Geçmişe Özlem

0
106

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazen bir şarkıyla uyanırız ya. Sözlerini aslında bilmediğimiz, tınısını anımsamadığımız. Ama belleğimizin bizden habersiz  kaydettiği… “Galip Derviş” adlı diziyi izliyor musunuz? Bir bölümünde hani deprem oluyordu o zaman Galip Derviş başka bir dilden konuşmaya başlıyordu ilk bölümlerinden birindeydi herhalde. Herkes şaşıyordu hatta merak ediyordu. Ama kendisi bunun farkında bile değildi. Herkesin onu anladığını sanarak konuştukça konuşuyordu. İşte bu bazen hiç önceden bildiğimizi sanmadığımız bir şarkıyla uyanmak durumları aynen Derviş’in depremde başka dil konuşması gibi bir şey. Hafızanın işgüzarlığı! Ama ne yalan söyleyeyim hiç şikâyetim yok. Hatta seviniyorum ve hafızamı seviyorum. Beden gizli işler çevirse de aslında koruyor karanlık düşüncelerden. Bu sabahta öyle oldu. Bir şarkı var dilimde ama ne bilmiyorum belki bir ağıt!!!

Küçükken, kardeşimle radyoculuk oynardık. Bazen spiker, bazen ses sanatçısı, bazen yorumcu olurduk. Ve radyomuzun sesi en yüksek perdeden yankılardı arka bahçede. Sesimiz akardı su gibi. Hiç şaşmazdı sözler makamlar!! Şimdi o zamanları çok özlüyorum. Arka bahçemizi ve kardeşimi ve avaz, avaz söylediğimiz neşeli şarkılar söylemeyi…

Köpeklerimiz vardı ve kedilerimiz. Onları da özlüyorum. Tasma muhabbetti vardı bir zamanlar. Tasmasızdı köpeklerimizin hepsi. Teklifsizdi inip çıkmaları iki taraflı merdivenlerden. Tavuklarımız  vardı  her gün yumurtlayan… Ve yumurtadan çıkmalarını beklediğimiz civcivlerimiz vardı. Kuluçka günlerini sayardık. Tam 21 gün. O gün okula gitmezdik eğer tatil değilse ya da geç giderdik. Yumurtayı kırıp teker, teker çıkışlarını izlerdik. Islak yapış, yapış ve minnacık… Asla dokunamazdık anneleri tetikte olurdu. Kartal gibi parçalamaya hazır civcivine uzanacak alçak eli.

Onları besledik ilerleyen zaman içinde, anneleri emanet etmeyi öğrenmiş olsa da yine en ufak bir şeyde  tırnaklarını ve gagasını hazır tutardı… Ve ağaçlarımız vardı çiçeklerimiz. Ve bize onları sevmeyi, korumayı, saygı göstermeyi öğreten büyüklerimiz vardı. Şarkımıza asla karışmayan…

Pamuk var şimdi öğrencilerimle gelen onunda tasması yok. Onlarda şarkı söylemek istiyorlar mı merak ediyorum? (soracağım geldiklerinde) Acaba kapımın önünden geçip giden insanların içinden, şarkı söylemek geliyor mu? Biraz  önce kapıdan başını uzatıp  garip,  garip sorgulayan  her şeyi,  buz gibi soğuk cümleler kuran, siyah gözlüklü, siyah kot pantolonlu, saçları arkada gelişi güzel toplanmış genç hanım hiç ömründe şarkı söylemiş mi? Arabasını şimdi, kapının önüne park eden yakışıklı. Küçük dünyaları ben yarattım havaları ile okula doğru yürürken acaba içinden şarkı söylüyor olabilir mi?  Yine hiç ilgisi olmayan. Aniden içine doğan! İnşallah!!

Herkes şarkı söylesin istiyorum… Biz küçük olmaktan çıktığımızda da şarkılar söylerdik kardeşimle. Merdivenleri tırmanırken, kitaplarımızı düzeltirken hatta ders çalışırken… Ama artık özeldi minik hayatlarımız. Odalarımız ayrılmış ama kilit takılmamış kapılara.. Kimse kimsenin odasına girmezdi patadak. Saygısızlıktı öyle pat kapı girmek, şunu bunu karıştırmak hiç gereği yokken. Açık olduğu için her taraf merak etmemize de gerek kalmazdı hiçbir şeyi. Nettik hiç sağa sola kaykılmadan konuşurduk.

Haksızlığa karşı koymayı, insanları  ve hayvanları  aşağılamamayı, ayırmamayı, şu bu o diye. Bize kimse öğretmedi.  Biz gördük büyüklerimizden onlar yapmıyordu bizde yapmadık. Ve bütün bunları yapanları gördükçe inanamadık “olmaz” dedik. Ama bal gibi olurmuş sonradan öğrendik.

Aslında bu sabah özlemle uyandım bir şarkıyla uyanmak istiyordum oysa ama olmadı. Dilim “lal”dı. Hafızam da. Sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım sevgili okuyucularım ön yargılardan uzak… Yase

& & & & &

Nette dolaşırken değişik bir hikaye takıldı gözüme ‘Bir de Kurdun Ağzından Dinleyelim Kırmızı Başlıklı Kız Hikayesini’ başlıklı… Kırmızı Başlıklı kız hikayesini eminim hiç bu şekilde okumamışsınızdır…

Her gün yaptığım gibi ormanı temizlemeye çıkmıştım. Orman benim evim, temiz tutmak da benim görevim. Derken bir kız beliriverdi. Kırmızı başlık ve peleriniyle çok şüpheli bir görünümü vardı. Kimin aklına gelir bu garip kıyafeti giymek. Bir kurnazlık peşindeydi mutlaka. Bir süre dikkatle izledim bu garip kızı. Elinde taşıdığı üzeri örtülü sepette kim bilir ne taşıyordu! Yürüyüşü bile normal değildi. Yanına yaklaşıp ne yaptığını sorunca bana büyük annesinin evine gittiğini söyledi ama gel de inan. Yine de bıraktım peşini kendi işime döndüm. Ama aklım o kıza takıldı bir kere… Bir gidip bakayım doğru mu söyledikleri dedim kendi kendime; gerçekten böyle bir büyük anne var mı? Siz olsaydınız gerçekliğini kontrol etmek istemez miydiniz? Orman benim evim. Ben hem ev sahibiyim, hem de diğer orman sakinlerine karşı sorumluyum.

 Neyse uzatmayayım… Gittim, baktım ve gerçekten bir büyükanne buldum. Sorduğumda “evet o küçük kız benim torunum” dedi. Ben de sorumlu bir kişi olarak; “bu küçük kız yabancılarla konuşulmayacağını öğrenmemiş daha!…” dedim ve anlattım küçük kızla karşılaşmamı… Büyük anne de ürperdi ve birlikte küçük kıza bir ders vermeye karar verdik. O yatağın altına saklandı, ben Onun geceliğini giydim, başlığını taktım ve yatağına yattım. Küçük kız birazdan içeri girdi. Seslendi cevap verdim. Ne şaşkın bir çocuk!.. Beni büyükannesi sanıvermişti. Ben benim büyük annemi değil sesinden, kokusundan bile tanırım oysa ki. Neyse bunlar bir şey sayılmaz, daha neler yaptı bilseniz. Kulaklarımın niçin büyük olduğunu sordu. Ne ayıp şey hiç sorulur mu!… Yine de çocukluğuna verip yumuşak bir sesle cevapladım. “Seni iyi dinlemek içi”… Ama bu sefer kalkıp da burnumun niçin büyük olduğunu sormaz mı!.. Küçük kız hiç mi hiç terbiye almamış. Ben zaten burnumu kendime kompleks haline getirdim, öz-güvenim sallantıda. Psikologlar, estetikçiler… Dünya para harcıyorum ama nafile. Yine aldırmamaya çalışırken bu sefer de ağzımın kocaman olduğunu yüzüme vurmaz mı! Tabi ki kızdım, siz olsanız kızmaz mıydınız?

O sinirle ayağa fırlayıp peşinde koşturmaya başladım. Birden ne olsa beğenirsiniz! Bir kocaman avcı elinde tüfek kapıdan dalıverdi. Beni “seni hain kurt, büyük anneyi yedin değil mi?..” diye suçlamaz mı!.. Halbuki büyükannenin kılına bile dokunmadım, O da saklandığı yerden çıkıp beni korumaya çalışmadı. Malum yaşlılık, kulakları iyi duymuyor. Avcı mahkeme yapmadan infaz kararımı verdi.

Tabi ben de adalet bulamayacağımı, hatta canımı yitireceğimi anlayıp pencereden zor attım kendimi. Geçirdiğim büyük korkunun sarsıntısı yetmiyormuş gibi o gün bugün ormanda bile yüzümü rahat gösteremez oldum. Adım haine çıktı.

Günün Şiiri

Bana Bir Şarkı Söyle

Özledim sesini ne olur konuş
Bir gül açtır zamanların ötesinden
Karanlıklar içindeyim, kapkarayım bugün gel
Gök mavisinden, deniz mavisinden
Bana bir şarkı söyle
İçimde bir şey kımıldıyor
Gözlerim kan çanağı, yorgunum, uykusuzum
Bir baksana ne haldeyim deli divane
Yaralıyım, çaresizim umutsuzum
Bana bir şarkı söyle
Yağmur ol yağ üstüme, güneş ol ısıt
Dökül karanlığıma ışıklar gibi
Al beni, en uzaklara götür
Sesin aksın içimde bir pınar gibi
Bana bir şarkı söyle
Bütün renkleri kat birbirine
Buram buram bir turuncu getir geçen yazdan
Bir tüy gibi, bir bahar dalı gibi
Hafiften, inceden, güzelden, en beyazdan
Bana bir şarkı söyle
Bazan kar nasıl hazin yağar bilirsin
Kurşuni bir gökyüzünden ağlamaklı
İşte öyleyim, kapkarayım bugün gel
En hüzünlü sesinle, en dokunaklı
Bana bir şarkı söyle

Ümit Yaşar OĞUZCAN

Beyaz Gemi

Bir beyaz gemiydi ayıran onları. .

Kadın güvertedeydi adam rıhtım ta

Şimdi unuttum yüzünü kadının

Adamın gözleri aklımda

Kana bulanmış bıçaklar gibi

Uzun kirpikleri ıslaktı

Adam dertli, adam darmadağın

Dokunsalar ağlayacaktı

Adam bitkindi adam seviyordu

Kalan kederdi giden gemiyse

Taş olduğu içindir dedim rıhtım taşları erimediyse

Derken bir düdük öttü ansızın

Bembeyaz gemi gitgide ufaldı

Korkunç yalnızlığı ile baş başa

Rıhtımda bir adam kaldı.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

Anılarda Yaşarken

Çekingen adımlarla sesiz ve ürkek
Bir gün uzaklardan bir giz gibi geldin
O büyülü şarkılarını söyleyerek
Gençliğimi geri getirdi ellerin

Sundun paha biçilmez güzelliğini
Öylesine diri öylesine sıcak
Böylesine bir mutluluk anladım ki
Ömür boyunca bir kez yaşanır ancak

Bir kez nefes aldığını anlar bir gün
Bir kez bir kişiyle insan bütünlenir
Özlem dediğimiz o hançer bir düşün
Bir kez saplanmak için kaç kez bilenir

Anılarsa bitmez bizimdir daima
Umulmadık yerlerde yeşerir büyür
Yaşamak baştanbaşa yalan olsa da
O alır bizi uzaklara götürür

Emzirir gür memelerinden istekle
Biz farkına varmadan uzar ömrümüz
Anılarda yaşarken bir gün gelir de
Biz de birer anı olur ölürüz.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

Günün Sözü

Çok dinlememiz, az konuşmamız için iki kulağımız ve bir dilimiz vardır.

DIYOJEN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here