İçimiz Yanıyor

0
77

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İçimiz yanıyor, 8 şehit yeniden içimizi yaktı. Misli ile karşılık verilse de ateş düştüğü yeri yakar. Ve yakıyor hem de cayır cayır. Suriye batağında dilerim son şehitlerimiz olur ancak o zaman içimiz rahatlar. Ama öyle görünüyor ki değişecek bir şey yok ve biz yazsak mı yazmasak mı, düşünsek mi düşünmesek mi, ne yazar durumundayız.

Ve bu durumda bile hayat hala akmaya devam ediyor. Kuşkunun, korkunun hükümdarlığında her an bir olaya gebe zaman. Atama bekleyen öğretmen adaylarında, zaman tonlarca ağır, beklenti yüreğin en derininde, umut ve umutsuzluk birbirine karışmış, diller lal, bakışlar uzayın derinliklerinde, ilahi bir ışığın peşinde. Bir adam çiçeklerle donanmış taze bir mezarın başında tek başına üşümüş, üzüntünden iki büklüm çiçeklerin altında uyuyan şehidin içini yakan acısı ile ağlamadan öylece duruyor. Donmuş zahir bütün düşünceleri. Bütün duyguları acı kesmiş!

Bir çocuk buz gibi yere çıplak bacaklı, bağdaş kurmuş oturuyor. Üzerinde yırtık pırtık bir paçavra, incecik bedenini örtmeye yetmiyor. Elinin bir tanesi beline sarılmış sımsıkı diğeri dizlerin üzerinde donmuş. İnsanlar akıyor yanından kimsenin onu gördüğü bile yok. Umarsızlıktan değil görmemeleri, düşüncelerin ağırlığından, çaresizlikten kapanmış gözleri ondan.  Ama görmesi gerekenlerde görmüyor! Ve hayat akıyor arsızca, kayıtsızca alay eder gibi. Ve bu ortamda nasıl iyi olunur bilemiyorum ama umutsuzluğun zamanı değil her şey zamanı gelince değişir. Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım kalabilirsek tabi ve ayrımsız gayrımsız ve her zaman birlikte. Yase 

& & & & &

Diğer Yarımızı Arıyoruz

Yine milyonlarca yıl önce daha insanoğlu dünyaya gönderilmeden önce erkek ve kadın ruhu aynı beden içinde yaşarlarmış. Birbirleriyle mükemmel biçimde uyumlu bu çiftler sevgi, aşk, mutluluk, gibi ihtiyaçlarını aynı beden içinde karşılarlarmış. Tanrılar insanoğlunun bu uyumuna ve mutluluğuna hayran kalmışlar. Fakat zamanla erkek ve kadın bu yaşamdan, bu monotonluktan sıkılmışlar ve bigün Tanrıların huzuruna çıkıp “Bizler artık bu şekilde yaşamaktan sıkıldık, monoton ve heyecansız bir hayatımız var” diye şikayette bulunmuşlar. Tanrılar bu şikayet üzerine toplanıp bir karar almışlar ve kadın ve erkeği var oldukları bedenden ayırmışlar.

Birçoğunu birbirlerinden çok uzağa fırlatmışlar. Kimini güneye, kimini kuzeye, kimini doğuya, kimini batıya, bazılarını da birbirlerinin çok yakınlarına yollamışlar. Birbirlerinden ayrılan bu insanlara eşlerini arayıp bulmaları söylenmiş. Bu günümüzde hala böyledir. Kimse tek başına yaratılmamış. Herkesin bir eşi var. Fakat önemli olan o kişiyi, doğru insanı bulabilmekte. Bu başaranlar var. Etrafımızda 70-80 yaşına gelmiş ve hala el ele dolaşan, birbirlerine ilk günkü gibi aşık tatlı yaşlı çiftler görmüyor muyuz? Bu insanlar birbirini bulabilmiş insanlar. Fakat diğer yanda yıkılan aileler, mutsuz olan hayatlar var. Aradığımız kişi, geçmişte aynı bedende yaşadığımız kişi belki bize çok uzak, belki de yanı başımızda ama biz onu görmemekte ısrar ediyoruz. Kim bilir belki o kişiyi bulacağız.

Sadece bakmak yetmiyor, görmek önemli. Muhteşem diye nitelendirdiğimiz Gülü bulmak uğruna ayağımızın altında ezdiğimiz papatya kim bilir… Belki de aradığımızdır…

& & & & &

Bir adam bir düş gördü ve uyandığında yorumcuya giderek düşünü kendisi ıçin yorumlamasını istedi. Yorumcu adama dedi ki; “Bana uyanıkken gördüğün düşlerle gel ki anlamlarını söyleyebileyim. Ama uykunun düşleri ne benim bilgeliğime aittir ne de senin imgelemine…

& & & & &

Hamal

Eski zamanlardı. Yolların olmadığı zamanlar… Demek ki fakirdi bizim gibi çoğunluk, bu nedenle taşınacak yüklere talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu… Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği… Diyordum ki içimden “Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!..” Nitekim çok geçmeden dedi ki: “Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!…

“Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!..” Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini “Sen de dinlen hadi” dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında… “Yükünü indirip sen de dinlen”, demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım…

Sonra yine durdu. Bana da “dinlenmemi” söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra “dinlenelim mi” diye sordu, aksi-aksi başımı salladım… Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan kara-kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım… Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek;”Hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz.” Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana. “Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda… Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait… Halbuki bir yükü “taşımak” bizim işimiz, “altında ezilmek” değil!..

Unutma ki bir yük, taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem. Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma… Akşamları bırak ve hafifle… Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü. Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler…

Günün Şiiri

Söyle Sevda İçinde Türkümüzü

Söyle sevda içinde türkümüzü,
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan, dallarla, bulutlarla bir,
Ayrı maviliklerden geçmiştir
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Açılmamış Kapılar

Sevdiğin kentlerin selamı sanki
Sülüs kamyon şoförleri
Kufi hamallar

Anılar hep sonbaharda gibidir
astrakan gecede
süt yıldızlar

Belleğinin yerini tutar kadehindeki
Taşlar taş kemerler
İvedi sarmaşıklar

Hayatını sarsan binbir andan
adlarını yıllara
veren yargıç krallar

Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir
Bir kez girilmiş sokaklar
Açılmamış kapılar

Bilir misin iki kökeni var hüznü niyetinin:
çiçek durumu aşklar,
yaprak düzeni siyasalar.
Cemal SÜREYA

Günün Fıkrası

Temel İstanbul’da bir iş yeri açar ve işler tıkırında gidince altına hemen Mercedes marka bir araba çeker. O günlerde Trabzon’dan annesi arar ve: “Temel oğlum, baban öldi. Hemen cel.”

Temel arabaya atlar ve hemen yola koyulur. 6 saatte Trabzon’a varır. Neyse, babasının cenazesini kaldırırlar, akşam annesinden izin ister ve işleri yüzünden hemen İstanbul’a dönmesi gerektiğini söyler. Annesi onayladıktan sonra İstanbul’a telefon açıp yanında çalışanlara:  “Uşaklarım, ben celiyoryum beni karşulayun” der. Uşaklar bekler Temel gelmez. 1 gün geçer, Temel yok. 2 gün geçer Temel, yok. 3 gün geçer Temel yok. 4 gün sonunda Temel gelir. Hemen sorarlar; “Patron 6 saatte gittin, 4 günde döndün. Çok merak ettik seni.” Temel bunun üzerine uşaklaruna döner ve der ki : “Ula uşaklarum bu Almanları anlamıyorum… Arabaya 5 tane ileri fites koymuslar, sanki işin geri dönüşü yok gibi, geri fitesten sadece 1 tanecik koymuslar. O sebepten geç celdum da…”

Günün Sözü

Para açlığı giderir, mutsuzluğu değil, yemek mideyi doyurur ruhu değil.
Shaw

Bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum görülmez bir elma bahçesidir. Ama bu tohum bir kayaya rast gelirse ondan bir şey çıkmaz.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here