Eğitimde Derinlik Algısı!

0
919

Ünlü sosyologlarımızdan Şerif Mardin; yakın tarihe atıfla kültürümüzdeki hissedilir fakirleşmenin parçasal nedenlerinden birinin, kültürel arka alanlarının bulunmadığı tezinden hareketle okullarımız dolayısıyla eğitimimiz olduğunu söyler..

Konuyu irdelediği kitabında, okul çocukları arasında üretilen beklentilerin hep yapmacık olduğunu, sonrasında da yapmacık kaldığını vurgular ve adını koyar: “Okullar müsamere toplumu üretiyor!” (s.81, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim Y. 2002)

“Müsamere Toplumu” kavramının popüler dildeki karşılığı her ne kadar “mış gibi yapanlar” olsa da; ben, yüzeysel değerler sunumunun derinlikli tanımı anlamında “Gösteri Toplumu” olarak algılanmasının literatüre daha uygun düşeceği kanısındayım.. Bu bağlamda, otuz küsur yıllık mesleki tanıklığımla okullarda kurum kültüründen bi haber olmasına rağmen “mış gibi” yapan bir kısım yöneticiler de dahil eğitimcileri “tırnak içine,” parçasal “neden” algısındaki kültürel sığlık ötesinde bütünsel algı sorunu olduğunu da parantez içine alarak sayın Mardin’le benzer kanaatleri paylaştığımı söyleyebilirim..

Bütünsel algının psikoloji dilindeki adı; gestalt.. Gestaltçı yaklaşımın özü, “bütün, tüm parçalarının toplamından daha büyüktür” cümlesiyle açıklanmakta.. (Eğitim Psikolojisi, s. 130, Doç. Dr. Osman Kazancı)

Gestaltçılara göre, “bütünün algılanması parçaların algılanmasından önce gelir.”

“İnsan, iç ve dış dünyadan gelen uyaranları daima bir bütün olarak algılama eğilimindedir” diyor Gestaltçılar.. Ve örnekliyorlar; “bebelerimiz bizi, saçlarımız, gözlerimiz, ellerimizle ayrı ayrı değil, biçimsel bir bütün olarak algılar..” Algıladığımız her nesnenin, bir çok parçadan oluşan bir bütün olduğunu kendi duyumlarımızdan da anlayabiliriz.. Örneğin, zihnimizin uyaranları, duyumları bir bütünü oluşturacak algılara dönüştürdüğünü; mavi denizinden turuncu güneşine, güzel kentimiz İskenderun’un zihinlerimizdeki bütünsel algısından çıkarsayabiliriz.. Bu halde algının, duyu organları yoluyla aldığımız duyumları yorumlamamız ve onları anlamlı hale getirmemiz olduğu açıktır..

Doğuştan gelen zihinsel formumuz içinde var olan algılarımızdan biridir derinlik.. Bebeleri gözlemleyerek tanıklık yapabiliriz bu cümledeki yargıya.. Kucağımıza aldığımızda mesela, düşmemek için sımsıkı sarılırlar boynumuza.. Henüz ilk adımlarında ellerimizi sımsıkı kavramaları da bu nedenle olsa gerektir diye düşünebiliriz mesela.. Ya, parmaklarımızı bıraktıktan sonra iki basamak arasındaki derinliği fark ederek merdivenleri adımlamaları? Algının bu yönünü incelemek için Gibson ve Walk, 1960 yılında, “görme uçurumu” adlı bir deney düzeneği hazırlamışlar.. Deney düzeneğinin bir tarafı göze derin dik bir iniş, diğer tarafı yüzeysel yatık bir iniş gibi görünmekte.. Altı buçuk aylıktan 14 aylığa kadar olan bebekler, düzeneğin ortasında bir basamak yüksekliğindeki bir yere yerleştiriliyor.. Ve anneleri onları derin ve yüzeysel düzeylerin karşısından çağırıyor.. Sonuç? Bebeklerin %89’u yüzeysel düzeyi tercih ediyor ve derin iniş gibi görünen taraftan çağrılınca gitmiyor.. (Çocuk Psikolojisi, s.105, Arthur Jersild, Çev. Prof. Dr. G. Günçe)

Burada, derinlik algısının doğuştan geldiği kanıtlanırken “algı yanılması” oluşturulduğunu da görebiliriz diye düşünüyorum ben.. Derinlik olmadığı halde derinlik varmış hissi veren uyaranların yanlış yorumlanmasına deniyor algı yanılması.. Bu tür yanılmaların psikoloji dilindeki adı illüzyon!

Erich Fromm,  “Yanılsama Zinciri” adlı kitabında şöyle diyor:  “Kelimelerin anlamlı olması için, söz konusu kişiliklerle yapılan işler arasında tam bir bağlam mevcut olmalıdır. Eğer böyle bir bütünlük yoksa, kelimelerin tek işlevi insanları aldatmak olur.. İnsan hakikati arayıp ona yaklaştığı ölçüde kendi gelişimine hakim olur. Bu tür bir arayış, illüzyonların reddi anlamına gelir.” (s.143)

Y.Doç. Dr. Ayhan Ural da şöyle diyor: “Yarışmacı eğitim anlayışının yok ettiği en temel özellik, bireyde sorgulama, anlama, anlamlandırma, merak etme, yaratma, eleştirme, güven duyma, hayal kurma, isteme, paylaşma gibi temel insani değerlerin gelişimidir!”

Peki, Gibson ve Walk’ın deney düzeneğindekine benzer, yarışmacı eğitim anlayışının test düzeneğindeki illüzyonların, birer algı yanılmasına yol açtığını göremezsek ne olur? Yüzeyde kalmamıza rağmen gördüğümüz olmayan derinlikler, birer görme uçurumu halinde halüsinasyonlara dönüşebilir.. Çocuklarımızın temel insani değerler gelişimi sürecinde, eğitimdeki görme uçurumlarını test yapraklarıyla dolduranlar, acaba “mış gibi yapan” illüzyonist eğitimciler olabilir mi?

Selam ve saygılar…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here