CHP Nihayet Açıklıyor…

0
68

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? CHP İskenderun ve Arsuz adaylarını nihayet bugün (dün) açıklayacak. “Seçim günü açıklanır” artık diye düşünüyorduk oysa. Neyse şu an itibari ile kesin olmamasına rağmen İskenderun için Yusuf Civelek, Arsuz için Nazım Culha. CHP’nin adayları, bu yazı okunduğunda kesin açıklanmış olacak.

Hadi bakalım hayırlı olsun diyoruz. CHP doğrusu Arsuz adayını açıklayabilmek için iyi ter döktü ve döktürdü kulağıma gelenlere göre. İskenderun adayı zaten belliydi ve çok iyi yerinde bir karar bence bu ama Arsuz için güçler arası savaş verildi adeta ve şu an sanırım müthiş düş kırıklığı yaşanıyor.

E bu siyaset kardeşim… Her şeye hazırlıklı olmak gerekiyor ve şimdi adaylar belli olduğuna göre hep birlikte “birimiz hepimiz için” diyerek gece gündüz çalışmaya başlamak gerekiyor. Diğer partilerin adaylarını teker, teker irdelersek şahsiyet bakımından, yaptıkları işler ve partiler arasındaki yerleri nezdinde hepsinin son derece değerli güçlü ve çalışkan olduklarını görebiliriz. Yani kiminle yarışa girdiğimizin ayrımında olarak çalışmak gerekir. Rakibi küçümseyen zihniyet bence ne kendine ne de başkasına yararlı olabilir. Bu yüzden, önümüze bakarken, arkamızı ve sağımızı, solumuzu kollamamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Ve Lütfü Savaş. Gerçekten Antakya’da seviliyor bildiğim kadarı ile. Ve basından çalışmalarını izliyorum ve notumun önemi varsa iyi diyorum. Ve çok iyi olmasını istiyorum. Armutlu bölgesinde kendini doğru ifade etmesi çok önemli…

& & & & &

Ve gelelim Hasan Sabah ve Haşhaşilere. Sevgili okuyucularım. Alamut kalesi (prof Bernard lewis) ve Semerkant (Amin Maalouf) adlı kitapları çoğunuz okumuşsunuzdur. Bendenizde ilk gençliğimde okumuştum. Geçenlerde yıl başında arkadaşım bu iki kitabı yeniden hediye etti. Ve bir yudumda ikisini de içtim bitti tam sizlerle kitapları paylaşacağım birde baktım ki zaten dillere düşmüş bile “haşhaşılar” Hatta birkaç yıl öncede dillerdeydi. 1900’lardan günümüze? Yorum yapmayacağım. Ve gündem değiştirme aslında güzel oluyor araştırmacı damarımızı körüklüyor. İlk gençliğimde okuduğumda heyecanlanmıştım düş gibi gelmişti maceraydı. Şimdi okuduğumda müthişti.

Eğer önceden okudum diyorsanız tavsiye ediyorum yeniden okuyun. Okumadıysanız hiç, hemen okuyun. Bu iki kitabı bir arada okursanız daha çok bilgilenmiş olursunuz diyorum. Ömer Hayyam’ın hayatını da gerçek bir araştırmacının kaleminden öğrenmiş olursunuz. Valla beni kitabın edebi değeri ve olayların işlenişi üslubu tarihi zenginliği ilgilendiriyor. Ömer Hayyam’ın Rubaileri falan.

Dhirendra vajpey, North lowa üniversitesi “Eğitici, ilginç ve iyi araştırılmış bir kitap” diyor Alamut Kalesi ve Hasan el Sabbah kitapları için. Benim nedenimde bu.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte. Her zaman okuyarak doğru bilgilenerek… Yase

Şubat Güneşi

Aşkı Oya’da Tanımıştı…

Oya’yı tanıdığı ilk günlerde buna benzer duygular yaşamıştı. Oya çok cana yakın, çok sevecen bir kızdı, renkli ahenkli, varlıklı zengin bir hayatı vardı. Güzel bir okulda sanat okuyordu. Yetenekleri doğuştandı, hiç bir şey için mücadele vermesi gerekmiyordu. Zora düşünce hiç düşünmeden uyuşturucu belasına bulaşmıştı, iyileştikten sonrada aşkı için parmağını bile kaldırmamıştı oysa filmlere yaraşır bir aşktı yaşadıkları ama o ailesinin ona biçtiği hayatı üçüncü sayfa haberlerini bahane ederek aşkına rağmen kabul etmişti. Arkasında bıraktığı enkazı hiç düşünmemişti bile. Ona dair her şeyi arkadaşlarından öğrenmişti. Ahmet; “Derinlikten yoksun” demişti daha sonra kendi kendine. Nedense yalnız bu sözcük dökülmüştü dilinden. Hiç şikâyet etmemiş, yerinip pişmanlık getirmemişti yaşadıklarından. Aşkı Oya da tanımıştı. Bu yüzden onu şükranla anacaktı her zaman.

Yıllar sonra karşılaştıklarında görmezden gelmiş olmasına rağmen. Çok oturmuştu içine Ahmet’in o karşılaşma. Umutla beklemişti aramasını en azından iki yıl boyunca yaşadıkları masalımsı aşkın hatırına bir arkadaşı arar gibi arayabilirdi. Ahmet onu aramamak için kendini zor tutmuştu. Eli her telefona gittiğinde “onu zor duruma düşürebilirim” diyerek vazgeçmişti. Onu unutmamıştı hiçbir zaman. Evlendiği zaman bile onu aklında yüreğinde taşıyordu hatta evlendikten sonra bile. Sık, sık rüyalarına giriyordu birlikte yaşadıkları güzel günleri ve ardından gelen zor günler.

Ahmet’e perişan bir halde tam bağımlı olarak geldiğinde çektiği korkunç acıları Ahmet ömrünce unutamayacaktı. Normalde Ahmet’in evine hiç gelmezdi. Ahmet’e onların evine gitmemişti hiç. Ama hastaneye yatmadan önce çok kötü bir durumda kapısını çalmıştı. “İçimde bana konuşan çok kötü bir ses var” demişti. “artık istesen de bu maddeyi bırakamazsın!” diyen. “Ahmet sana söz veriyorum son kalan gücümle içimdeki, bu sesi yenmeye çalışacağım bu yüzden sana geldim lütfen yardım et.”

Ahmet onu içeri almıştı. Şaşkındı, kızgındı. Bundan önce hiç bu tür şeyler yaşamamıştı. Ama buna rağmen elinden geleni, hatta daha çoğunu yapmıştı. Önce dehşete düşmüştü gördüklerinden. Ama kızın acı çekmesi onu çok üzüyordu. Günlerce kusmuştu kız, Ahmet kusmuklarını temizlemiş her defasında kızı banyoya sokup ılık suyla yıkamıştı. Kız zayıflamış bir damlacık kalmıştı. Üstelik ailesi sürekli arıyordu. Telefonlara yanıt veremiyordu. Ahmet’in vermesine de izin vermiyordu. Ailesinin bu yüzden merak edip İstanbul’a gelmesinden kendisini bu durumda görmelerinden çok korkuyordu. Güzelliği solmuş yıpranmış, gözleri kocaman mor halkaların kuyularına gömülmüştü. Ahmet onu sürekli beslemeye çalışıyordu meyve suları, çikolata gofret gibi şeylerle. Çünkü kız başka.

Bir şey yiyemiyordu. Hiçbir şey için onu zorlamıyor Sık, sık yüzünü silip saçlarını tarıyordu. O güzelim kumral saçlar tomar, tomar dökülüyordu. Ahmet her saniyenin öneminin ayrımındaydı. Bu yüzden sürekli “hastaneye gidelim” diye baskı yapıyordu. “Aileme ne diyeceğim o zaman” diyordu perişan bir vaziyette. “Mecburen yalan söyleyeceksin, yurt dışına çıkmak gibi. Ailen senin yurt dışına okul tarafından gönderildiğini sansınlar. Lütfen Oya anneni ara ve yurt dışında, örneğin İsviçre’de falan olduğunu söyle” diyordu. Aslında kullandığı meymenet ne ise onu öyle bir hale getirmişti ki onun tesiri altında iken en yakınlarını bile düşünmüyordu buna rağmen kendini yiyip bitiriyordu korkudan ve nihayet kararını verip. “Bu böyle devam edemez” dedi. “Buraya gelişim bir dönüm noktası olsun hayatımda ve eroin hayatıma girdiğinden bu yana; ilk kez bu kadar kararlıyım Ahmet. Ne kadar acı çekersem çekeyim, hastaneye gideceğim.

İstediğim zaman bırakabileceğimi sanıyordum. Ama ne kadar yanılmışım ne kadar ah “Ahmet sen olmasan bunu beceremem lütfen beni yalnız bırakma” diye çocuğun dizlerine sarılmıştı. Zaten onu hiç bırakmamıştı ki Ahmet hastaneye birlikte gitmişlerdi. İşlemleri birlikte daha doğrusu Ahmet yapmıştı sonra kızı içeri almışlardı kapıda ayrılırken “İnan bana dönüşüm muhteşem olacak. Tertemiz döneceğim” demişti.

Ahmet günlerce haftalarca aylarca beklemişti. Sonunda gerçekten muhteşem dönmüştü. Tertemiz, eskisinden de güzel. Ama aşklarını doya, doya yaşamak kısmet olmamıştı. Ahmet onu hiç affetmemişti. Aşkı bu kadarcık mıydı? Bunu anlamakta zorlanıyordu. Bazen kendine “belki beni aslında hiç sevmedi” diyordu. Yoksa bu kadar çabuk vazgeçmezdi? Bazen de “belki gitmesi ikimiz içinde iyi oldu” diye düşünüyordu ama ne düşünürse düşünsün yarıda kalmış bir aşkın acısını çekmeye devam ediyordu. Ve bu acı yüzünden çok sevdiği mesleğinden belki istifa edecekti. Arkası Yarın

Günün Şiiri

Alacakaranlığın Sesleri

Sana sessizliği ben buldum diyorum yeniden

o usul ikindide, adın yakılınca

kömürleşince

büyük altın alevinde on dokuz yılının.

Sevgim alacakaranlığın bağlarını çözdü

yalnız senin fısıltına vermek için kendini,

beyaz odun alevinin o cam fısıltısına.

Anıların bir iğne batışıdır dudaklarıma,

hayatının masallarını kurdum bugün

bir elmanın ince kabuğunda.

Bu ara hep tedirginim,

bir pencerenin açılışını bekliyorum şimdi

arkandan gideyim

ya da parçalanayım diye üzgün kaldırımlarda.

Ama öylesine bir ses gelir ki dağlardan

acıdır uyumak, anmak ölümdür seni.

Ürkerek çekilir sessizlik,

yıldızsız gökyüzünden çekilir,

ağızlarımızın acelesinden,

solgun kamelyalardan, karanfillerden.

Gel, rüzgâra anlatalım öpüşlerimizi;

düşün: alacakaranlık bizi anlıyor,

sarı fısıltısından gözlerinin

biliyor nasıl hoşlandığımı,

kollarının beyaz suyundan.

Açmamış çiçeklere söyleyelim şarkımızı,

ayı gözetlemeyen çocuklara.

Birbirimize bakmadan söyleyelim.

Yalancıdır onlar, şu kuşlar, saçaklar.

Birbirimizi sevmiyoruz artık, sevmemiştik de.

Tutkuyla geldik, tutkuyla gidiyoruz.

Alacakaranlığın sesindeyiz artık,

çılgınlığın yüreğinde.

Gel, rüzgâra anlatalım öpüşlerimizi,

şarkımızın acı yüklerine.

Aşk ne ateştir, ne de mermer.

Aşk bana duyduğun acımadır senin,

benim sana.

Efrain HUERTA

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here