Eşrefi Mahlukat!

0
300

“Tohuma, toprağa, denize inan, / İnsana inan hepsinden önce, / Bulutu, makineyi, kitabı sev, / İnsanı sev hepsinden önce.” İnanmak ve sevmek gibi yüce değerleri insana atfeden bu hikmetli dizeler, “vicdan” sahibi toplumcu hümanist şairlerimizden Nazım’a ait..

“Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar, akıl ve vicdan sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar.” Bu şiirsel cümleler de, 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletlerin kabul ve ilan ettiği İnsan Hakları Beyannamesi’nin ilk maddesine ait..

Mademki inanmak, sevmek de dahil akıl, vicdan, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi yüce değerler daha doğumunda var insanda, bu halde “özünde yücelik” olan bir varlıktır insan.. Ki bu tanım, insanın “Tanrısal nefha” anlamında “yüceliği içerdiği” ve bu nedenle de “eşrefi mahlukat” olduğu, dolayısıyla insani öz anlamında  en güzel kıvamda (ahseni takvim) yaratıldığı ve fakat özündeki yüceliği gölgelediği anda da en sefaletinden sefilliğe atıldığını beyan eden inancın da tefsiridir aslında..

İnsanın, Yaratıcı bir varlığa inanarak, canlı, cansız mahlukatın en şereflisi olduğu kabulünü, ‘insanlığın bir amentüsü’ olarak kabul eden İsmet Özel, “Amentü” adlı şiirine, “İnsan, Eşref-i mahlukat derdi babam..” dizesiyle başlar ve şöyle bitirir: “Pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu, Ham yüreğin pütürlerini geçtim, Gövdemi alemlere zerk ederek, Var oldum kayrasıyla Var edenin, Eşref-i mahlukat, Nedir bildim..”

Duyumsayabiliriz diye düşünüyorum ben, “Kainatın aynasıyım, Madem ki ben bir insanım, Hakkın varlık deryasıyım, Madem ki ben bir insanım..” duyumsayışıyla Aşık Daimi misali “akıl ve vicdan şerefelerimizden” eşrefin anlamını..

Duyumsayabiliriz Hasan Hüseyin duyarlığında: “Hor baktık mı karıncaya, kırdık mı kanadını serçenin, vurduk mu karacanın yavrulusunu, ya nasıl kıyarız insana?”

Duyumsayabiliriz Yunus’un sevgi, barış şerefelerinden, insana saygının dayandığı değer bağlamında; “Sen sana ne sanırsan, Başkasına da onu san.. Dört kitabın manası budur eğer var ise” nefesinde şerefin anlamını..

“Yüksekte olan, yukarıda bulunan” anlamı var şeref sözcüğün Arapça köklerinde.. Bu anlamından dolayı şerefe deniliyor mesela minarelerin balkonlu mekanlarına..

Dil sofrasında düşünce açlığımı gidermeye çalıştığım babam  Münir, “yalnız kal (söz) değil, aynı zamanda hal ehli de olmaktır” hatırlatmasıyla şerh ederdi “eşrefin” anlamını sohbetlerimizde.. Okurdu mesela bu bağlamda akıl ve vicdan şerefelerinden duyumsayarak; “Bir kudret-i külliye var ulvî ve münezzeh, / Kudsî ve muallâ, O’na vicdanla inandım” dizeleriyle başlayan Tevfik Fikret’in, “Haluk’un Amentüsü” adlı şiirini.. Ve devam ederdi; “Rû-yi zemin vatanım, Nev-i beşer milletim… İnsan, / İnsan olur ancak buna iz’anla, inandım.. // Ebnay-ı beşer birbirinin kardeşi.. Hülya! / Olsun, ben bu hülyaya da bin can ile inandım. // Kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu muâdât, / Kan ateşidir, sönmeyecek kanla inandım. // Fıtratta tekamül ezelidir; bu kemale / Tevrat ile, İncil ile, Kur’an ile inandım. // Aklın, o büyük sâhirin i’câzı önünde, / Batıl geçecek yerlere hüsranla, inandım.. // Bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın, / Her şey olacak kudret-i irfânla… inandım!”

Söz konusu bu şiiri babam Münir, “Yüce bir kudrete imanla, yeryüzünü vatan, tüm insanları kardeş kabul eden, şiddeti ve kan dökülmesini reddeden sözler, eşrefi mahlukat insanların vicdanlarında kayıtlıdır” şeklinde ve “ihvanım insan” kalemiyle şerh etmişti yüreğime.. Ki ihvan, Arapça “kardeş” anlamına gelen “ah” sözcüğünün çoğuluydu..

Ve fakat ah! Akıl ve fenle siyah toprağı altın yapsak da, ham yüreğimizin pütürlerini geçmeden ve “ihvanım insan” duyumsayışıyla hal ehli olmadan, insanlığımızın vicdanını kanatan savaşları görmezden gelerek “Ebnay-ı beşer birbirinin kardeşi” dememiz hep lafta kalıyordu.. Mesela? Mesela, ‘İnsan Hakları Haftası’ içinde, “Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar, akıl ve vicdan sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar” yargılı ‘beyanname’ insanlık onuru adına tozlu raflardan indirilmiyor mu?  Tozu dumana katan laflarla, insani özümüzdeki yüceliği gölgeleyen savaşlar görmezden gelinerek tekrar rafa kaldırılmıyor mu?

Toplumcu hümanist şairlerimizden Hasan Hüseyin, “Bak şu bebelerin güzelliğine, Kaş destan, göz destan, Elleri kan içinde!” diyerek kal ediyor sefillerin sefili insanlığımızın bu acılı halini.. Ve ‘Acıyı bal eyleyerek’  ekliyor: “Yokluk ne, yoksulluk ne? Gün, gün ile barışmalı, kardeş kardeş duruşmalı, koklaşmalı söyleşmeli, korka korka yaşamak ne?”

Selam ve saygılar…                                                                          ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here