“Aşk”a Aşığım… (2013 yazısı)

0
136

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Yar deyince kalem elden düşüyor, Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor, Lambada titreyen alev üşüyor, Aşk kağıda yazılmıyor” dese de Abdurrahim Karakoç, kalemi düşürdüğü gönlünden, yazdığı o korlu şiirinde biliyordu aşk derdine çare olmadığını: “Tabiplerde ilaç yoktur yarama, Aşk deyince ötesini arama, Her nesnenin bir bitimi var amma, Aşka hudut biçilmiyor Mihriban.” Mihriban kim?

Yanıtı şiirde: “Sarı saçlarına deli gönlümü, Bağlamışım çözülmüyor Mihriban. Ayrılıktan zor belleme ölümü, Görmeyince sezilmiyor Mihriban…” Farsça güneş anlamına gelen mihr’den hareketle, şairin Mihriban ismiyle açıkladığı sevgilisinin resmi yoksa güneşte mi gizliydi? Sarı saçlar yoksa güneşin ışıkları mıydı? İyi de, bedeni kara kavruk Dünya, aşkın ateşini bir kor gibi düşürüp gönlüne, şairlerden milyonlarca yıl önce aşık olmamış mıydı Güneş’e?

Bu satırlar sevgili arkadaşım Gürcan Özdemir in “EY SEVGİLİ DERDİN NE” adlı yazısından. Yazıyı baştan sona büyük bir zevkle yüzümde geniş  hatta hülyalı bir gülümsemeyle okudum. Aslında aşık olmak değil benim için önemli olan, bu yazıyla bir kez daha anladım. Ben sırılsıklam “aşk”ın kendinse aşığım çünkü. O kadar güzel ki onu anlatmak. Onu anlamak, onu okumak, onu çizmek, onu  izlemek… Ve Gürcan arkadaşım bunu çok güzel yapmış. Abdurrahim Karakoç’un Mihriban şiirindeki Mihriban’a duyduğu muhteşem aşkını yüreğimin en hassas köşesinde bir kez daha duyumsadım. Ve bir kez daha “aşk“ın kendisine aşk oldum… Şeyh Galip, ünlü mesnevisi Hüsnü Aşk’ta…

Sonra, maddesel yolculukta dert, mihnet içinde aranan madde ötesi sevgiliyi, “Kim Aşk Hüsün’dür ayn-i Hüsn Aşk, Sen rah-ı galatda eyledin meşk..” dizeleriyle insanın kendi gönlünde bulup çıkartmasını istiyordu.. Yani, “Aşkın zamiri de, hüsnün sıfatı da sendedir ey insan! Sakın yanlış yollarda meşk tutma!” diyordu… Diyor ya. Yine Gürcan arkadaşımın yazısından… İşte aynen böyle düşünüyorum  aşkın kendisiyim aslında ve ona aşığımm. Ve hasretim aslında. Hasretin seninle olmaktan güzel diyerek… Her defasında.

Ve sevgili Gürcan arkadaşım bu sabah çoktan  okumayı  ihmal ettiğim daha doğrusu sakladığım okumayı, evet böyle yaparım çok zaman. Sevdiğim şeyi saklarım açmam kapağını hazinemin. Korkarım kaçmasın elimden, kayıp gitmesin sevdiğim şeyler paylaşmasın. Aslında kıskançmışım da. Ama kimden? Kesinlikle kendimden. İçimi boşaltmam gerekiyordu sevdiğim şeyi ortaya çıkarmak için. Başka güzellerle etkisi azalmasın diye. Ve böyle yaptım, hafta sonuna dek sabrettim, defalarca döndüm baktım okumak için ama her defasında kaçtım önünden. Ama bu sabah  buluşma sabahı oldu hiç randevu vermeden. Aldım gazeteyi elime ve  okudum sevgilinin derdi neymiş diye.

Okudukça açıldım, okudukça hüzünlendim, okudukça coştum, okudukça bir kez daha aşka aşık oldum. Acaba Gürcan arkadaşım yazarken ne hissediyordu? Böyle bir yazıyı ben yazsam sanırım yorgun düşerdim duygularımın ağırlığından, aynı zamanda ayaklarım kesilirdi yerden, aynı zamanda sinirli olurdum nedensiz. Aynı zamanda neşe saçardım çevreme. Aynı zamanda bir giz paylaşıyormuş gibi mücrim  olurdum. Bir zırhım oluşurdu dışarıdan beni ayıran. Bir ışık diyarında dolaşırdım. Çarşının tam ortasında… En kalabalık saatinde günün…

Ve şimdi okurken ve yazarken de bir zıh var üzerimde ne ses giriyor ne görüntü içine, ne ses çıkıyor ne gürültü içinden ve ne soğuk işliyor ne güneş  giriyor.

Ve böyle olunca nefret ediyor herkes benden. Zırhımı delmeye, içeri girmeye çalışıyor sözde sevgililer. Ve daha çok zırhımla dolaşırsam yaka paça alıp götürecekler en iyisi Merhaba dünya.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım şimdi bir  öykü ile dünyaya dönelim. Dünya dediğimiz şey ise bu günlerde kan revan, acı gözyaşı, pislik bulantı, iki yüzlülük, yalan dolan… Güzel bir tek şey var ki o da bebekler, bu yaz sitemizde en az on bebek dünyaya merhaba demiş. Hepsi birkaç aylık yumuk, yumuk şeker mi, şeker, can mı can… İçimiz sevinçle kabarıyor onlara bakınca. Dedeleri  tarladaki, şehirdeki işlerini bir yana bırakıp havuza  getiriyorlar onları bir sürü dede bir sürü bebek var şimdilere de her yerde neyse ki hiçbiri naz niyaz değil.

Kardeşimle onları sevmek istediğimizde hiç nazlanmıyorlar ve biz onları gelecekleri kendilerinden güzel ve sağlıklı olsun diyerek ellerinden ya da tombul bacaklarından öpüyoruz incitmemeye çalışarak. Ve içimiz hüzünle doluyor, şehit babaların çocuklarını düşünerek ve bir kez daha, bizi bu durumlara düşürenlere, Allahlarından bulsunlar diye dua ediyoruz. Bu kanı akıtanlar, akmasına neden olanları tarih affetmeyecek kanla yazıldı o sayfalar tarihin defterine. Ve tarihimizde ilk kez kan bulaşmış bir seçime gideceğiz.  Ve yazıklar olsun bize ki hala uykudayız. Dilerim geç olmadan açılır  bakan gözlerimiz  görmeye başlar. Yalnızca bakmakla kalmaz.

Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle ve inadına hep birlikte her zaman kalalım sevgili okuyucularım. Sağlık ve sevgiyle kalın. Yase

& & & & &

Tatlı Cadı!!!

Kral Arthur, bir soruya doğru cevap verebilirse hayatı kurtulacak, aksi takdirde ölecektir. Soruya cevap verebilmesi için 1 sene süresi vardır. Soru aynen şöyledir: ‘Kadınlar Ne İsterler?’

Bu soru tabi ki, dünyanın en zor sorusu. Ancak, kralın fazla bir tercih şansı yoktur. Ülkesine geri döner. Türlü alimlere, bilir kişilere danışır ama soruya tam bir doğru yanıt bulamaz. Bu sorunun cevabını sadece yaşlı bir cadı bilmektedir. Artık en son gün gelmiştir ve Arthur mecburen cadıya gider. Cadı soruya cevap verecektir ancak bir şartı vardır.

Cadı cevap karşılığında Arthur’un yakın arkadaşı, en iyi ve yakışıklı şövalyesi ile evlenmek istemektedir. Arthur yıkılır ve bunu kabul edemeyeceğini söyler ve cadının yanından ayrılır. Şövalye olanları duyar, krala koşup hiçbir şeyin Arthur’un hayatından daha önemli olamayacağını söyler. Ve cadıdan cevabı alırlar.

‘Kadınlar Her Zaman Kendı Özgür İradeleriyle Karar Almak İsterler.’

Evet kesinlikle doğru olan bu cevap sayesine kralın hayatı kurtulur ancak, şövalyenin hayatı sönmüştür. Nihayet şövalye için en kötü an yani, gerdek gecesi gelir. Ancaaaakk… Odaya girdiğinde karşısında cadı yerine dünyanın en güzel kadınını görür. Şövalye şaşırır ve sorar. “Sen kimsin?”

Kadın cevap verir: “Ben evlendiğin cadıyım. Ancak gündüzleri son derece çirkin ve geceleri son derece güzel olurum. Ya da, gündüzleri son derece güzel ve geceleri son derece çirkin olurum. Nasıl gözükeceğime sen karar vereceksin.”

Şövalye çok kısa bir süre düşünür. Geceleri mükemmel bir sevgili mi yoksa gündüzleri eşiyle beraber kazanacağı saygınlık mı? Ve şöyle cevap verir: “Nasıl olmak istediğine sen karar ver lütfen, ben senin her haline karşı saygılıyım.”

Cadı bu karar karşısında çok sevinir. “Sen bana seçme özgürlüğünü verdin ve beni kısıtlamadın şövalyem. Bu yüzden ömür boyu yanında güzel ve saygılı biri olarak gözükeceğim.”

Sonuç:Kadınlar, İster, Son Derece Güzel, İster, Son Derece Çirkin Olsun… Her Zaman Cadıdırlar… Ama Tatlı…”

Günün Şiiri

Ödünç Cesaretlerle

1.

gemiden son ayrılan bendim unutarak seyir defterini

unutarak tayfaların denizi kaldıran kavgalarını

bir sayfadan diğerine ödünç cesaretlerle geçerdim

bıçağın bir yüzünde cellat, öbür yüzünde kurbandım

karanlığın gözünden düştüm, ışıktaysa hiç yerim olmadı

bir tören gibi yaşadım aşkı, ayrılığı bir infaz gibi

yoksa her yağmurdan saçakaltı mutluluğu mu kaldı

2.

kıdemli yargıç da inanmıyor sesimin gürleştiğine

sözcüklerim savunma mı ikrar mı

konuştukça kararan cübbemden seçilemiyor

her celse sarı sırmalarımı sökerek söylüyorum

kalbimin tutulacak yanı kalmadı

ne sokakların çok büyük olduğunu hatırlatacak birisi var

ne de oğlunu bana benzeterek ağlayacak bir ana

3.

gemiden son ayrılan bendim

bu çürük tekneden payıma ‘kahraman kaptan’ olmak düştü

işte kara! diye bağırmamak için tek kendimi aldım yanıma

soluk bir çizgi oldu gövdemde sevincin su kesimi

belki de son bir iz, saçları kısaltan tarihöncesinden

ufuk, köpürmesini unutmuş dalgalarla parçalanıyor

sen bağırdıkça azalıyor içimde beyaz bayrak çekme korkusu

“her şey vatan için, her şey vatan için”

“her şey vata niçin, her şey vatan için”

geniş denizlerde parmak izlerin, küçük düştün sulara

bu güz yağmur yağar, saçların gelecek bahara ıslanır

her gün bileklerimi daha fazla yaklaştırıyorum güneşe

ancak böyle şakalar yatıştırıyor alkışlarla yaralı ruhumu

“vatan sana canım feda, vatan sana canım feda”

“vatan sana canım feda, vatan sana canım feda”

Akif KURTULUŞ

Günün Sözü

Bir adama bir kitap sattığın zaman, ona yalnız yarım kilo kağıt, mürekkep ve tutkal satmış değilsin; sen ona tamamen yeni bir yaşam satmış oluyorsun…

Christopher Morley

Saadete erme maksadı dışında insanoğlunun felsefe yapması için hiç bir sebep yoktur.

St. Augustine

Tembellik insanı öyle sarar ve etkiler ki, çalışan bir insanın, tembelliğin kurbanı olmuş bir kişiden daha çok dinlenme zamanı vardır.

Edmund Burke

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here