Simya Yapıyoruz

0
81

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hep bir şeyler bekleyerek geçiyor hayatımız. Büyümeyi bekleriz, okulu bitirmeyi bekleriz başarılı olmayı ve güzel bir iş sahibi olmayı. İşimiz olur bu kez evlenmeyi bekleriz, evleniriz bebeğimiz olsun diye bekleriz, sanırım bekleyişlerin en güzeli o. Bebeğimiz gelir büyümesini bekleriz, okula gitmesini, yüksek okula gitmesini ve bekledikçe bekleriz. Çünkü gelecek hep bilinmeyen ve umut edilendir. Beklentilerimiz her zaman beklediğimiz gibi olmaz bazen düş kırıklığına uğrarız, bazen sevince boğuluruz. Ama gelecek hep gelir, beklesek de beklemesek de…

Ve bu sabah simyacı takıldı aklıma. Simyacı kitabını okumuşsunuzdur. Paulo Coelho’nun ilk baskısını 1988 yılında yaptığı ve bizim ancak 2000’lerde okuduğumuz kitabın adı bütün dünyada yankılar yapan ve benim okuduğumda ilk sizinle paylaştığım çünkü paylaşılmaya değer bulduğumum muhteşem bir kitap, adeta bir öğreti, adeta bir felsefe, adete bir macera sıradan ama sıradan olmayan. Romanın kahramanı İspanyol  koyun çobanı. Santiago.

Santiago tapınakta gördüğü rüyanın peşine düşerek hazinesini aramak üzere piramitlere doğru yol alır. Yolda başına gelmeyen kalmaz. Slam kıralı ile görüşür zengin olur parasını yitirir, madeni altına çeviren simyacılarılardan simya  yapmayı  öğrenir. Ve eşkıyaların eline düşer başına gelmeyen kalmaz. Ve sonunda gerçek hazinesini bulur.  Aradığı yerde değil. Bıraktığı yerdedir hazinesi!

Ve bu sabah gözlerimden uyku akarken, umutsuzca simyacı geldi aklıma  bendeniz de simya yapıyorum her halde dedim kendime.  Oysa önce sınandığımı düşünüyordum. Bir sınav olmalı bu yaşadıklarımız diyordum. Ve aslında sınavlar simya yapmanın ilk adımları değil mi?

Ve sevgili okuyuculum şimdilik simya zamanı diye düşünüyorum ve bütün dertleri tasaları, olumsuzlukları, yoksullukları başıma taç yapıyorum. Ve sağlık ve sevgiyle kalalım bu günde  hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase

Yine Seçme Bir Hikaye Mesnevi’den

Kuru Akıl Neye Yarar

Bir bedevi, devesine iki dolu çuval yüklemiş, birisi onu lafa tuttu. Vatanından sorup konuşturdu ve o suallerle bir hayli inciler deldi. Sonra dedi ki: “ o iki çuvalda ne dolu? Doğruca söyle!” Bedevi “ bir tanesinde buğday var. Öbürü kum, yiyecek bir şey değil1” dedi. Adam “ neden bu kumu doldurdun” diye sordu.

Bedevi cevap verdi: “ O çuval boş kalmasın diye”. Adam; “ Akıllılık edip buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koy. Bu suretle hem çuvallar hafifler, hem devenin yükü “ dedi. Bedevi bu fikri pek beğenip “ Ey akıllı ve hür hakim, böyle bir ince fikir, böyle bir güzel rey sahibi olduğun halde neden böyle çırçıplaksın, yaya yürüyor, yoruluyorsun?” Dedi. O iyi kalpli bedevi, hakime acıdı, onu deveye bindirmek istedi. Tekrar “ Ey güzel sözlü hakim, birazcık halinden bahset. Böyle bir akılla, böyle bir kifayetle sen ya vezirsin ya padişah. Doğru söyle!” dedi. Hakim dedi ki: “ İkisi de değilim, halktan bir adamım. Halime elbiseme baksana!” bedevi “ Kaç deven, kaç öküzün var?” diye sordu.

Hakim cevap verdi: “ Uzun etme. Ne ona malikim, ne buna!” Bedevi, “ peki, bari dükkanındaki mal ne, onu söyle!” dedi. Hakim dedi ki “ Benim dükkanım nerede, yerim yurdum nerede? Bedevi, öyleyse paranı sorayım: sen yapayalnız gidiyorsun, hoş nasihatlar da bulunuyorsun, ne kadar paran var?

Alemdeki bakırları altın yapacak kimya senin elinde, akıl ve bilgi incilerin tümen, tümen dedi!” dedi. Hakim, “ Ey Arabın iftiharı, vallahi para şöyle dursun, bir gecelik yiyecek alacak mangırım bile yok. Yalınayak başıkabak koşup duruyorum. Kim, bir dilim ekmek verirse oraya gidiyorum. Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve baş ağrısı elde ettim” deyince; Arap dedi ki : “ yürü, yanımdan uzaklaş. Senin nuhusetin benim başıma da çökmesin. O şom hikmetini benden uzaklaştır. Sözün zamane halkına şom. Ya sen o yana git, ben bu yana gideyim. Yahut sen önden yürü, ben arkadan yürüyeyim. Bir çuvalımda buğday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha iyi be hayırsız! Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklık. Gönlümde azığım var, canım pehrizkar!”

Sen de şekavetin azalmasını istiyorsan çalış, sendeki hikmet azalsın. Tabiattan doğan, hayalden meydana gelen hikmet, Allah nurunun feyzinden nasipsiz bir hikmettir. Dünya hikmeti, zannı, şüpheyi attırır, din hikmetiyse insanı feleğin üstüne çıkarır. Ahir zamanın adi ukalası, kendileri evvelce gelenlerden üstün görürler. Hileler öğrenip ciğerler yakmışlar, hileler, düzenler bellemişlerdir. Asıl sermaye iksiri olan sabrı, ihsanı, cömertliğiyle vermişlerdir.

Fikir ona derler ki bir yol açsın. Yol ona derler ki önüne bir padişah çıkagelsin. Padişah ona derler ki kendiliğinden padişah olsun; hazinelerle, askerlerle değil. Zira kendiliğinden padişah olursa padişahlığı, Ahmet’in pak dininin yüceliği gibi ebedidir.

Kendi Ayıbını Göremeyince

Dört Hintli bir Mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rüku ve sücuda koyulmuşlardı. Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı. Bu sırada meyzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bila ihtiyar bir söz çıktı; “meyzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?” öbür Hintli, namaz içinde okuduğu halde “Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu” dedi.

Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki: “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!” dördüncü “Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi. Hulasa dördünün de namazı bozuldu. Alemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder. Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.

Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan! Madem ki başında onlarca yara var, merhemini başına vurmalısın. Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düştü mü “Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın ona” hadisine mazhar olur. Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birinde o ayıp, senden de zuhur edebilir.

Allah’tan “Emin olmayın” sözünü duymadın? Peki o halde neden müsterih ve emin oluyorsun? İblis, yıllarca iyi adla anılarak yaşadığı halde nihayet bak, nasıl rüsvay oldu,, adı ne oldu? Yüceliği alemde tanınmıştı, aksiyle tanındı, yazık!

Emin değilsen, tanımayı isteme. Yürü, yüzünü korkuyla yıka da sonra göster. Güzelim, sakalın çıkmıyorsa başka sakalsızları kınama. Şu işe bak: Şeytan, belalara düştü de sana ibret oldu. Sen belaya uğrayıp ona ibret olmadın. O zehri içti, sen şerbetini iç, (ibret almana bak!)

Günün Şiiri

Beni Söylediklerimde Arama…

Beni söylediklerimde arama…
Ben söyleyemediklerimde gizliyim…
O göremediğin koskoca derya gönlümdür,
Gördüğün sahil ise dilim…
Kıyılarıma vuran dalgalara şaşma…
Onlar aşktan gel-git’im…
Beni kendinde, kendimde arama…
Ben hem bende hem sende bir gizim…
Beni Mecnun’dan, Leyla’dan sorma…
Ben yalnız Mevla’dan bir izim…
Hz.Mevlana

Yüreğimi Açmak

Yüreğimi açmak, dedim.
Bir tebessümle bak her şeye, dedi…
Tebessüm, dedim.
Her kapının anahtarı, dedi.
Kapı, dedim.
Girmeden bilemezsin, dedi.
Ya korku, dedim.
Bilinmeyenden korkar insan, dedi.
Ben kimim? diye sordum.
Sevgiyle beslenensin, dedi.
Durdum. Durdum.
Yine sustum.
Kimsin? diye sordum.
Sen’im, dedi.
Seni seviyorum, dedim.
Ben de seni, dedi…
Şems-i Tebrizi

Büyük Can Dedi Ki: 

Kovalamayın beni yatağa
Hiç uykum yok
Daha lafınıza karışacağım
Ortalığı dağıtacağım
Televizyonu kapatacağım
Ayçiçeği resmi yapacağım daha
Başparmağıma şiir okuyacağım
Islık çalacağım
Daha çok işim var
Gecenizi karartacağım
Kütahya vazonuzu kıracağım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha çok erken

Can Yücel

Bir Cin Şiiri 

Davacı zengin, davalı yoksulsa
Zenginden yana işler yasa
Davacı yoksul, davalı zenginse
Davalıda kalır yine nizalı arsa
Davacı da davalı da zenginse davada
Özür diler çekilir aradan kadı
Davacı da davalı da yoksulsa, bak,
Sade o zaman işte yerin bulur hak

Günün Sözü

Şu kapının açılmasını istiyorsan kapıya doğru yürü, usanmadan geledur. Başköşeye geçme kaydını, ârı, hayâyı, ululanmayı bırak da canda ara başköşeyi. Yücelik külâhıyla Süleyman tacı her kele nasip olur mu, hâşâ ve kellâ. Sustum, kısa söz daha hoş; şu âna gürültü patırtı sığmıyor…
Hz. Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here