Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Ramazan ayı geldi ve gidiyor. Kendisi Rahmet, mağfiret ayı ancak yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden ve duyduklarımızdan ötürü anladık ki kimsenin mağfiretle ya da rahmetle ilgisi bile yokmuş ki ağır sözler, ithamlar, adaletsizlikler birbirini aşağılama, hor görme, azarlama, havalarda uçuşuyor. Ne kutsal kitaptan bir şey anlıyoruz ne de kitapla yaşamayı… Oysa “Kuran’ı Kerim’i dağa indirseydim o huşuyla erirdi” diyor kutsal kitap. Ama insana verdik o bunu kolaylıkla kabul etti. Biz insanlar o kutsal kitabı gerçekten anlayabilmiş olsaydık şimdi gıybet yapmazdık. Kimseyi küçümsemez, elimize, dilimize, belimize, vicdanımıza, aklımıza sahip çıkardık. Oysa şimdi vicdan denen insanın içindeki Tanrı nerdeyse gündem dışı kalmış. Adalet kavramları değişmiş ya da olduğu gibi yok olmuş. Paylaşmak ayrım gayrım yapmamak, garip sayılır olmuş. Çünkü biz bizim yol göstericimiz, rehberimiz, nurumuz, Kuran-ı Kerim’i duvara astık uzun yıllar, yalnızca seyrettik, ya da okumaya başladık çoğumuz yanlış anladık ya da kılıçların ucuna takıp sayfaları onu indirene inananlara karşı kullandık. Ya da şeriat diye katliamlar yapmak için kullandık.
Bugün Ramazan ayını hiç sorgulamadan neden, niçinleri hiç düşünmeden, aç bilaç olarak oruç tuttuk. Akşam yatağa girerken kaç kişiyi mutlu ettim, kaç kişiyi üzdüm, kimi kırdım, kimi incittim diye düşünmeden, öz eleştiri yapmadan, yeni güne uyanmak üzere vurduk kafayı uyuduk. Valla ne denir kendimizi kandırdık başka kimseyi değil. Allah hepimize akıl versin. Çünkü insanın aklı varsa her şeyi var.
Bir söylenceye göre, günün birinde bir bilgeye “elimizde üç şey var” demişler “birisi akıl, birisi haya, birisi adalet. Hangisini istersin? İstediğin seninle gelecek diğerlerini yollayacağız” Bilge hiç düşünmeden “akıl” demiş, “akıl isterim.” Haya ve adalet’e “hadi siz gidin” demişler ama onlar gitmemiş. Bize akılla birlikte gitmemiz söylendi, diyerek aklın yanından ayrılmamışlar. İşte bu kadar basit… Aklı olanın her şeyi var demektir. Yalnızca onu kullanmayı bilsin. Ve biz akıl dilencileriyiz, onu doğru ve düzgün kullanmak için uğraşıyoruz…
Ve sevgili okuyucularım, şehit haberleri, Mehmetçiklerin yemekten zehirlenmelerine ve akıl almaz çocuk cinayetlerine kadar bir sürü olumsuzluğun hiç ara vermeden yaşandığı bir ramazan ayının daha sonuna geldik bile. Dilerim çok daha huzurlu, dingin, mutlu ramazan günleri görmek kısmet olsun hepimize. Ne mutlu ki bu günlere gelip de bu aya varanlara. Bağışlanma dileyenlere. Ve hayata yeni bir sayfa açanlara…
& & & & &
Ve CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu yürümeye devam ediyor. Ve bir kartopu gibi büyüyor katılım her kesimden. Biz de onunla birlikte yürüyoruz. Allah güç kuvvet versin. Laf atmalar, tehditler ve hiçte hoş olmayan imalar, açıkça sarf edilen haddini aşan sözler, kimseyi incitmesin umurunda bile olmasın. Yollar hepimizin malı, herkes özgürce yürüyebilir yürüyebildiği yere kadar. Önemli olan ayağa kalkmaktır. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman… Yase
& & & & &
Ayeti Kerimenin İndirdiği İftar
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin küçük yaşta hastalanırlar. Hz. Ali ile Hz. Fatıma çocuklar iyi olunca, ikisi de oruç tutar. Birinci gün, iftar için hazırladıkları yemeği, o esnada kapılarına gelen yetimlere vererek, iftar etmeden, ikinci günün orucuna başlarlar. O akşam iftarlığını da, yine o saatte kapıya gelip, (Allah için bir şey verin!) diyen fakir ve miskinlere verdiler. O gece de, iftar etmeden, üçüncü günün orucuna başladılar. O akşam dahi, kapılarına gelen esirleri boş çevirmemek için iftarlıklarını bunlara verdiler. Bunun üzerine, Ayet-i Kerime indi. Ayet-i Kerimenin Meal-i Alisi şöyledir: “Bunlar, adaklarını yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan kıyamet gününden korktukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskin, yetim ve esirlere verdiler. Biz bunları, Allahu Teala’nın rızası için yitirdik. Sizden karşılık olarak bir teşekkür, bir şey beklemedik, bir şey istemeyiz dediler. Bunun için, Cenab-ı Hak, onlara Şarab-ı Tahur içirdi.” (insan, 7-9, 21)
Günün Şiiri
MASAL
Bir varmış bir yokmuş masal bu
Bu bir garibin çocukluğu
Suda köpük gibi bembeyaz
Anam söz bilir saz çalarmış saz
Babam ne beymiş ne beyzade
Doğmuşum unvandan azade
Doğmuşum burdan çok uzakta
Güneşe en yakın toprakta
Sallanmışım tahta beşikte
Uyutulmuşum serinlikte
Hasır üstünde yürümüşüm
Gökte ay gibi büyümüşüm
Bir sabah vakti bir kuş gelmiş
Beni kanatlarına almış
Aşalım demiş bulutları
Daha daha daha yukarı
Yıldızlara uçalım demiş
Gök demişim bir olgun yemiş
Ve guk demişim bir damla su
Aşmışız dağları bulutu
Eflâtun’un Gök Cenneti’nde
Yaşamışım serazat zinde
Sonra kuş altın kanatlı kuş
Kanatları düşmüş uyumuş
Yanan bir bulut gibi yere
Düşmüş karışmışım sizlere
Sevmek istemişim toprağı
Şu kel tarlayı kambur dağı
Akan suyu kaçan ceylânı
Hepsinin üstünde insanı
İnsan ki demişim pek ola
Allah gibi sonsuz tek ola
İnsan ki ben bir parçasıyım
Yüreği beyni kalçasıyım
Ve anlamışım ki hal başka
Hakikat başka hayal başka
Gökte duyduğum başka masal
Ne meyve verdi silktiğim dal
Ne süt verdi sağdığım inek
Ne bal var ortada ne petek
Ve işte böyle bir sırada
Şarkılar söyledim arada
Göğe elmalar atıyorum
Düşen yıldızlar tutuyorum
Eskiler alıyorum
Yeniler satıyorum
İlhami Bekir TEZ
Günün Fıkrası
Bir ilçeye bir kaymakam atanmış. Kaymakam yanına başçavuşu alıp, köylülerle tanışmak üzere köy, köy dolaşmaya başlamış… Bakmışlar ki yolda bir adam kucağında bir eşek yavrusuyla gidiyor…
Kaymakam başçavuş’a demiş ki.. “Ben bu köylüye biraz sataşayım” Başçavuş, kaymakamı uyarmış. “Aman efendim, bunlar lafta altta kalmazlar. Dikkat edin”
Kaymakam, “Bir şey olmaz. Ben yıllarca mektep okudum kültürlüyüm cahil bir köylü mü beni lafta yenecek” demiş. Arabayı durdurup köylüye yanaşmışlar kaymakam selam verip sormuş “Nereye böyle kucağında yavrunuzla” Köylü bir kaymakama bakmış, bir de başçavuş’a “Mektebe” demiş… “Mektebe yazdırmaya gidiyorum… Çok okursa kaymakam, az okursa başçavuş olsun diye…”
Günün Sözü
Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim.
Bernard SHAW
Çocukları seven hayatı da sever.
DOSTOYEVSKİ