Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Yeni yılın ilk sabahı… Dilerim keyfinizde, sağlığınızda yerindedir. Ben de iyiyim çok şükür teşekkür ederim. Hava kapalı ama güzel; çalışmak güzel, sorumluluk almak güzel ve görmek güzel olan her şeyi çok güzel…
Güne güzelle başladığıma göre demek güzel bir gün olacak bu gün! Hadi bakalım kolay gelsin hepimize. Düşünüyorum da bazen güne (mış) ya da (gibi) başlamayız. En doğal halimizle yani kendimiz olduğumuz halimizle başlarız. Bu halimiz ısmarlama olmaz, kendiliğinden oluverir, yaşarız. Bu durumda iken, aniden çalışmaya, iki dakika ara verip bir şeyler okumak isteriz şöyle gündem dışı bir şeyler, neşeli, havadan sudan falan. Kısa bir öykü, damardan giren bir şiir, bir fıkra gibi. Bu bize bir tazelik bir başkalık verir, işimize daha enerjik döneriz Bazen bir şarkıya takılırız onu kovalarız bütün gün. Karşıdan karşıya geçerken bile dilimizdedir o şarkı.
Ama dedim ya “gibi” olmayan zamanlarda yaşayınca her şey kendiliğinden oluyor, usul, usul. “Gibi” olmadığınızda günü kaçırmayın derim. Çünkü o durumlarda olmak bazen çok güç olabiliyor.
& & & & &
Ve kitaplar… Kitaplar yazarlarına benziyor hiç dikkat ettiniz mi? Yani tanıdığım bütün yazarların kitaplarının yazarlarına benzediğini söyleyebilirim. Zülfü Livaneli’nin örneğin; Orhan Pamuk’un, Victor Hugo’nun, Gogol’un, Ayla Kutlu’nun ve bu liste çok uzar gider. 2. Kitap şenliği bu yıl hava muhalefeti, organizasyonun yetersizliği ve AVM’lerin tercihi nedeni ile sönük geçti. Mekân dardı ancak mecburen öyle oldu yoksa yağmurda çadır falan kurulamadı.
Yayınevlerinin katılımı bu yüzden az oldu, medya çok ilgilenmedi, okullar yalnızca bir gezi olsun zaman dolsun diye oradaydılar. Tabii ki aralarında öyle olmayanlar da vardı. Ancak bir düş kırklığıydı yine de. Belediye başkanı, Kaymakam bey ziyaret ettiler ancak her nedense onlarında acelesi vardı, göz ucu ile bile ne kitaplara ne de yazarlara baktılar. Yani bizim olduğumuz stantta durum böyleydi. Belediye başkanı ile iki kelime konuştuk, salon üzerine ancak o kadar… Oysa yepyeni genç yazarlar vardı, Eskişehir’den gelen, Antep ve Maraş’tan, Antakya’dan, İstanbul’dan. 50 yaşından sonra okumayı çözen ve kitap yazan yüzde doksan beş görme engelli gencecik bir kız ilgiyi hak ederdi diye düşünüyorum.
Bizleri geçtim bilmem neden bir koşturma içindeydi bürokratlar! Yani bizim stantta baya bir gönül kırklığı oluştu bu yüzden! Ve kitaplar yazarlarına benzer dedim ya. Eskişehir’den katılan güzel sanatlar akademisinde okuyan Lezgin Kanat, aynen kitabına benziyor. “Enes’in Günlüğü” adlı çocuk kitabını yazmış ve resimlemiş.
O kadar tatlı ve cana yakın bir kitap ki aynı Lezgin kardeşim. Onu okurken minik Lezgin’i görür gibi oldum. Aynı şekilde “Meraklı Solucan” dizi çocuk kitaplarının yazarı sevgili Yağmur hanım da ancak böyle yazabilirdi. Yağmur hanımda yeni yazarlardan ve Fatmagül kardeşimiz yüzde doksan görme engelli onun kitabı da ona benziyor. Bendeniz o kitabı okurken Fatmagül oldum!
Ve tabi bendenizde kendi kitaplarıma benziyorum yani “Boncukcan’ın Günlüğü” adlı çocuk kitabını okuyunca bendenizin yazmış olduğunu herkes anlar. Bizler bu on günlük maratondan çok öncelerinden beri yoğun çalışıyorduk, gece gündüz demeden, depresyona girdik, yemeden içmeden kesildik, amacımız bir şeyler sunmak, yüreklere dokunmak, biz bunu becerdik, birçok minik yüreğe dokunduk, söyleştik, resim çekildik ancak dokunmadıklarımız daha çoktu, çünkü onlar dokunmamıza izin vermediler, kitaplardan korkanlardı bunlar ve bunlar ne yazık ki çoğunluktaydı… Ya bir dokun barı yok sanki öcü var elini kapacak! Eh bu da başka bir psikoloji ne diyelim.
Tabi bendeniz istisnalarla yaşayan biriyim çoktan beri ancak istisnalar gerçekten bazen yetmiyor ve bu yüzden düş kırıklığı, depresyon sürekli kapının önünde bekliyor.
Ve sevgili okuyucularım dilerim yeni yıl eski yılı aratmaz ve eski yıldan ders alınır. Hepimizin yeni yılı kutlu olsun, adet yerini bulsun. Sağlıkla, sevgiyle kalalım, her zaman ayrımsız gayrımsız sevgli okuyucularım. Yase
Günün Şiiri
Şiiriçi Hatları Vapuru
Nazım Hikmet vapuru
deniz ile arasına
dökülen asfaltı kırar
ve özgürlüğüne kavuşturur
salacak iskelesini
batmak pahasına
Can Yücel vapuru
alaycı bir düdük çalar
savaş gemilerine
ki rakı şişeleri asılıdır
can simitlerinin
yerine
Attila İlhan vapuru
keyfile yarar suları
içinde çünkü sevgililer öpüşür
ve güvertesinde
sigarasını rüzgara karşı yakan
bir katil üşür
Edip Cansever vapuru
denize yansıyan
otel ışıkları altında
gider gelir boğazın en uzak
iki iskelesi arasında
Orhan Veli vapuru
evlerine taşırken
telaş içindeki insanları
küpeştesinden atılan
simitleri kapışır
martı kuşları
Cemal Süreya vapuru
akşamüstleri giyince
ışıklı elbisesini
ince bir duman savurarak havaya
dansa kaldırır
kız kulesini
Sunay AKIN
Kayıp Dalga
Kimim ben
ve sakalından bir tek kılın
müzelere giremeyeceğine ağlayan
köse bir peygamberden
nedir beni
ayıran
Hüzünlü bir çocuk yüzü müyüm
merdiven altındaki
boş rakı şişelerinin
hareketliliğinden anlayan
babasının eve gelip
gittiğini
Bir cüce miyim yoksa
cenaze gününde
annesinin tabutuna
uzanamayışının ağırlığını
hep omuzlarında
taşıyan
Küçük odaya çıkıyorum
tavan arasındaki
ve bir geminin
dümeni gibi çevirerek
istasyon düğmesini
kayboluyorum bir zamanlar
etrafında ailece toplandığımız
radyo dalgaları
arasında!
Sunay AKIN
Günün Sözü
Unutmayın ki imparatorluklar diktikleri çarmıhlarda ancak adaleti sağlayabilirler. Ahlak ve erdem çöktüğünde devleti yönetemezsiniz.
Cicero