Zihnimizin Kaypak Zemini

0
60

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Gündem kıyamet senaryoları ve kadın cinayetleri ile tıklım, tıklım. Buna evden kaçan kızları, annelerini öldürüp dolaplara saklayan çocukları da katarsanız ve kötü havanın iyice ciddileştiğini, otoriteleştiğini yaşayarak anlarsanız, azıcık kendinize çekilmeniz kaçınılmaz olur sanki??? Yani ben deniz böyle algılıyorum kendimi bu karanlık ve yağışlı sabahta. Ve canım sıkılıyor. Ve sorguluyorum neredeyiz diye??? Bulunduğumuz yerdeyiz kuşkusuz.

Bulunduğumuz yerdeyiz, tamam ama bulunduğumuz yer bir tane midir? İçinde olduğumuz haller değil midir aslında bulunduğumuz yer? Aynı anda bin halde olabilir mi insan? Örneğin şu an, Emre kapıda “hoşça kalın” diyor okula gidecek. Ona “güle, güle” derken oturduğum yerden aniden bir koku algıladım adını bilemediğim ama tanıdık bir koku, nasıl derseniz bilmiyorum. Bir yaşanmış zamana ait biliyorum ama o zaman ne zamandı hiç bilmiyorum. Koku neye benziyordu yine bilmiyorum! Başım eğik hiç kalkmadı bilgisayarın klavyesinde koşturuyor parmaklarım ve konuşuyorum ve çok ama çok derinlerinde yüzüyorum zihnimin kaypak zemininde. Bir bölümüm dışarıda görünüyor, yazan, konuşan ama diğer bölümüm en büyük parça, başka bir alemde dolaşıyor bir türlü gelemiyor bu tarafa. O Kızılderili sözünde olduğu gibi; Ruhumun dönmesini beklemem gerek zahar?

Of zihnimizin oyunlarına akıl sır ermiyor doğrusu. Ama yalnız zihnimizin oyunlarına mı akıl sır ermiyor. Ya aksakalı dedenin yaptıklarına akıl sır eriyor mu? Biliyorsunuz haberlere taş gibi düştü. Ünlü tiyatrocu, seslendirme ustası biz onun sesine daha çocukluğumuzdan aşinaydık. Ve bir yeri vardı içimizde. Adı Köksal Engür. İşte o. İnanılır gibi değil, uyuşturucu bulunmuş evinde! Nasıl bir şey bu? Hala şoktayım desem yalan olmaz işte insanın bir anda kaç halde olduğunun en belirgin örneklerinden biri daha. Çocukların sevgilisi, dizinin dedesi, sesine hayran kitlenin idolü ve bir uyuşturucu…

Doğrusu uyuşturucu ile olan hali bütün diğer hallerinin önüne geçti. Ve empati yapmaya çalışıyorum olmuyor. Onun yerine koyamıyorum kendimi ama ondan daha çok utanıyorum.

Eğer yalnız içici ise ona kimse karışamaz, istediğini iç ama eğer satıcı ya da aracı ise, işte o zaman vicdanlarda artık asla aklanmaz aksakallı dede. Yazık oldu yakışmadı. Yakışmadı, yakışmadı içimizde bir tel koptu.

Ve sevgili okuyucularım yine “an”ların hallerindeyiz. Kapalı hava azıcık firarda ruh halleri sizi alıp gezdiriyor eski evin kitaplığında. Halı ve kitap aromalı nefis kokan yeşil panjurlu kitaplığımızda. Okumayı yutmuş küçük bir kız atkuyruklu kaküllü, sanki bin yaşında o kadar ciddi oturmuş en kuytudaki koltuğa adeta koltuk onu yutmuş. Elinde gri ciltli o yaş için kalınca sayılabilecek bir kitabı okuyor. Kitabın adı “bülbülü öldürmek”. Dalmış gitmiş sayfaların arasında. İşte o küçük kız bu güne dek o kitabı taşır yanında. Kırk yılık okuma hayatında okuduğu kitapların hepsinden başka bir yeri var bu kitabın onda. Okuduğu bunca çocuk kitabında içinde gerçekten sarsılmaz yeri olan tek kitap bu diyebilir. Defalarca okudu arkadaşları ile paylaştı hediye etti ve şimdi yeni baskısı için sahaflara çıkacak. Nette indirimli ancak o eliyle dokunarak bütün kitapları ve kokusunu çekerek içine aldığı için her zaman pahalıda olsa yine kitapçıdan alacak her zaman yaptığı gibi.

Ve sevgili okuyucularım dünkü Vatan Gazetesinde Mutlu Tömbekçi’nin “küçük prens” kitabı için hissettiklerini okumuşsunuzdur. Okumaya aşık olan insanların ortak hisleridir bunlar. Kitabın adı ne olursa olsun. Onun küçük prensi ben denizin “Bülbülü Öldürmek” kitabı sizin İki şehrin hikayesi olsa da adı. Bütün anne babalara tavsiye ediyorum, çocuğunuza bu yılbaşında ve diğer günlerde lütfen bu kitabı hediye edin ve okumadıysanız sizde okuyun. Ve sevgili okuyucularım kitap hakkında azıcık bilgi vermek istiyorum.

Kitabın Adı: Bülbülü Öldürmek

Kitabın Yazarı: Harper Lee

Kitabın Özeti

1800’lü yıllarda İngiltere’den Güney Amerika’ya göç eden ve Alabama Eyaletine bağlı Maycomb adında bir kasabaya yerleşen Atticon kendinden 15 yaş küçük bir bayanla evlenir. Jem ve Jem’den 4 yaş küçük Scoud adında 2 çocukları olur .Scoud doğduktan 2 yıl sonra annesi ölür. Bu yüzden annesinin varlığı ya da yokluğu kendisini pek etkilemez. Buna karşılık Jem’i çok etkiler.

Jem 13 yaşlarında Scoud ise 9 yaşlarındadır. Roman otobiyografik bir tarzda ve kahramanı olan Scoud’un ağzından yazıldığı için romanın genelinde çocukça bir bakış açısı hakimdir. Kitap içeriğinin derinliği daha o yaşlarda içimize işlenmişti. Sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalmak dileği ile şimdilik hoşça kalın sevgili okuyucularım. Yase

Bin Aynalı Dağ

Uzun yıllar önce, uzaklardaki bir ülkede ‘Bin aynalı dağ’ denilen bir dağ vardı. Bu Dağın zirvesine gerçekten de bin tane irili ufaklı ayna yerleştirilmişti. Herkes zaman zaman bin aynalı dağa çıkıp, ilginç öykülere şahit olmayı ve daha sonra gördükleri hakkında arkadaşlarıyla konuşmayı isterdi.

Bir gün, bu ülkede yasayan küçük mutlu bir köpek, bu dağı duydu ve oraya gitmeye karar verdi. Dağın eteğine ulaştı ve sora da neşeyle yukarı tırmandı. Yorulmuştu, ama yeni şeyler göreceği için keyiflenmiş ve yorgunluğunu çoktan unutmuştu.

Aynaların bulunduğu zirveye geldiğinde kulaklarını dikmiş, kuyruğunu hızlı hızlı sallıyordu. Kocaman bir gülümseme gönderdi onlara. Karşılığında bin tane kocaman sıcak ve dostane gülümseme aldı. Mutluluğu kat kat artmıştı. Oradan bir türlü ayrılmak istemiyordu. Türlü türlü sevinç ve dostluk hareketleri yapıyor, yaptıklarının bin kat fazlasıyla karşılığını görüyordu.

Nihayet gün karadı ve oradan ayrılması gerektiğini anladı. dağdan inerken kendi kendisine; “Burası harika bir yer!  Buraya sık sık geleceğim” diye düşünüyordu. Bu arada, aynalı Dağın çıkışındaki anlamlı levhayı da okudu ve mutluluğu bin kat daha arttı…

Aynı ülkede yaşayan başka küçük bir köpek daha vardı. Ama ilki kadar mutlu değildi. Huysuz ve mutsuzdu. O da o dağa gitmeye karar verdi. Dağın eteklerine kadar gelip de yukarıya baktığında, şikayete başlamıştı bile. Sızlana sızlana dağın tepesine kadar çıktı. Yorgunluk ve kızgınlığa şimdi bir de korku eklenmişti. Doğru ya, bu dağın tepesinde kendisini kim bilir hangi hırsızlar, haydutlar bekliyordu! Aynaların olduğu alana yaklaşırken, her an bir düşmanla karsılaşacakmış gibi başını öne eğmişti.

Kafasını kaldırıp da aynalara baktığında gözlerinde inanamadı. Soğuk soğuk bakan bin tane köpek gözlerini onun üzerine dikmişti. Güya onlardan korkmadığını onlara göstermek için hırlamaya, dişlerini göstermeye başladı. Aynı anda korkunç görünümlü bin köpek kendisine hırlayınca, korkudan ne yapacağını bilemedi ve dağdan kaç inerken kendi kendine; “Burası korkunç bir yer! Buraya bir daha asla gelmeyeceğim.” diyordu.

Huysuz köpek, o hızla ve korkuyla kaçarken, aynalı dağ hakkında bilgi veren levhayı ve üzerindeki yazıları görmemişti bile. Levhada şöyle yazıyordu: “Ey yolcular! Sakın aldanmayın, gördüğünüz görüntüler sadece ve sadece sizin aynadaki yansımanızdır. Aynı şekilde; hayatta başınıza gelen bütün olaylar size tutulmuş aynalardır. Onlarda sadece kendinizi, kendi duygu ve düşüncelerinizi görürsünüz…”

Günün Şiiri

KIMILTILAR DÜŞESİ

…onun tozlu alnından, memelerinden doğduk

çatlayan kasıklarından, baldırlarından doğduk.

Kımıltılar düşesi büyük bir dağa benzer

Çelik çomak oynayan ufaklıklara benzer.

Gök gürler: kımıltılar düşesi ıslanır

Yağmur yağar, kımıltılar düşesi ıslanır

Yel eser onun saçlarını savurur

Buz tutar bütün gölleri donar

Kımıltılar düşesi buzun altında yaşar

Yaz gelince balık olur

Kış gelir yorganına sarılır

Yücedir

Görkemlidir

Her sorunun yanıtını bilir

Bir pericik ondan hesap sorar

Onu bacadan uçurur

Yağan kurum kımıltılar düşesini boyar

Yaşlılar onu arar

Gençler onun peşindedir

Şu bitirim onu kovalar

Bacaklarını ürperten kımıltılar düşesidir

Kasıklara sıcak bir yel üfürür

Sertleşen organlar onun buyruğundadır

Seyiren gözleri o anmıştır

Tavşan deliğinde gizler bulur

Bıyıklarını oynatır

Tren kazalarından sorumludur

Petrol şirketlerini millîleştirir

Tramvayda kız sıkıştırır

Kusurludur

Zayıf yanları vardır

Çay ister

Aç kalmaya gelemez

Çabuk susar

Çöllerden nefret eder

Devecibaşıdır

Üşür

Düzensiz bir cinsel yaşamı vardır

Motosikletin ön demirine oturur

İster ki sırtında çelik kaslar olsun

Sıcacık et ister

Kükürt kokusuna dayanamaz

Bir genç kız köyünden kaçar

Gece bir ağıla sığınır

Kımıltılar düşesi saldırır ona

Pantolonunu yarım sıyırır

Yaralanan kızın gözlerinde dolaşır

Saçlarını dudaklarına sokar

Gidip bir yalıya yerleşir

Acı çekmeyi özlemiştir.

Savaşlar çıkartır

Ölenlere ağlar

Kilisede tanrıya yakarır

Kımıltılar düşesi tanrıya inanmaz

Dikkafalıdır

Et çisini derken yüzü kızarır

Gülerken dişlerini gösterir

Adama terini koklatır

Koltuk altında günler kısalır.

Kımıltılar düşesini her yerde görüyorum

Hizmetçinin yüzünde görüyorum

“Budala”da kımıltılar düşesi var

Nâzım Hikmet kımıltılar düşesine tutkundur

Emile ona benzer

Saçları sarıdır

Bıçak gibidir

Bir damarı vardır

Su yolları, kadınları, körükleri vardır

Ona dayanamıyorum.

Kımıltılar düşesi seni seviyorum

Kımıltılar düşesi beni kaçır

Kımıltılar düşesi küçük bir kız değilim artık

Kımıltılar düşesi her şeyim sana armağan

Bu şiir sana armağan….

Barış PİRHASAN

Günün Sözü

Biz güzeliz sende güzelleş, bizim huyumuzla huylan, başkalarının huyunu bırak. Cevher madeni olmak istiyorsan, gönlünü aç, göğsünü deniz haline getir.

Hz. Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here