıyor bile boyun eğiyor. Ve ben düşünüyorum bu çocuk ilerde yine boyun eğecek mi acaba böyle her şeye?

Ve anneler çocuklarını koruduklarını sanarak aslında onlara ne kadar büyük bir kötülükte bulunduklarının asla ayrımına varmıyorlar. Bizim annelerimiz özel eğitim mi almışlardı çocuk bakımı üzerine? Hayır.. Bizi şu annelerden daha mı az seviyorlardı? Asla ve katha. Ömrümüzce annemizden şimdi duyduğumuz sözler tarzında bir tek sözcük duymadık kardeşimle. Ve bugün bu yaşta duyduğum sözler çocuklara söylenen, tarz ve üslup bakımından tüylerimi ürpertiyor doğrusu. Tabi ki herkes böyle yapıyor demiyorum yalnızca gördüklerimi, duyduklarımı her zaman yaptığım gibi yazıyorum.

Şimdi sizin zamanınız bizim zamanımız aynı değil denebilir. Ancak bu zaman mekan konusu değil. Her zamanın çocukları ve aileleri ayrı ayrıydı kuşkusuz. Biz özgür çocuklardık, sokağımızda, bahçemizde merdivenlerimizde. Ve paylaşırdık arkadaşlarımızla olanaklarımızı. Ancak aramızda paylaşım istemeyenlerde vardı. Onlar dert ederdi imrenirdi. Ve tabi ki bu çok doğal bir şeydi. Hep vardır imrenen ve hep olacaktır. Bu bir zaman mekan işi değildir. Ve çok doğaldır. Çünkü herkes bir dünyadır. Ve dünyalar hep birbirinden değişiktir her zaman ve mekan da. Önemli olan işte ailelerin çocuklarının da bir dünya olduğunun bilincinde olması…

Ve o dünyayı nasıl zenginleştiririm, büyütürüm diye düşünmesi. Biz bir dünya olduğumuzun ayrımında olarak büyüdük. Ve başka dünyaların gezegeni olmadık. Bu çocuklar önce annelerinin ve sonra toplumdaki dünyaların gezegeni olma gibi bir tehlike altında yaşıyorlar gibi algılıyorum. Ve üzmüyorum onları o parmaklıklar ardında gördüğüm için!

Bizim demir parmaklıklarımız olmadığı gibi biz balkon korkuluğunda dolaşırdık. Ellerimizi iki yana açarak minik göğsümüzü rüzgara teslim ederek. Ve o özgür ruhumuz ki bizi şimdi ayakta tutan. En yenilmiş ve ezilmiş algıladığımızda kendimizi.

Ve sevgili okuyucularım yine ve her zaman sağlık sevgiyle birlik ve beraberlik içinde kalalım diyorum. Ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Hüzün
Sessizlik çökünce üzerine
hüzünde kaçınılmaz
gelir çöker yüreğine.
yumuşak karanlık geçmişi döker önüme
akar gözümden bir kaç damla boynumdan göğsüme
Yase

Günün Şiiri

Yeniden Hüzün
İşte yine can sıkıntısı bana bir şiir yazdıracak.
Tırnaklarım uzamış, İçimde yaralı bir aşk.

İçimde yaralı bir aşk ve birkaç piyes ölüsü, birkaç gözyaşı kırıntısı,intihar gelgiti birkaç. Sırtüstü uzandım dünyaya, odamın ampulüne bakıyordum,
ampulün bağlı olduğu borunun tavanda kıvrılışına.

Tavanda kıvrılışına birkaç damla gözyaşının
birkaç damla tentürdiyot, kalbim ağrıyordu, bir yaz günü düştüm sokaklara, karanlık sokaklara düştüm,bir yaz gecesiydi galiba, ürpererek indikçe bayırlardan,kimsesiz ve boş alanlara,

çaresiz, bomboş bir cesettim,bir suyla dolu bir kova
olarak kalmışım dünyada. Herkes kim bilir nerdedir- şimdi? sevgilim…

Kim bilir-nerdesin?

Kalbim -ki bir gün durur- var mıydı acaba?
Ölümü ve tuzlu fıstıkları unutmadım,
bayat tuzlu fıstıkları.
Sarhoşlar kusardı bir de
ben varken orda. Dünya’da. 1965 yılında.

Bir savaş ve hüzün korkusuyla kahvelere dolardı insanlar

Sevgilim! Sevgilim!
“Kanayan yerim benim”
çürük yumurta, bayat pastırma
ve
bamya yenilen bir lokantada
mareşal fevzi çakmak, koca yusuf dünya güzeli fatma dostumdular. Ben o şehirde yalnızdım
bunu kimseler bilemez
gidip gidip rıhtıma
dururdum.

Kör bir dilenci vardı, o da-
dostumdu, beni-
evlendirmek isterdi kızıyla.

Ben içimde bir acıyla
boyna bir resim yapardım.
Sarı kurdeleli kızlara-
hikayeler anlatırdım hatta
uzak dünyalar ve albert aynştayn hakkında.
Onlar
uzun uzun susarlardı.
Güzelim kızları Hürriyet- gazetesi okurlardı Ses ve Hafta.

Her şey o kadar birbirinin
aynıydı, hayat-
akıp gidiyordu sıkıntıyla.
Domino taşlarına ve
bir nehrin akışına benzeyen
cesur ve genç hayat. Akıp giden.
Kitapçı vitrinlerini ve alanları hızla eskiten-
hayat, bazen-
beni heyecanlandırırdı.

Yağmurlu, ıhlamur ağaçlı bir yolda
kocaman, eflatun, bir güneş tıkanırdı gırtlağıma
onu karnıma sokardım.
Güneşi, göğsüme ve karnıma.
Akşam-
beni bulurdu bir koyda.
Kırlara doğru
koşardım bir bağırtıyla.

Az önce ıslanmış kırlara,
serin ve bereketli,
her zaman bağışlayan,
o taze, ve hüzün- anası kırlara…

Sevgilim! Sevgilim
Gece-
yürüyor, Dünya- yürüyor ordularla. Kitaplarla ve matbaacı-

çıraklarıyla. İçimde-
bir dağ çeşmesi akıyor…
Sabah oldu oluyor anında-
eski, külüstür, kömür- yüklü sarı bir kamyonla
yanında durmuştuk, orman-
battaniyeliydi hala.
Bir hastane odasında-
sabaha karşı, yaralı-
bir onbaşı gibi uyuyordu.
Sabaha-
karşı bir hastane odasında-
aklıma çanlar geliyor. Bir adam- kesik çocuk başları satıyor.
Yeniden
hüzünle başlıyorum bir ROMAN
ATAOL BEHRAMOĞLU

Günün Sözü

Beni bende demem, bende değilim
bir ben vardır bende, benden içeri.
Nereye bakar isem dopdolusun
seni nereye koyam benden içeri.
Yunus EMRE

Ey aşk delisi olan, ne kaldın perakende o seni deli kılan gene sendedir sende
Yunus EMRE

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here