Sözlerin Bazıları Ok Gibidir

0
76

Değerli Okurlarım, zaman zaman konuşmanın bir sanat olduğundan söz ediyorum ya. Gerçekten de konuşmak çok önemli bir sanattır. Hani arada bir devlet büyükleri “Söz ola, baş kese” diyorlardı hatırlarsınız.

Efendim, bazı sözler ok gibidir, saplanır ve derinlere iner… Koşarsın acıyla. Fakat asıl o oku yedikten sonra yol alırsın. Okun temrini tenindedir. Her adımda acı verir ve senden kopmaz. Çekmeye kalksan canın çekilir adeta…

Artık senden bir parça olan, bir nevi “Sen” olan OK’tu. Sürecin farkında bile olmazsın. O acı hiç bitmez, yarası da iyi olmaz. O nedenler belleğini işgal eder ta ki dünyanı değiştirinceye kadar. Kurşun yemiş bir göğse sarılan kollar gibi; senin de sarılır kolların kendi üstüne ve iki büklüm olursun…

 Boyutları belki uzun ya da kısadır ama uzun-uzun dolaşır zihninde… Sanki başka şeylerin resmidir bu sözler, ok gibidir, başka şeylerin resmidir, bakarsın kendini görürsün… Bir gün dedem şöyle demişti: “Sahibi olan köpeğe bile ilişmek yürek ister” “O ne yaparsa yapsın affedilir, çünkü birini sahip bilir köpek, sahibinin itibarından pay alır…” Bir köpek kadar bile zeki olamaz mıyız?

Devletimize, ülkemize, ailemize öncelikle sahip çıkıp, sadık olmalıyız. Bir poşet nohuda, bir torba kömüre onurumuzu, gururumuzu satmamalıyız. Böyle şeyler bize yakışır mı?

Ulu Önder Atatürk; “He şeyden çok çalışkan olmalıyız” der ama biz nohut yemeğini ve kömürle soba yakmayı çok seviyoruz… Çalışkan olamayız…

Bazı insanlar, zırıl-zırıl aç bile olsalar, “Şimdi yedim geldim” diyebiliyorlar. Ne mutlu onlara… onurlarını, gururlarını satmıyorlar. Ne kadar güzel söz değil mi? Şimdi yedim geldim… O insanlara helal olsun. Onların nohutla kömürle uzaktan yakından ilgileri olamaz. Bazı sözler ok gibidir… Ok… Bazılarına teğet bile geçmez… Bazılarını derinden yaralar… Saplanır ve derinlere dalar o insanların…

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Gönül Köşemden

Hem Hasret, Hem de Yalnızlık…

Değerli Okurlarım, ‘Hasret ve Yalnızlık’ dediğimiz bu iki önemli kavramı yaşayanlar var ya, daha doğrusu bunları alabildiğine yaşayanlar, okyanusun ortasında dalgalara kapılmış gemiler gibidir.

Her an batmaya hazır, evleri yerle bir eden depremlere, bu afetlere her an göğüs geriyor demektir. Mevsimler gelir ve geçer. Ama felaketler iz bırakır, unutulmaz, ölüm gibidir ve belki de daha beteri…

ocal-sanat-20

Şu anda en uzun mevsim olan baharı yaşıyoruz diyelim. İnsanlar mutludur, sırtı birazcık ısınmıştır falan. Bunun sonu yaz deriz seviniriz. Kışın soğuğunda şey gibi titrerken, bahara az kaldı deyip kendimizi avuturuz. Yarınlar çok şeylere gebedir demeyi de ihmal etmeyiz.

Yarım asır önce birinin mutluluğunu tasvir etmek istiyorum… Bir Sonbahar günü, çiseleyen yağmurun altında ve aheste-aheste O’nunla yürümek, ahmak ıslatan da olsa, o yağmura meydan okumak. Yağmurun rahmet olduğunu unutup, O’nun renkli gözlerine, sarı saçlarına bakmak… O kişi sonbaharı çok seviyordur eminim.

Yarım asır önce yine bir Sonbahar’da O’nu toprağa vermiş. Sırtında pardösü ve kaşkol varken, O’nun üstünde sadece beyaz gelinlik gibi kefen. Eminim bu mevsimin ıslaklığını ve soğuğunu teninde hissediyordur O… Bahar ya da sonbahar güzelde, hasret ve yalnızlıktan başka bir şey vermiyor o kişiye. Yanlış yapıyor denilemez.

Bir şair konu ile ilgili şunları söylemiş…

Siz bu işin sonuna bakın, / Yağmurlu günler yakın,

Baharın şerrinden sakın, / Susarım (!) aheste aheste…

Olanlar karşısında susmak zorunluluğu varsa, o cehennem ateşi gibi yakıcı acımasız duyguları yaşamışsanız, üstelik çaresizseniz, acz içindeyseniz, derdinizi de kimselere de anlatamazsınız. Anlatmak da istemezsiniz. Bir muhteremin ruhu taciz olur diye. Ayrıca, yukarıdaki de öyle olsun istemiş. Yazanın kalemi kırılsın diyeceğim ama günaha girmek de istemiyorum. Kader böyle imiş… Eyvallah…

Yine bir şair şöyle söylemiş…

Şu gökyüzünün keyfine bakın, / Rahmet habercisidir kışın,

Yağmura karışmışsa gözyaşın, / Çekerim, aheste aheste…

Bu mısraların içeriğini hem yaşıyorsun ve hem de yazıyorsun. Şu insanlar çok ilginç mahluklar. Nelere katlanmıyorlar ki… En zor koşullarda bile yaşama dört elle sarılıyorlar. Hasret ve yalnızlığı unutmaya çalışıyorlar. Hayret… Çok yaşamak avantaj olarak kabul edilebilir belki. Çok mevsimler gelip geçti üzerimden. Ama son elli yılın baharı ve yağmuru beni ne ıslatabildi, ne de soğuğu üşüttü. Uzun yol dostu dediğiniz, can dostu dediğiniz O’ndan ayrı düşmüşseniz, yüreğinizin kanı durmuyorsa, hasret ve yalnızlık dengenizi bozuyorsa sonbahar ve akşamları dayanılmaz olur, kahrı çekilmez. Bu mevsimin akşamları çok şeyleri çağrıştırıyor. Feleğin acımasızlığı, dostların vefasızlığı, dertlerin insafsızlığı, gönül dostunun yokluğu… İşte sonbahar ve akşamları bana bunları çağrıştırıyor.

Bunun çözümü yok… Ya çekeceksin ya da çekeceksin…

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Günün Nabzı

Nüfusu Yoğun Şehirler…

En kalabalık şehirler dendiğinde, Uzak Doğu’daki şehirler Amerika’daki birkaç şehir, Londra, Paris ve İstanbul aklımıza geliyordu. Okullarda da böyle öğretildiğinin de normal sayılacağını düşünüyorum.

Mısır’ın başşehri Kahire’nin kalabalık bir nüfusa sahip olduğunu tahmin ediyordum ya, 16-17 milyon nüfuslu olduğunu duyunca da şaşırdım. Tabi gerçek bu.

Üstelik bu nüfusuyla dünyanın en kalabalık altı şehrinden birisi konumunda. Bir doktor arkadaşım kışın hep Mısır’a gider hanımıyla beraber, anlattıklarımın çoğunu da ondan duymuştum.

“Sabahın erken saatlerinde başlayıp gecenin geç saatlerine dek süren hareketliliği ve gürültüsüyle bilinir. Bu özelliklerini ortaya çıkardığı karşılıkların birbiriyle uyuştuğu az bulunur kentlerdendir. Kentin ortası olarak kabul edilen Enver Sedat Meydanı, dünyaca ünlü Kahire Müzesi’nin de bulunduğu yerdir. Burası dünyanın her köşesinden, farklı kültürlerden süzülüp gelmiş binlerce insanın buluştuğu bir merkezdir.

Ayrıca, kentin dört bir yanına uzanan caddelerin de başlangıç noktasıdır…”

Bildiğimiz çok az ama bilmediğimiz o kadar çok şeyler var ki…

Günün Sözü

Nohutta Kömürde Çok Kolay!

Öcal’dan İnciler

Eğitimli İnsanları Sürüklemek Zordur.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here