Bazen Nasrettin Hocanın Fıkrası Gibi…

0
110

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu günlerde bazılarımız “Nasrettin Hocanın fıkrasındaki gibiyiz” diye düşünüyorum.

Fıkrayı bilirsiniz defalarca yazmışlığım vardır. Hoca yüzüğünü kaybetmiş bahçede harıl-harıl arıyor Yoldan geçenler sormuşlar “kolay gelsin hoca ne arıyorsun böyle”. Hoca hiç başını kaldırmadan “eşimden hatıra olan yüzüğümü arıyorum” demiş. “Nerede kaybettin” “İçerde düşürdüm ama dışarısı aydınlık olduğu için dışarıda arıyorum”

Ve işte bendeniz dâhil olmak üzere hemen herkes  şimdilerde  kendi iç sorunlarını kendinin dışında arıyor! Ve bu yüzden aradığını bu-la-mı-yorrr! Belki bulmak istemiyor, belki ne aradığını bilmiyor? Ama zarar veriyor bu yüzdende huzursuzluk büyüdükçe büyüyor!

Ve sevgili okuyucularım daha fazla felsefe yapmaya ahkâm kesmeye hiç gerek yok? Herkes en azından kendi içine dönüp bakmayı denesin. Diyorum naçizane çünkü bazen gerçekten kendimiz unutuyoruz. Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle hep birlikte ayrımsız gayrımsız kalalım. Yase

& & & & &

Ayaz

Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud’un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan’ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özellikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikâyet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar. Bir gün Sultan’ın huzurunda bir saraylının diğerine şöyle dediği duyulmuş: “Köle Ayaz’ın sık-sık hazineye gittiğini biliyor musun? Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim…” Sultan kulaklarına inanamamış.

“İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim” demiş. Duvara küçük bir delik yaptırıp, içeride olanları seyretmeye hazırlanmış. Kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş. Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonra da açmış. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise! Aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine, “Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun?” diye sormuş.

“Bir hiçtin sen… Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, Sultan’ın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. Asla nereden geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla Ayaz, hatırla!” Sandığı kapatmış, kilitlemiş ve sessizce kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden Sultan’la yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayaz’ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.

“Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi… Kalbimin hazinedarısın. Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi Sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiği dersini verdin.”

Mesneviden-Anonim

& & & & &

Domatesçi Milyoner

“Her şeyde bir hayır vardır” diyenler çoktur. “Olan şey hayırlıdır” diyenler de… Hocalık yıllarımda yaşadığım bir olay, bu gerçeği çok iyi gösterecek türden… Benden anlatması, sizden yorumlaması… Sakarya Üniversitesi, Sapanca Gölü’ne bakan şimdiki kampüsüne taşınmadan önce, şehir merkezinden iki kilometre uzakta, “Ozanlar” adıyla bilinen bölgedeydi. Perşembe günlerinde, okul yolu üzerinde çok büyük bir pazar kuruluyordu. Diğer günler trafiğe açık olan yol, o gün kapandığı için okula arka yollardan bağlantı sağlanırdı. Fakat öğrenciler imkânsızlık yüzünden, bazı hocalar da spor niyeti ile okula yürüyerek giderlerdi. Bu durumda Pazar boydan boya geçilir, ama bu durumdan şikâyet edilmezdi. Meyvelerin güzelliği ve pazarın canlılığı, o sıkıcı yolu eğlenceli hale getirir, her zaman uzun gelen yol, bu yüzden de iyice kısalırdı.

Mayıs ayındaydık, unutmuyorum. Bir gün dersten çıkınca, eve dönmek için pazara girdim. Satıcılar yine bas bas bağırıyordu. Bilirsiniz, her zaman duyduğunuz sesler… Tezgâhların arasından zorlukla ilerlerken, biri bana laf attı: Hocam! Domates vereyim. İster misiniz?”

Satıcıya baktığımda onu hemen tanıdım, öğrencimdi. “Ne işin var burada? diye sordum. “Senin derste olman gerekmiyor mu?” “Hocam ben artık öğrenci değilim” dedi. “Okuldan atılmıştım.” Şaşırdım tabi… Yarı şaka, yarı ciddi: “Hangi hain hoca attı seni?” deyince, o da haince gülümseyip cevap verdi: “Siz atmıştınız hocam!”

“Hadi canım sen de!” dedim. “Şaka mı yapıyorsun?” “Valla siz attınız” dedi. “Üç yıl önce atmıştınız unuttunuz mu?” Daha sonra ki yıllarda hesaplamıştım. Beş binden fazla öğrenci ders almış benden, bu yüzden de isimleri hatırlamam zor, yaşanılan olayları da öyle… Öğrencimin yanına giderek oturdum. Üç kilo domates aldıktan sonra tabi… “Seni nasıl attığımı anlat bakayım!” dedim. “Hem de detaylarıyla…” Anlatmaya başladı. Derslerimin birinden, altı kere sınava girmesine rağmen, hepsinden de zayıf not alarak kalmıştı. O zamanlar yedi hakta geçemeyenler, yönetmelik gereğince okuldan atılırdı. Anlattığına göre, altı haktan sonra onu yanıma çağırarak: “Son hakkına giriyorsun haberin olsun! Çok iyi çalış! Biliyorsun kimseye torpil yapmam! Takıldığın bir yer varsa gelip bana sor, hiç çekinme!” demiştim. Gelmemiş tabi.

Domatesçi öğrencim, son hakkına girdiği imtihanı anlatırken, olup bitenleri bir anda hatırladım. Çünkü onun durumu çok özeldi. Ve o durumda başka öğrenci yoktu. Sınav başladığında kendisine dedim ki: “Senin durumundan çok, ailenin durumuna üzülüyorum. Sana acımasam bile onlara acıyorum. Al şu cevap kâğıdını, kendin pişir, kendin ye! Sana soru sormuyorum, soruları kendin yaz! Onların cevabını da ver arkasından…” İki saatlik imtihan beş dakikada bitti. O öğrencim bir soru bile yazamayıp, boş kâğıt teslim etti. Bende okuldan attım kendisini, gönül rahatlığıyla. Öğrencim bunları gülerek anlatırken: “Sevgili Hocam!” dedi. “Allah sizden bin kere razı olsun. İyi ki atmışsınız. Vallahi köşeyi döndüm, hem de ne dönüş… Şimdi toptan domatesçilik yapıyorum. Antalya’dan getirtiyorum domatesi, öyle güzel bir iş ki. İki yılda bir daire aldım kendime. Eğer mühendis olsaydım, diğer arkadaşlar gibi ev kiramı bile ödeyemezdim.” Domatesler elimde, koşar adım ayrıldım öğrencimden. Aybaşı geldiğinden, bir an önce eve gidip ev kirası vermem gerekiyordu.

Günün Şiiri

Bir Çiçek

Bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,

Bir yanlışı düzeltircesine açmış;

Gelmiş ta ağzımın kenarında

Konuşur durur.

 

Bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,

Güverteleri uçtan uca orman;

Aldım çiçeğimi şurama bastım,

Bastım ki yalnızlığımmış.

 

Bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni

Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Cemal Süreya

Biliyorum Sana Giden…

Biliyorum sana giden yollar kapalı

Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni

 

Ne kadar yakından ve arada uçurum;

İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

 

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm

Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

 

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım

Ben artık adam olmam bu derde düşeli

 

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya

Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

 

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi

Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

 

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;

Hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki

 

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor

Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

 

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;

Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

 

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım

Bu böyle pek de kolay değil gerçi…

 

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;

Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

 

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,

Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

 

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,

Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

 

Bir gece yarısı yazıyorum bu mektubu

Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri.

Cemal Süreya

Günün Fıkrası

Veli efendi hipodromuna giden Temel, atlar start alır almaz favorisi olan atı elinde dürbün ile takip ederek bir yandan da “-Aslanum benum be nasıl da fırtına gibi gidey” diyerek atını övmeye başlar. Gerçekten de Temel’in atı en öndedir. Etraftakiler gıpta ile Temel’e bakarlar, Temel durumdan memnun ve dört köşe olmuştur. Fakat bir süre sonra atlar teker teker Temel’in atına yetişip geçmeye başlarlar. Derken Temel’in atı en sonuncu duruma düşer. Temel etrafın alaylı bakışlarına aldırış etmeden tezahürata devam eder; “-Uy aslanım benum ya bak nasıl da hepsini önine katti getiriy…”

Günün Sözü

Bilgi insani şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak  korkudan kurtarır. Bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olmak şarttır.

Balzac

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here