Bazen, Kendimiz Oluruz ‘Gibi’ Olmadan

0
210

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Yeni yılın ilk sabahı… Dilerim keyfinizde, sağlığınızda yerindedir. Ben de iyiyim çok şükür teşekkür ederim. Hava kapalı ama güzel; çalışmak güzel,   sorumluluk almak güzel ve görmek güzel olan her şeyi çok güzel…

Güne güzelle başladığıma göre demek güzel bir gün olacak bu gün! Hadi bakalım kolay gelsin hepimize. Düşünüyorum da bazen güne (mış) ya da (gibi) başlamayız. En doğal halimizle yani kendimiz olduğumuz halimizle başlarız. Bu halimiz ısmarlama olmaz, kendiliğinden oluverir, yaşarız. Bu durumda iken, aniden çalışmaya, iki dakika ara verip bir şeyler okumak isteriz şöyle gündem dışı bir şeyler, neşeli, havadan sudan falan. Kısa bir öykü, damardan giren bir şiir, bir fıkra gibi. Bu bize bir tazelik bir başkalık verir, işimize daha enerjik döneriz Bazen bir şarkıya takılırız onu kovalarız bütün gün. Karşıdan karşıya geçerken bile dilimizdedir o şarkı.

Ama dedim ya “gibi” olmayan zamanlarda yaşayınca her şey kendiliğinden oluyor, usul, usul. “Gibi” olmadığınızda günü kaçırmayın derim. Çünkü o durumlarda olmak bazen çok güç olabiliyor.

& & & & &

Ve kitaplar… Kitaplar yazarlarına benziyor hiç dikkat ettiniz mi? Yani tanıdığım bütün yazarların kitaplarının yazarlarına benzediğini söyleyebilirim. Zülfü Livaneli’nin örneğin; Orhan Pamuk’un, Victor Hugo’nun, Gogol’un, Ayla Kutlu’nun ve bu liste çok uzar gider. 2. Kitap şenliği bu yıl hava muhalefeti, organizasyonun yetersizliği ve AVM’lerin tercihi nedeni ile sönük geçti. Mekân dardı ancak mecburen öyle oldu yoksa yağmurda çadır falan kurulamadı.

Yayınevlerinin katılımı bu yüzden az oldu, medya çok ilgilenmedi, okullar yalnızca bir gezi olsun zaman dolsun diye oradaydılar. Tabii ki aralarında öyle olmayanlar da vardı. Ancak bir düş kırklığıydı yine de. Belediye başkanı, Kaymakam bey ziyaret ettiler ancak her nedense onlarında acelesi vardı, göz ucu ile bile ne kitaplara ne de yazarlara baktılar. Yani bizim olduğumuz stantta durum böyleydi. Belediye başkanı ile iki kelime konuştuk, salon üzerine ancak o kadar… Oysa yepyeni genç yazarlar vardı, Eskişehir’den gelen, Antep ve Maraş’tan, Antakya’dan, İstanbul’dan. 50 yaşından sonra okumayı çözen ve kitap yazan yüzde doksan beş görme engelli gencecik bir kız ilgiyi hak ederdi diye düşünüyorum.

Bizleri geçtim bilmem neden bir koşturma içindeydi bürokratlar! Yani bizim stantta baya bir gönül kırklığı oluştu bu yüzden! Ve kitaplar yazarlarına benzer dedim ya. Eskişehir’den katılan güzel sanatlar akademisinde okuyan Lezgin Kanat, aynen kitabına benziyor. “Enes’in Günlüğü” adlı çocuk kitabını yazmış ve resimlemiş.

O kadar tatlı ve cana yakın bir kitap ki aynı Lezgin kardeşim. Onu okurken minik Lezgin’i görür gibi oldum. Aynı şekilde “Meraklı Solucan” dizi çocuk kitaplarının yazarı sevgili Yağmur hanım da ancak böyle yazabilirdi. Yağmur hanımda yeni yazarlardan ve Fatmagül kardeşimiz yüzde doksan görme engelli onun kitabı da ona benziyor. Bendeniz o kitabı okurken Fatmagül oldum!

Ve tabi bendenizde kendi kitaplarıma benziyorum yani “Boncukcan’ın Günlüğü” adlı çocuk kitabını okuyunca bendenizin yazmış olduğunu herkes anlar. Bizler bu on günlük maratondan çok öncelerinden beri yoğun çalışıyorduk, gece gündüz demeden, depresyona girdik, yemeden içmeden kesildik, amacımız bir şeyler sunmak, yüreklere dokunmak, biz bunu becerdik, birçok minik yüreğe dokunduk, söyleştik, resim çekildik ancak dokunmadıklarımız daha çoktu, çünkü onlar dokunmamıza izin vermediler, kitaplardan korkanlardı bunlar ve bunlar ne yazık ki çoğunluktaydı… Ya bir dokun barı yok sanki öcü var elini kapacak! Eh bu da başka bir psikoloji ne diyelim.

Tabi bendeniz istisnalarla yaşayan biriyim çoktan beri ancak istisnalar gerçekten bazen yetmiyor ve bu yüzden düş kırıklığı, depresyon sürekli kapının önünde bekliyor.

Ve sevgili okuyucularım dilerim yeni yıl eski yılı aratmaz ve eski yıldan ders alınır. Hepimizin yeni yılı kutlu olsun, adet yerini bulsun. Sağlıkla, sevgiyle kalalım, her zaman ayrımsız gayrımsız sevgli okuyucularım. Yase

Günün Şiiri

Şiiriçi Hatları Vapuru

Nazım Hikmet vapuru

deniz ile arasına

dökülen asfaltı kırar

ve özgürlüğüne kavuşturur

salacak iskelesini

batmak pahasına

 

Can Yücel vapuru

alaycı bir düdük çalar

savaş gemilerine

ki rakı şişeleri asılıdır

can simitlerinin

yerine

 

Attila İlhan vapuru

keyfile yarar suları

içinde çünkü sevgililer öpüşür

ve güvertesinde

sigarasını rüzgara karşı yakan

bir katil üşür

 

Edip Cansever vapuru

denize yansıyan

otel ışıkları altında

gider gelir boğazın en uzak

iki iskelesi arasında

 

Orhan Veli vapuru

evlerine taşırken

telaş içindeki insanları

küpeştesinden atılan

simitleri kapışır

martı kuşları

 

Cemal Süreya vapuru

akşamüstleri giyince

ışıklı elbisesini

ince bir duman savurarak havaya

dansa kaldırır

kız kulesini

Sunay AKIN

Kayıp Dalga

Kimim ben

ve sakalından bir tek kılın

müzelere giremeyeceğine ağlayan

köse bir peygamberden

nedir beni

ayıran

 

Hüzünlü bir çocuk yüzü müyüm

merdiven altındaki

boş rakı şişelerinin

hareketliliğinden anlayan

babasının eve gelip

gittiğini

 

Bir cüce miyim yoksa

cenaze gününde

annesinin tabutuna

uzanamayışının ağırlığını

hep omuzlarında

taşıyan

 

Küçük odaya çıkıyorum

tavan arasındaki

ve bir geminin

dümeni gibi çevirerek

istasyon düğmesini

kayboluyorum bir zamanlar

etrafında ailece toplandığımız

radyo dalgaları

arasında!

Sunay AKIN

Günün Sözü

Unutmayın ki imparatorluklar diktikleri çarmıhlarda ancak adaleti sağlayabilirler. Ahlak ve erdem çöktüğünde devleti yönetemezsiniz.
Cicero

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here