Savruluyoruz, Kuru Bir Yaprak Gibi

0
83

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Eminim hepimiz tedirgin, kuşkulu ve adını koyamadığımız garip duygular içindeyiz bu sabah da… Neye, üzüleceğiz, neye kızcağız ne düşüneceğiz bilemiyoruz. Sevinmekten söz etmiyorum bile. Gündem, tam üzülecekken, korkunç bir olayla yeniden yıldırım hızı ile değişiyor. Üzüntümüz kursağımızda kalıyor… İsyanımız şahlanıyor, isyanımızı haykırmadan bir şeyler oluyor taş gibi ağırlaşıp yerimize çakılıyoruz ve Milyon kez “sözün bittiği yere geldik” diyoruz ama birde bakıyoruz ki yeniden sözün bitiğini sandığımız yerdeyiz! Kafamız darmadağın, yüreğimiz taştan ağır. En kötüsü elimiz kolumuz bağlı. Uyusak ta gündemden uzaklaşsak mı? Yoksa koşsak mı bütün gücümüzle karışsak mı havaya bilemedik! Sorumluluklarımız var. Ne uykuya zaman ne de havaya karışma lüksümüz var aslında. Ancak yinede nereye varacağı beli olmayan bir rüzgâra kaptırmışız kendimizi savrulup duruyoruz. Savurmaya devam ederken bütün yüreği burkulmuş öksüz kalmış üzüntüden kahrolmuş okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum. Her zaman hep birlikte bütün ayrım gayrımlara inat. Yase

& & & & &

Bu Akşam Hindistan’da

Hz. Süleyman’ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman’la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar: “Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana…”

Adam telaş içinde: “Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı..”

“Peki ne yapmamı istiyorsun?”

Adam yalvarır: “Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan’a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!”

Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve: “Bu adamı hemen al. Hindistan’a bırak!” emrini verir. Rüzgar bu… Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan’da uzak bir adaya götürür. Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır: “Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?” der.

Azrail (a.s) cevap verir: “Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öyle, hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki: ‘Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan’da al!’ Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan’da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi.” (Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su)

Günün Şiiri

Uzun İnce Bir Yoldayım

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece

Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece

Uykuda dahi yürüyom
Kalmaya sebep arıyom
Gidenleri hep görüyom
Gidiyorum gündüz gece

Kırk dokuz yıl bu yollarda
Ovada dağda çöllerde
Düşmüşem gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece

Düşünülürse derince
Irak görünür görünce
Yol bir dakka miktarınca
Gidiyorum gündüz gece

Şaşar Veysel işbu hale
Gah ağlayan gahi güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece

Aşık VEYSEL

Günün Fıkrası

ÇAYDANLIK

Temel ile Fadime tekneyle denize açılır. Sonra Temel Fadime’ye ‘Yeri belli olan şey kaybolmuş sayılır mı?’ diye sorar. Fadime ‘Hayır’ diye cevap verir. Temelde ‘Çaydanlık denize düştü de’ der.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here