Bazen Dalarız En Derine…

0
34

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sabaha karşı yağmur yağması, gizemli  bir dua gibi… Duaya katılıp havalanıyorum, bütün ağırlıklarım üzerimden akıp gidiyor. Bu sabah yağmurlarının ben denize  özel olarak gerçekleşen bir mucize olduğunu düşünüyorum. Ve kaç sabahtır böyle uyanmak, geçici bir dinginlik verirken mutlu olmamı sağlıyor. Ancak yağmur durunca düşte bitiyor. Başlıyor hengâme. Gerçekte yaşıyor olmanın hengamesi. Bütün ağırlıkları. Herkes kendince bir şeyin peşinde ve koşturma ve ses ve gürültü ve istenmeyen her defasında hayretle baktığınız olaylar. Ve gerçek hayat işte bu, içinde  mucizeler  gizleyen.

Kaç zamandır bütün dünyanın ağırlığı belimin üzerinde. Sırt üstü  yatıyorum. Son olarak geçen hafta başında sokağa çıktım arkadaşımla yemeğimi paylaşmak için… Sağlam çıktım ama  eve ne yazık ki çıktığım gibi dönemedim. Bedenim kilitlendi çoktan beri geliyorum diyen belirtileri  görmezden geldiğim için. Sakın ola onları görmezden gelmeyin onlar, çok kompleksli ve affetmiyorlar, görmezden  gelinmeleri. İntikamları çok ağır oluyor. Ve harcayabiliyorlar insanı acımasızca. Ve geliyorum diyenler geldiler topları tüfekleri ile. O günden beri nerdeyse bir hafta olacak. Yatıyorum öylece. Bazen ayaklarımı karnıma doğru çekerek bazen de sırt üstü ense yapıyor gibi.

Uzanarak yatıyorum açık pencerelerden kırlangıçları ve öylece ulu orta sevişen güvercinleri izleyerek onlar nasılda uzun, uzun öpüşüyorlar? Kendimi yasak bir şeyi izliyormuş gibi hissedip utanıyorum. Bakışlarımı kırlangıç yuvalarına çeviriyorum ve içinde bulunduğum bu zoraki ense yapma durumunu unutmaya çalışarak. Bu durumdan huzur çıkarmaya çalışıyorum. Ancak  günler önceden bıraktığım kitaplarım öylece yerlere saçılmış, son içtiğim kahve bardağı devrilmiş  içindeki telve yere yayılmış, cam kırıkları etrafa dağılmış. İçinde  kurabiye pişirdiğim fırının  kapağı açık, soğusun diye öylece bırakılmış. Masanın üzerinde bir vazoda duran portakal çiçekleri solmuş yerlere dökülmüş. Gözlüklerim öylece açık bilgisayarın üzerinde. Arkadaşlarıma kahvenin yanında ikram etmek için hazır bulundurduğum çifte kavrulmuş minik lokum paketi bilgisayarımın yanında daha açılmamış, çatıdaki  çalışma odamda  orda bıraktığım gibi  öylece duruyor.

Dün gece kendimi zorlayarak kalktım yukarı çıktım. Gördüğüm manzara içimi sızlattı. Büyük bir yalnızlık ve hüzün hâkimdi bu odaya. Eğer hiç kalkamasaydım ayağa, ölüp gitseydim. Onlar ardımda böyle kalacaklar! Birileri onları oradan kaldırana dek…

Ve işte yaşıyor olmak yalnızca, günün en büyük mucizesi değil mi? Her sabah yenilenen, her sabah bir diğerinin aynısıymış gibi görünmesine rağmen aslında hiçte aynı olamayan? “Mucizeler günümüzde olmuyor artık” diyor arkadaşlarım. “İnsanlar kirlendi. İnançlar göstermelik, hileli ve bağnaz. Herkes herkesin inancını sorgular, aşağılar oldu. Yediğimiz içtiğimizin bile sahtesi var. Kendimizde bazen sahteyiz ya” diyorlar.

Kesinlikle haklılar kendi  yönlerinden. Ancak ben de diyorum ki, kirlilik her devirde vardı. Savaşlar dünya dönmeye başladığından beri süre gelir. Kardeş kavgası Habil’le Kabil arasında başladı daha başka kimsecikler yokken bile. Ve günümüze dek sürüyor, inanç simsarları her devirde vardı ve var olmaya devam edecek. Tabi iyilerde vardı samimi olanlarda, kardeş  kanı dökmek istemeyen “savaşma sev” diyenlerde. İnançların da samimi olanlar da… Ve her zaman mucizelere inanılırdı ve gerçekleşirdi mucizeler. Onları gören gözler her zaman vardı her zamanda olacak. Ve güneş doğudan doğardı yine doğudan doğuyor ve yine batıdan batıyor… Ve zaman, hep  akar. İnsanlar büyük buluşlar yapar, büyük düşünür uzayı keşfeder, genleri bulur, kopyalama yapar, ölümcül hastalıklara çare arar. Ve bulur ve durmadan çalışır, zaman da durmadan akar. Kardeş yine kardeşi döver, yine kan akar, yine herkes çok konuşur ve yine mucizeler olur gören gözler için.

Benim için her doğum hala bir mucizedir. Güneşin doğması, çiçeğin yeşermesi, ölümde bir mucizedir. Gülümsüyor olabilmek, mucizelerin en harikasıdır hem de ve görebilmek… İşte  bu!!! Ya görürsün ya görmezsin. Önünde tam önünde onunla yaşarsın. Bakarsan, görürsün. Yalnızca bakmayı bil. Ve biz ne yazık ki bakmayı bilmeyiz ve başlarız işte eskidendi her şey ve mucizeler demeye. Arkadaşlarım hayal görüyorsun diyorlar. Aslında hayal gören değil, gerçek hayal, benim, aralarında. Bakmayı bilseler. Çünkü onlarda bir hayal benim için. Bir varmış bir yokmuş… Ve bütün evren, bir varmış bir yokmuş…

Ve bilge olmak her zaman kolay değilmiş. Ve zaman aslında olgunlaşmak için bir  araçmış. Ya değerlenirsin kendi mucizeni bulursun, ya da mucize yok dersin. Herkesin mucizesi vardır bence. Ve onu arayabilirse bulur. Hiç dolaşmadan başka yerde… Yürürse içinden, derinlik bulursa dalacak işte ilk adımlar. Arayan bulur belasını da  Mevla’sını da der atasözü. Bela bulacam diye  Mevla’nı aramaktan vazgeçmek olmaz. Bulacağın aslında kendinsin çünkü.

Ve aramaya devam ederiz  bazen dalarız en derine, bazen yalnızca bakarız doğan güneşe. Bazen döneriz ilk güne. Hiç bilmez oluruz yeni doğmuş bebek gibi ve bazen bunalırız delirecek gibi. Ama hiç vazgeçmeyiz kim demiş ki zaten kolay olduğunu.

Ve işte bazen uyanırız bunları yazarız, bazen şarkıyla uyanır onu dökeriz sayfalar ama hepsi düşündürür  bizi sıradan alelade olmuş gibi olsa da aslında bir işarettir bize bunu da biliriz de yine bazen çok ama çok aptal  ve çok lal olabiliriz. Çokta kör. Kendimizi kaptırıp bir söze onun için acı çekeriz bir bakış içimizde yara olur.

Ve sevgili okuyucularım felsefi olmak için hiçbir neden yokken bazen felsefi olabilmek kendiliğinden bu da bir taşkınlıktır zahar olması gereken sahibi için? Sorgulamaya başlayınca keseceksin. Çünkü  o başka bir  zaman gerektiği. Her şeyi bir anda yapınca  kendin de  çıkamıyorsun işin içinden. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle  hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım, dualarınızı esirgemeyin. Yase

& & & & &

İyi Haber

Arjantinli ünlü golfçu Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı. Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.

Kadının anlattığı öykü de Vincenzo’yu çok etkilemişti, hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine. Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona; “Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın” dedi.

Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, profesyonel golf derneğinin bir görevlisi yanına gelerek; “Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanınıza bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunuzu söylediler bana” dedi. De Vincenzo, evet anlamında başını salladı. “evet” dedi. Görevli, “Size bir haberim var. O kadın bir sahtekârdır. Üstelik hasta bir çocuğu da yok. Sizi fena halde kandırmış arkadaşım.”De Vincenzo; “Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?” Dedi. “Hayır, yok” dedi görevli. “İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber” dedi, de Vincenzo.

Günün Şiiri

EĞER

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde ‘onca ayrılığın birinci dereceden failidir’ denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse…

Evet Sevgili,

Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!

Can Yücel

Günün Sözü

Bir araya gelmek, bir başlangıçtır. Bir arada bulunmak, bir gelişmedir. Beraber çalışabilmek ise başarıdır.
Henry FORD

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here