Bir Işık…

0
66

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabahKorku filmi gibi izliyoruz ülkemizde yaşananları bir yıldan beri… Ne zaman “sözün bittiği yerdeyiz” dedikse her yeni olayda bir önceki sözü yutmak zorunda kaldık. Ne çok sözün bittiği dediğimiz olayları yaşadık ve yaşıyoruz. Soma dehşeti hala ruhumuzu sarmışken Ok meydanındaki garip olaylarla gerildik. Yitirdiğimiz canlar ve yaralılar. Yüreğimizi tırmalıyor. Ve soruyoruz kendimize “Neler oluyor bize?” İnsan vahşi, doğa da kızgın. Depremler, sel felaketleri… Acı biber dolu bir kuyudayız sanki kime neye dokunsak yakıyor, acıtıyor.

Ve birden bu kuyuda bir ışık parladı dün. Karanlıkları bir nebze aydınlatan… Nuri Bilge Ceylan ışığı… Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği “Kış Uykusu” adlı filmi 67 inci Cannes film festivalinde altın palmiye ödülünü kazandı. Yalnızca bu bile  heyecan ve gurur veriyorken birde ödülün son bir yılda hayatını kaybeden  gençlere adanması!!! Bunun üzerine ne söylenebilir ki? Eline, yüreğine sağlık… Ruhuna sağlık. Senden onlarca, yüzlerce, binlerce olsun dilerim

& & & & &

İGC’nin 51. Yılı Kutlu Olsun

Türk Basın tarihinde önemli bir yere sahip ve gazeteciler cemiyetleri arasında yarım asrı deviren ender kurumlardan biri olan İskenderun Gazeteciler Cemiyeti (İGC), 26 Mayıs 2014 tarihinde 51. Kuruluş Yıldönümünü kutladı. Hayırlı uğurlu ve daim olsun dilerim. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım, önyargıdan uzak sağduyu ile… Yase

 Şubat Güneşi

Duvar boyunca uzanan mermer tezgahın üzerine yerleştirilen sade siyah ince çerçeveli aynanın önünde durdu, kendine baktı. Yüzü çok solgun, gözleri olduğundan büyük ve karanlık görünüyordu şakaklarına doğru uzanan kaşlarının  altında iyice derine batmışlardı. Saçlarını sardığı havluyu çekip aldı. Islak uzun saçlarını şöyle bir silkeledi. Aniden aynaya bir hayal düştü. Saçından sıçrayan su damları ile birlikte at kuyruğu bağladığı saçları görünmez eller tarafından dibinden sıkı sıkıya kavranmış ağır, ağır havaya doğru çekiliyordu.. Korkunç bir ağrı ile kasılıyor bedeni!  Zeynep lal olmuş  aynadaki hayale takıp kalmıştı! Neden sonra gözlerini kırpıştırarak silkelendi kalbi yine hızlı, hızlı atmaya başladı… Sırtından ter süzülüyordu. Çocukluğunun mantıksız korkuların nedeni dün gece  yaşadığı  karabasan ve şimdi aynaya düşen hayal olabilir mi?

Geceyi düşününce yeniden korkuyla titredi. Tüyleri diken, diken oldu. Aniden üşümeğe başladı. Bir an düşecek gibi  yerinde sallandı. Sonra aniden yere bağdaş kurup oturdu. İki elini yüzüne dayayıp bir an öylece durdu, sonra dalgın, dalgın  ıslak  saçlarını topladı. Tek örgü halinde örüp göğsünün üzerine  bıraktı. İçinden  doğan  çılgınca  bir istekle o kalın örgüyü kesmeyi düşündü. Tamda görünmez ellerin kavradığı yerden!  Bu düşünce ile  yerinden kalktı dolaplarda telaşla makas aradı! Aradığını bulunca yeniden yere bağdaş kurup oturdu. Bir elinde makas bir  elinde kalın  saç  örgüsü  öylece bir an  durdu. Tam makası dayamıştı ki  örgünün köküne aklına abisi geldi. Sevgili canının yarısı abisi… Saçlarını o tarardı kendini bildiğinden beri. İlk okula başladığında bile ilk taramıştı saçlarını erkenden uyanan kız  kardeşini  özenle taramış  saçlarını iki örgü yapmış uçlarına kolalı  beyaz kurdeleler bağlamış sonra sevgiye öpmüştü. Hayatının en güzel günlerinden biriydi. Saçlarını  iki yandan örüp başına  taç gibi saran da oydu. Atkuyruğu gibi bağlayanda… Abisinin Mezuniyet  balosunda bile abisi taramıştı saçlarını önden  arkaya sıkı, sıkı toplamış  başına taç gibi minik, minik bahar çiçekleri yerleştirmişti. Zeynep öyle derin bir iç geçirdi ki, eğer  acıdan ölmek mümkün olsaydı  tamda o an ölmüş olurdu. Ama ölüm acıyı sevmiyordu. Elinden makas düştü. Kalın saç örgüsü de…

Ahmet Zeynep’i bir elinde makas diğerinde saç örgüsü banyoda yere bağdaş kurmuş oturur bulunca aralık duran banyonun kapısını ardına dek açıp hayretle “Zeynep” diye bağırdı. “Ne yapıyorsun?” Zeynep yerinden sıçradı adete, elindeki makas yere düştü, sanki Ahmet içini okumuş gibi utanarak “yok bir şey yalnızca düşünüyorum” dedi. Ahmet yanına gelip kızı ürkütmekten korkarak “yeter düşündüğün hadi kalk bakalım” diyerek ellerini uzattı. Zeynep ona uzanan ellere bir an baktı… Sonra can simidiymiş gibi o ellere tutunup kalktı. Kalkarken, koltuk altından bağladığı havlusu düşecekmiş gibi olunca hemen Ahmet’in ellerini bırakıp havlusunu düşmesin diye tutu. Sonra  suratını asıp “Ne dalıyorsun banyoya öyle” dedi “İnsan bir kapı çalar değil mi??”

“Hım tırnaklarımız uzamış bu sabah, özür dilerim ama sende beni kokuttun öyle bir elinde makas” “Ne yani kendimi öldüreceğimi falan mı sandın?” “Hayır canım ne münasebet. Sadece şairin dediği gibi “bir elinde cımbız  bir elinde ayna umurunda mı dünya gibi görünmüyordun da!” “Öyle görünseydim dalmayacak mıydın içeri?” “Bilmem belki daha çok korkardım!!” dedi gülerek Ahmet. “Tamam, tamam anlaşıldı. “Şimdi lütfen çıkar mısın, üzerimi değiştireceğim ama bir dakika  dur. Üzerimi değiştireceğim ama giyecek bir şeyim yok ki” dedi acıklı bir ifadeyle.

“Karşıdaki dolabı açarsan orada giyecek bir şeyler bulabilirsin” diyerek kızın göğsünün üzerinde duran kalın saç örgüsünü parmak uçları ile tutup kaldırdı sonra hemen bıraktı. “Çok güzel olmuş” diyerek dışarı kaçar gibi çıktı. Zeynep silkelenip Ahmet’in işaret ettiği gömme dolabı gitti kapısını açtı. Çekmecelerde hiç kullanılmamış iç çamaşırları, çoraplar, mendiler, yün  kazaklar, ceketler, gömlekler vardı. Zeynep kendine uygun olanları seçip hiç oyalanmadan giyindi. Son olarak açık pembe ince yün bir ceket giydi siyah pantolonun üzerine, pantolon üzerinden düşüyordu ama ona çok hoş bir hava vermişti. Tek örgü yaptığı saçlarını çözüp iki taraftan ördü. Yine taç gibi sardı başına. Salaş dolaşmayı severdi ama dağınık  saçlardan hiç hoşlanmazdı.

İşini bitirince havluları toplayıp kirli sepetine attı. Etrafı düzenleyip toparladı. Dışarı çıktı. Ahmet ortalıkta görünmüyordu. “Ahmet Bey neredesiniz?” diye şarkı söyler gibi  seslendi.  Ama sesine kimse yanıt vermedi.  Salona geçti, salon sandığımdan da büyükmüş diye geçirdi içinden. Üzerinde yattıkları koltukların çarşaflarını battaniyelerini topladı. Nereye koyacağını bilmeden çevresine bakındı. Sonra Ahmet tin odasına götürüp koymayı düşündü. Yavaşça odaya doğru yürüdü. Kapıyı tıkladı yanıt gelmeyince tekrar tıkladı yine yanıt gelmeyince kapıyı yavaşça araladı. Odada kimse yoktu. Geniş aydınlık bir odaydı. Çok sade döşenmişti. Yatağın yanında geniş bir koltuk duruyordu, yanında ufak bir masa ve duvarda raflara dizilmiş kitaplar o kadar. Yatağın başucunda duran komedinin üzerinde minik çerçevelerin içinde resimler vardı. Resimlere yakından bakmak için yaklaştı. Küçük çerçevelerin birinde,  birbirine  sarılmış kameraya gülümseyen iki erkek çocuğunun resmi vardı. Eski bir resimdi. Diğer çerçevedeki resim ise Zeynep’i düşünmeye zorladı. Ahmet kucağında iki yaşında boynuna sımsıkı sarılmış bir çocukla gülümsüyordu.

Zeynep çok düşünmeden battaniyeleri Ahmet’in yatağının üzerine bıraktı. Yatak toplanmış örtüsü  düzenli bir şekilde serilmişti. “hiçbir zaman böyle düzenli olmayı beceremeyeceğim” diyerek hemen odadan çıktı.

Gece düşen sehpayı yerden kaldırdı, tozunu alıp üzerinden düşen bibloları yerleştirdi. Perdeleri çekti pencereleri açtı. Perdelerin açılması ile birlikte önüne nefis bir deniz manzarası serildi. Zeynep buna çok sevindi, denize uzun, uzun baktı, dalgalar hala kızgın, kızgın kayaları dövüyordu. Kaldırımda  birkaç kişi yürüyüş yapıyordu. Bunun dışında etraf son derece sessiz ve sakindi. Soğuk hava onu üşütünce hemen pencereden çekildi. Mutfağa girdi. Arkası Yarın

Günün Şiiri

Eskidendi, Çok Eskiden

Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken,
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.

Murathan MUNGAN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here