Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yılın son günlerini yaşadığımız bu günlerde havalar hala ılık sayılır İskenderun’da. Güneş, sıcak, aydınlık güzel yüzünü hiç esirgemiyor üzerimizden. Ancak bu sabah (dün) neşesi yok gibi? Coğrafyamızda bütün gücü ile esen savaş rüzgarları bu sabah onun da canını sıkmış. Toz duman, kıyamet aydınlık yüzündeki neşeli parlaklığı soldurmuş. Sararmış teni. Midesinde pis bir bulantı, içinde yeri doldurulamaz bir bıkkınlık var gibi?
Bu sabah bitkilerimde de bir sıkıntı var sanki, sararmış solmuş yaprakları sonbahara özgü değil, biliyorum. Savaşa verdikleri tepki bu “artık yeter nereye kadar bu inatlaşma, bu kardeşi kardeşe kırdırma” der gibi. Korkuyorum depresyona girecekler sonunda.
Özeniyorum depresyona girenlere aslında. Çünkü depresyonu bile özler duruma geldik. Çünkü paranoyak olduk. Ve şimdi paranoyamız tavan yapmış durumda. Korkumuz kendimize değil. Ne var ki altı üstü bir can taşıyoruz o da zaten ödünç giderse gider. Ancak sevgili ülkemiz? Ecdadımızın kanı… Canı bedeni ile yoğrulmuş topraklarımız üzerinde oynanan oyunlar gerçekten bizi korkutmaya başladı. Zaten hep korkuyorduk ama şimdi! Bir başka korkar olduk. Ve bu gidiş, korkutuyor dağı, taşı, denizi, karayı!
Onlarda rahat değil, mültecilerin umuda koşarken yiten canları için üzgün denizler. Kıyıya vuran Aylan bebekler için ağlıyor karalar. Dağlar ah o dağlar! Ellerinden gelse tuzla buz olacaklar, hainlerin üzerine çökerek, ancak ellerinde değil, üzgünler yalnız canları yanıyor. Delik deşik oldu tenleri, kanla büyüyor üzerlerindeki otlar çalılar. Sonra kavuruyor bombalar onları.
Üzgün yer gök, güneş bitkiler denizler karalar küskün, kuşlar börttüler böcekler bu sabah soluk almak zor gibi geliyor hepimize.
Ve bu sabah yazmak zor geliyor. Ancak sağlık ve sevgi dilemek geliyor elimizden hepimize ve birlik beraberlik içinde kalmak her zaman herkese inat. Yase
& & & & &
Bulut ile Yıldız
Bir zamanlar gökyüzünde birbirlerini gerçekten çok seven bir bulutla yıldız vardı… Bulut gökyüzünün en şeker, en pembe bulutu yıldızsa; en parlak, umudu en çok yansıtan yıldızıydı…
Gökyüzündeki her varlık onların sevgisini kıskanırdı… Tatlı bir kıskançlıktı onların ki… Ama biri vardı ki; bulut ve yıldızın ayrılmalarını yürekten istiyordu… Hem de yıldızın en yakın arkadaşı olmasına rağmen…
Bulut biraz saftı, kimseyi kıramazdı… Yıldızsa bulutu için elinden gelen her şeyi yapabilir, herkese meydan okuyabilirdi… Zaten onun için bir bulutu bir de çok sevdiği dostu peri vardı… Bir derdi olduğunda gider periye anlatırdı… Nereden bilebilirdi ki, perinin bir gün bunların hepsini yıldızla bulutun ayrılmaları için kullanacağını?
Bir gün nazar değdi bulutla yıldıza… Hiç yoktan bir sebepten tartıştılar. Bulut, çekti gitti, hatalı olmasına rağmen. Yıldızsa “Nasılsa bulutum beni seviyor, dönecektir” diye düşündü… Fakat hiç bir şey beklendiği gibi gitmedi… Bulut dönmedi. Kim bilir, belki de cesaret edemedi dönmeye. Tek bir gerçek vardı ki; O da; ikisinin de çok üzgün olduklarıydı…
Gökyüzündeki iyilik melekleri bile ağladılar onların durumlarına ama ne fayda…
Ertesi gün yıldız olanları en yakın dostu periye anlattı… Periyse göstermelik bir hüzne büründü… Eline büyük bir fırsat geçmişti. Artık hayatı boyunca kıskandığı kişiye karşı kozları vardı elinde. O kişi, en yakın dostu yıldız olmasına rağmen kullanacaktı kozlarını… Hem de büyük bir zevkle… Bulutun yanına gitti ve yıldızın artık onu sevmediğini söyledi. Bulutsa üzüldü, boynunu büktü ama elinden hiç bir şey gelmeyeceğini düşündü… Çünkü yıldız inatçıydı. Bir kere olmaz dediyse, bir daha olur demezdi. Peri de bulutun bu üzgün durumundan yararlanıp ona olan sevgisini itiraf etti… Bulut da kimseyi kıramadığı için perinin, yıldızının yerine geçmesine izin verdi…
Yıldız, günlerce bulutunun dönmesini, ondan af dilemesini bekledi… Ama bulut gelmedi. Bir gün yıldız, bulutun yanına gidip, konuşmaya karar verdi. Gece yola çıktı. Bulut, dostu sandığı periyle birlikte ayda el eleydi… Melekler dayanamayıp, tüm olan biteni anlattılar yıldıza… Çok üzüldü ve çaresiz, döndü arkasını gitti… Yavaş yavaş sönmeye başladı… O günden sonra yıldız söndü, ışık veremez oldu. Bulutsa artık ne o kadar pembe, ne de o kadar kadifeydi.
Yıldız, ilk zamanlar her şeyden vazgeçti, hayata küstü… Ama kolay pes etmezdi. Kısa bir süre sonra hayatıyla ilgili o önemli kararı verdi.
O güne kadar hiç görmediği güneşin yanına gidecekti ve biraz daha ışık isteyecekti ondan. Çok geçmeden daha önce hiç görmediği güneşin yanına gitti… Ondan yansıtması için biraz daha ışık istedi… Güneş ışık yerine sevgisini verdi yıldıza… O gün bu gündür yıldız, dünyaya güneşin sevgisini yansıtır… Bulutsa; hep gözyaşlarını akıtır dünyaya… Bir de yüreğinde kopan fırtınaları…
Şemsi Tebrizi
Günün Şiiri
Yüreğimi açmak, dedim.
Bir tebessümle bak her şeye, dedi…
Tebessüm, dedim.
Her kapının anahtarı, dedi.
Kapı, dedim.
Girmeden bilemezsin, dedi.
Ya korku, dedim.
Bilinmeyenden korkar insan, dedi.
Ben kimim? diye sordum.
Sevgiyle beslenensin, dedi.
Durdum. Durdum.
Yine sustum.
Kimsin? diye sordum.
Sen’im, dedi.
Seni seviyorum, dedim.
Ben de seni, dedi…
Şems-i Tebrizi
Fener Alayı
gökyüzünde patladı ampul!
sahile doğru iniyordum
dalgaların dağılırken köpüklendiğini gördüm
gizlenmeyi seven bir şey vardı bende
kaybolan yıldız nereye gider gökyüzünde
eve dönmek istemiyordum
yağmur yağıyordu içimde
ışıl ışıldı cumhuriyet balosu
garnizon komutanlığının orada
gördük… yasak bölge, girilmez!
ince bir çizgi halinde!
solardı akşamları ampul
solardı annemin yüzündeki seccade
dibi görülmeyen çukur
sendeki bu sessizlik, bu keder
hüzün değil gurur, demişti
birahanede gördüğüm beyaz sakallı yaşlı adam
tutkularla savaşmak zordur
hatıra girdap halinde iner kalbine
fener alayı geçiyordu önümüzden
cumhuriyet balosuna giden erkanı gördük
bu vakitte ne gezdiğimizi sordular bize
giysilerimize bakıp sonra sordular bize
sessizlikti saplanan yüzümüze
kardeşimin edasındaki kibirsizlik
çekingenlik değil rahimdi
-biz babama küçük rakı almaya gelmiştik!
yağmur başlamıştı, içimde…
belediye başkanının oğlu Rağıp’ı gördük
kaymakamın kızını, doktorun karısını
siyah tayyör içinde bir buhurumeryem
gözlerinin içinde aşılı gül vardı, onu gördük
ışık değildi yanıp sönen, rahman
rahvan yürüyen atların üstünde
fener taşıyan askerleri gördük
-biz babama küçük rakı almaya gelmiştik!
eve dönerken neden iniyordu yeryüzüne
çarşıya giderken gökyüzüne yükselen gece
sadece taştı, sadece taş! görünen o karanlıkta
fener alayı geçerken başkalarının gecesinde
-ben eve dönemem İbrahim!
-ben eve dönemem İbrahim!
nemli soğuktu inen kalbime
kimse yoktu: kimsesizlik: ten
birikmişti biriken arkadaşlarımın gözlerinden
parça parça köpüklenmiş bulut
göğsüm sis ve duman halinde
hiç bir gece dönmek istemedim eve!
karanlığın sonunda doluluk yoktu oysa
ama hafıza neden zehir
akıl neden tutkal oldu bana!
Yücel KAYIRAN
Günün Sözü
Şu kapının açılmasını istiyorsan kapıya doğru yürü, usanmadan geledur. Başköşeye geçme kaydını, ârı, hayâyı, ululanmayı bırak da canda ara başköşeyi. Yücelik külâhıyla Süleyman tacı her kele nasip olur mu, hâşâ ve kellâ. Sustum, kısa söz daha hoş; şu âna gürültü patırtı sığmıyor…
Hz. Mevlana