Artık Soru Bu “Siz Nesiniz?”

0
71

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dilerim iyisiniz, dilerim iyiler, dilerim iyiyiz. Ne kadar olabiliyorsak… İçinde bulunduğumuz duruma alışmak olanaksız. Günlük işlerimizi yapıyor çarşı pazar dolaşıyor, misafir ağırlıyor, yürüyüş, resim yapıyor yazı yazıyor isek de. Görünüşte artık hiç bir şey eskisi gibi değil. Bütün bu işleri yaparken aslında gözyaşlarımız  ve boğazımıza düğümlenen lokmalarla   acaba şimdi ne olacak, nerde kim kimi vuracak, nerede bomba patlayacak diye  düşünmekten paranoyak olmak üzereyiz. Bu yetmezmiş gibi bir de aklımızla alay ediyor. AB’ye gireceğiz sözde yıllardır uğraşırız. Şimdi önümüze 77 madde dayamışlar. Oku oku bitmez. Ve biz sözde bu maddelerle AB’ye gireceğiz. Belki? Çocuklar bile güler buna ya! Bu da yetmez Suriyeli göçmenlere sahip çıkacağız bilmem kaç bin dolar karşılığında. Peki bize kim sahip çıkacak? Zaten kendi ülkemizde doğup büyüdüğümüz ecdadımızın kanı ile sulanmış bu topraklarda onların yüzünden ötekileştirildik. Kendi sahilimiz de bile artık özgürce korkmadan yürüyemez olduk!

Evlere temizliğe artık Suriyeli kadınlar geliyor. Sanırsınız temizliğe değil de mezhep araştırmaya geliyorlar. İşe başlamadan önce ilk soruları bu oluyor. Siz nesiniz? Artık bütün soruların başında bu soru geliyor “siz nesiniz?”

Diyorum ya kendi evimizde  içimize kabul etiğimiz  kişilerce  kendimizi ötekileştiriyoruz? Ve seviniyoruz AB’ye giriyoruz 77 şart ile. Gülelim  kendimize biz kendi ülkemizde bile özgürce dolaşamıyoruz!

& & & & &

Büyük Şehir Belediyesine

Evet, günlük yaşamımız sürüyor normal gibi sevgili okuyucularım. Normal günlerimizden birinde bir üçüncü üniversiteye yazılmıştım. Ancak en ufak bir soru için bile otobüse atlayıp Antakya’ya gitmek ben denize zor ve kendime hakaretmiş gibi geldiğinden okulu bıraktım devam etmedim.

İskenderun Antakya’nın iki katı nerdeyse… Yüksek okullar var. Konservatuarı da ama bir açık öğretim bürosu  yok. Bir açık öğretim sınavı burada yapılamaz.  Yıllardır yazarım bir ara bıktım yazmaktan da oraya gitmekten de. Peki hadi İskenderun da yok  neden oraya gidecek insanlara kolaylık sağlanamaz. Antakya’ya gittiğinizde bari en azından yeri kolaylıkla bulabilesiniz diye işaret levhaları konmaz? Sorarak, önünü görmeden  kör gibi ilerlemek günümüze ne kadarda yakışıyor değil mi?  Bizim sorunumuz işte bunlardan biri. Bir şeyi yapmış olmak için yapıyoruz. Yaparken düşünmüyoruz ardımızdan gelenlere kolaylık olsun diye ne yapabiliriz? Bir tane yaptık işte. Ara bul. Bize de  böyle oldu. Arkadaşımla koşa koşa önce minibüse yetiştik. Oda bir başka alem zaten sonrada açık öğretim bürosu ara. İşaret yok bir  şey yok.  Antakya’yı bilen var bilmeyen var. Ara ki bulasın!

Ve artık  Antakya büyük şehir ve sözünü etiğimiz şeyler büyük şehrin küçük işlerinden biri ancak çok acil ve önemlilerinden. Bu yüzden Büyükşehir belediyesi dilerim bu işe hemen bir el atar. Ve  açık öğrenim sınavları zahmet olmazsa İskenderun’da da yapılabilir. Madem Osmaniye’de yapılabiliyor hayda hayda İskenderun’da da yapılabilir. Kaydımı yeniledim ya, artık kafa şişirmeye başlayacağım bu konuda en azından arkadan gelenler için.

Öyle hoş geldin bebek diyerek bu derbeder dünyada çocuk yapmayı teşvik edemezsiniz. O çocuğun temel ihtiyaçlarını temin edemiyorsanız o bebek hiçte hoş gelmeyecek bu dünyaya ve hesap soracak geldiğinde de. Ve şimdilik sağlıkla sevgiyle birlik ve beraberlikle kalmaya çalışalım sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Mutluluğun Sırrı

Bir tüccar Mutluluğun Sırrı’nı öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir saraya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.

Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış: Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.

yase-düşünce2

Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama Mutluluğun Sırrı’nı açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. ‘Ama sizden bir ricada bulunacağım,’ diye eklemiş bilge, delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvıyağ koymuş. ’Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.’ Delikanlı sarayın merdivenlerini inip-çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.

‘Güzel, demiş bilge, peki yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan Başı’nın yapmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi? Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.

‘Öyleyse git, evrenimim harikalarını tanı,’ demiş ona bilge. ’Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.’ İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat eserlerine dikkat ediyormuş.

Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat eserlerinin zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış. ‘Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?’ diye sormuş bilge.

Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. ‘Peki,’ demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, ’sana verebileceğim tek bir öğüt var: ‘Mutluluğun Sırrı dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan…

Günün Şiiri

İşaret Çocukları

Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan

Geçerdi babam

Başında yağmur halkaları

Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde

Daha ilk güzelliğinde

Alnını iki dağın arasına germiş

Bir devin göğsüne benzer

Göğsünden dualar geçermiş

Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri

Cami avlularına açılan

Havuz sularına kapılan çocuklar

Görmeden güneşin bütün renklerini

Götürmezlerdi dükkandaki babalarına

Ocaktan akan kaynar yemekleri

Nenelerinin koyduğu avuç taslarına

Başı ve yüreği şahbaz

Kaleleri ağırlayan kadınların

Süslerini kemerlerini

Başlarını ağırlaştıran

Ağır siyah şelale saçlarını

Tutunca gençleşirdi erkekler

Sonra insan o ki denizde

Küçük ve büyük nehirde

Bedeni ıslatan afsunlu suda

Önce niyet sonra yıkanırdı

Zaman dert getirdi sulara

İçinde eski balıkların yattığı kayalar

Savaşan insanların elinde

İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline

Anam kanları kuruyan

Kavga ayıran bir kargı elinde

Kara ocağın taşlarına

İşaret koydu çocuklarını

Belinde gezdiren babamın

Beyaz yazılarla kazandığı adları

Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın

Unutup genç gelen günleri

Zamanın sürerken çektiği günleri

Çetin bilmecelerle

Sürdü atını şehirlere

Yün ören at güden kadınlar

Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde

Küçük pencereli karanlık dar odalarda

Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin

Uzağa çekilip giden

Ayazda donan gülmeler içinde

Ormanlarda süt emziren anne

Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu

Hep kaçarmış şehirlerin

Demir dağlarına

Uyuyunca toprak beşiğimde

Sahipsiz kalan

Ellerimden kayan aydınlık günlerim

Cahit ZARİFOĞLU

Günün Sözü

İnsan “ne ise o olmayı” reddeden tek yaratıktır.

Albert Camus

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here