Her Sabah Yeniden Doğmak…

0
88

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Her sabah yeniden doğuyoruz yeni ve güzel beklentilerle, ancak beklentilerimiz, gözümüzü açmamızla birlikte üzerimize çullanan felaketler, acılar ve terör saldırıları ile daha güne “Merhaba” demeden uçup gidiyor. Kaç günden beri yatarken, kalkarken, yüzerken bir kitaba dalmış gidiyorken, birden gözümün önüne 2 yaşında masum bir bebeğin dünyaya umutla, sevinçle, sevgiyle gülümseyen, yürekleri sevince boğan minik yüzü geliyor.

Dini, imanı, insanlığı olmayan uzaktan kumandalı akılları, vicdanları, ruhları körelmiş acımasız yaratıkların yola döşedikleri mayınlarla annesi ile birlikte şehit olan o minik askerin. O zaman yüreğimi bir el sıkıyor, suratım asılıyor, nabzım fırlıyor? Nasıl yani bir bebek ve annesi gücünüz bunlara mı yetti? Allah sizi ve sizin gibi düşüneni, sizi yönlendireni ve destekleyenleri kahretsin yedi dünyada. Günyüzü görmeyin, amacınız her ne ise onunla boğulun inşallah.

Her türlü savaşın ve terörün kazananı olmaz, eninde sonunda kendi kanınızda boğulacaksınız. Bunu biz istemiyoruz, biz bir sineğe bile kıyamıyoruz ama siz kendinize kıyıyorsunuz ve ne yaparsanız kendinize yapıyorsunuz keşke bunu bilseydiniz?

& & & & &

Ve yastık altında saklı altınlar, paralar dışarı hadi bakalım zaman sizin zamanınız. Ancak tabi yastık altında ve üstünde saklı altın, para kimde kaldı önce onu sormak lazım.

İşsizlik var ya işsizlik işte o işsizlik hiçbir şeye benzemiyor. İnsanı hem maddi, hem de manevi yönde çökertiyor. Ne yastık altında ne de üstünde bir şey kalmıyor, kalmadı da… Kalmasın ama o çocukların kendilerini kötü hissetmeleri yok mu, işte sırf bu yüzden bile insan tepeden tırnağa sinir kesilebiliyor.

Bir yanda enflasyon, bir yanda hızla yükselen dolar valla bizim bir derdimiz yok dolarla ancak olanlar çoktan iflas bayrağını çekti bile. Bize olansa çarşı pazarda bir türlü düşmeyen fiyatlar, yüksek taşıma ücreti, doğalgaz, elektrik faturaları, hepimiz bu sıkıntılardan şu ya da bu şekilde nasibimizi alıyoruz. Yastık altında değil para biriktirmek mutfağa fazladan bir kilo bulgur bile alınmaz duruma geldik. Ekmekler artık yarım-yarım satılabiliyor.

Gazipaşa’da ise yıllardan beri başlanan binalar bitmek bilmiyor. İşler durmuş, bitenler boş ve yıkılmak üzere, yıllardan beri gidip geliyoruz aynı şekilde kaderlerine terk edilmiş durumda bekleşiyorlar. Açık kafeler, büfeler, kendi kendilerine servis yapıyor. Hangi akla dayanarak bunca masraf yapıp sonrada kapatmak zorunda kalıyor bu insanlar onu da anlamak mümkün değil ya. Kocaman marketler bile kapanmış!

Yani artık “hadi zaman sizin zamanınız” diyebileceğimiz yastık altı para devri bu şekilde sona ermiş oldu. Artık torunlarımıza anlatacak yastık altı para hikâyelerimiz de olmayacak. Biz bu masallarla büyüdük, gömüler, hazine sandıkları falan ne kadar eksantrik gelirdi bize o zamanlar şimdi ne yazık ki o hikâyeler de hikaye oldu.

Şimdi, tasarruf zamanı artık kemerleri sıkmak ve çok zorunlu olmadıkça para harcamamak gerekiyor.

& & & & &

Ve şu an bahçemizdeki tavuk “gıd gıdgıllıyor” bütün sesi ile. Yumurtladığını cümle aleme duyurmak istercesine. Bir arap bülbülü şakıyor, kardeşim “seninki geldi” diyor. O cik-cikleyen serçelere bozuğum zaten uykumdan oluyorum sayelerinde. Buradaki hayatı yaşanır kılan hala doğal ve dokunulmamış olması zaten dokunulan şeyler hep ellerinde patlamış plansız imar gibi.

Ve bunu tabi ki Gazipaşa belediyesine de duyuracağım. Çarşıdan sahile giden yürüyüş yolu üzerinde belli aralıklarla banklar vardı. O yolun iki tarafında da bahçeciler var, otlaklar ve tavuklar, keçiler, oradaki insanlar yorulunca o bankların üzerinde dinleniyorlardı, şimdi o banklar kaldırılmış bir tane bile yok.

Neden vatandaşın rahatına değil de illa rahatsızlığına çalışıyorsunuz kardeşim? Bu bankların kime ne zararı vardı. Ama tabi kendi kendilerine servis yapan boş kafeler için bu banklardan vazgeçtiyseniz zaten boşa gayret köylü ya da yürüyen halk o kafelere girip oturmuyor işte yine bomboşsunuz.

Zaten hayat pahalı, zaten herkes burnundan soluyor, bari bu bir nebze soluklanmak için kendini banka bırakan insanlarının rahatını bozmasaydınız. Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Ayrımsız gayrımsız hep birlikte. Yase

Günün Şiiri

Unutmak Yok
“Nerelerdeydin” diye sorarsan ,
“Hep eskisi gibi” diyeceğim;
Toprağı örten taşlardan söz edeceğim
Ve sürdükçe kendini harcayan ırmaktan
Ben yalnız kuşların yitirdiklerinin bilirim.
Gerilerde kalan denizi bilirim… bir de ağlayan ablamı

Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler?
Neden günler yeni günleri izliyor?
Neden koyu bir gece birikiyor ağızda… neden ölüler!..

“Nereden geliyorsun “diye sorarsan
bölük pörçük sözcüklerle konuşmak zorundayım
ağzı zehir gibi yakan araçlarla
çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle…

Andaç   değil yanımızda götürdüklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil
yaşlarla kaplı yüzler / boğazımıza yapışan eller
ve yapraklarından sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı, acıyı kanımızla tatmış bir günün

İşte menekşeler, işte kırlangıçlar
bize sevinç veren ne varsa
geçici ve küçük duyarlıkların
yan yana göründüğü küçük kartpostallarda

ama bu sınırın ötesine geçmeyelim
dişlemeyelim sessizliğin çevresindeki kabuğu…

Ne karşılık vereceğimi bilemem
öyle çok ki ölüler
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller
ve öyle çok ki unutmak istediklerim.!…

Şili’li ozan Pablo Neruda….

Kara Sevda
ve nihayet gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı.
Masallarla indi yere
Sebil oldu cümle hikayelere
kara kara kazanlarda kaynadı
Diyar diyar al kanlara boyandı
Türkülerde ateş alev yandı tutuştu
Gördes kiliminde nakış
Minyatür bahçelerinde suret kesildi.
Ve nihayet gelip çattı
Elveda belirsiz bedava sevince
Uçan kuşa eşe dosta elveda
Bütün haşmetiyle gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı.
Bedri Rahmi EYÜPOĞLU

Günün Fıkrası

Hangisi Sarı, Hangisi Kırmızı

Bektaşi iki öküzüyle tarlasını sürermiş; kırmızı öküz az yem yiyip, çok çalışırmış; sarı öküz lanet mi lanetmiş. Hem çok yermiş, hem tembelmiş. Bir gün öfkelenmiş Bektaşi: “Ey Allah’ım! demiş, şu sarı öküzün canını al da kurtulayım…” Baba Erenler ertesi sabah ahıra girince ne görsün! Kırmızı öküz sizlere ömür, sarı lanet capcanlı… Dışarıdan bir çocuk çağırmış Bektaşi, öküzleri göstermiş: “Ulan, demiş; bunların hangisi sarı, hangisi kırmızı?” Çocuk göstermiş: “Bu sarı, bu kırmızı!” Bektaşi gözlerini göğe çevirmiş: “İmanım, demiş; bacak kadar çocuk renkleri biliyor da, sen ayıramıyor musun?”

Günün Sözü

Hayatta göreceğiniz iş ne olursa olsun, erdem olmayınca elde edeceğiniz her şeyin, yapacağınız her işin sonunda utanç ve kötülük vardır.
Platon

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here