Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Zaman bazen kurşun yarası gibi geçse de derde deva olduğu inkâr edilemez bir gerçek. Ve şimdi hem acıtıyor hem de tedavi ediyor. Teşekkür ediyorum gönülden. Zamanın bu özelliği olmasa bugün bilgisayarımın başına geçemezdim. Ne diyelim geçmiş olsun hepimize. Ancak bendeniz geçmişin geçtiğine inananlardan değilim, her sabah yeniden dirilmeye inandığım halde geçmiş her zaman bizimle şimdi gibi yaşamaya devam eder, diyenlerdenim. Bu yüzden “geçmiş zaman olur ki hayali…….değer” türünden söylenen bütün sözleri de kabul etmiyorum. Çünkü zaman hiçbir zaman bu zaman olmaz. Her zamanın güzelliği, olayları, felaketleri her ne yaşanıyorsa o zamana aittir ve geçtiği zamanda güzel ya da üzüntülüdür, bu yüzden geçmişe özlemden çok geçmişi, şimdiyi ve geleceği birlikte okuyabilmek önemli diye düşünüyorum.
Ve bunu aslında yapmadığımız içindir ki zamanın deva olan özelliğinden bi haber oluyoruz ve tarihi sürekli tekerrür etmek zorunda bırakıyoruz. Eğer gerekli dersleri alıp sevgileri depolayıp günümüze taşıyabilseydik hataları orada bırakır yeniden bir tarih yazabilirdik! Dilerim sağduyu galip gelir artık!
Ve sevgili okuyucularım “ah üslup ah ah üslup! Yazmaktan bıktım ama yazmaya devam edeceğim gibi.” Nasıl, ne zaman bu kadar ağzı bozuk olduk diye soruyordum kendime yanıtını hemen dün Adana’dan dönerken aldım. Eve yürüyerek dönüyorum başım önümde, sanki uzayda yer çekimi olmayan bir yerde ayaklarım yere değmeden yürüyormuşum gibiyken nasıl duydum? Yeryüzünde yürüyen gençlerin sesini, konuşmalarını hala şaşıyorum! Ama duydum işte ve gök çatlasa içine gömülsem ya da yer yarılsa içine girsem hatta yedi kat aşağı insem diye düşündüm keşke kulaklarım sağır olsaydı bari. Genç çocuk zaten Türkçesi bozuk bir garip ve ağza alınmayacak bel altı küfürler ediyor kıza! Kızda çıt yok hatta yine keşke kulaklarım duymasaydı diyebileceğim tatlı bir sesle çocuğa sevgi dolu sözcüklerle yanıt verdi. Önüme geçtiler baktım çocuğun koluna adeta asılmış!?
“İşte” dedim. Sorunun yanıtı. Kızlar erkeklerin bu iğrenç dillerine boyun eğdiğinden beri üslup bu kadar bozuldu, bu kadar değerler yerle bir oldu. Ve milletin anısına… Sözlerini sarf eden mangandalar dünyaya geldi yetmedi başımıza büyük adam kesildiler.
Hala kitap okumayın diyen zihniyetler varsa ki bunlar, okumuş belli bir makama gelmiş öğrenci yetiştiren insanlar söylüyorsa daha bendeniz neden kendim soruyorum ne zaman biz böyle olduk diye. Aslında hep böyleymişiz uzun zamandan beri. O anneyi yazmıştım önceden anımsarsanız çocuğunu saçlarından asıp vücudunu -ki konuşurken bile o anı yaşıyor gibiydi.- morarıncaya kadar sopayla dövecek bir anneyi. İşte bu anne ve gibilerinin elinde büyüyen çocuğun psikolojisi ne olacak, kendisi ne olsun, anası bacısı ne olsun. Ve üslup bozuksa bu biz kadınların yüzünden diye düşünmeye başladım. Evet, okumayan, düzgün konuşmayan -ki şimdilerde sözcükleri eğip bükmek kırmak moda.- Bir annenin çocuğu nasıl olur. Kız çocukları okutulmamış, eğitilmemiş doğar doğmaz “kız beşikte çeyiz sandıkta” mantığı ile büyütülmüş ve bunu yapan bizzat anne! Kendisi böyle büyütüldü çünkü ve kraldan kralcı kesildi. Aileler toplumları oluşturur. Ve aile düzeni bozuksa, dil bozuksa eğitim yoksa ya da var gibi olup kötü olan her şey baki kalmış ise ortaya işte ya küfürbaz ya da aşırı kırılan acayip bir toplum çıkıyor. Sonrada aptal aptal düşünüyoruz “ne zaman böyle olduk” diye.
Ve tabi bununla bitmiyor, yalanlar, iftiralar, gelişi güzel sözcükler havalarda uçuşuyor. Ne günah ne de vebal ödeme korkusu var! “at çamuru izi kalsın” bunu da kocaman adamlar yapıyor üstelik?
Sen ne yazıyorsun be gafil toplum bu sözleri alkışlıyor, senin gibi üslup diye yırtanlarda yırtınmaya devam etsin. Bendeniz gibilere herhalde de “hangi zamanda yaşıyor” diyorlardır. Tabi onlar bu sözleri kullanmaz; bu durumlar için kullandıkları sözcükler vardır dolu dolu bendenizin dilinin dönmediği.
Ve tabi yalnız kötü şeyler okuyup duymuyoruz. Yine Adana’dan dönerken arabanın penceresine dayanmış yol boyu billboardlara asılan belediye başkan adayların resimlerini ve sloganlarını okuyorum. Bazılarına gülüyor bazılarına kızıyorken aniden. Refah partisinin sloganına takılıyorum. “İşte bu” diye bağırıyorum herkes bana bakıyor “hayırdır” diye. Refah Partisinin adayı gülümseyerek “Bu seçimi öyle bir kazanacağız ki kaybedeni olmayacak” diyor. İşte bu kadar! Ne kadar öz, ne kadar toparlayıcı ve güzel! Ayrım, gayrımı, nefreti kusan konuşmaları duyduktan sonra insan kendini bir nebze olsun iyi hissediyor canım. Hatta enikonu iyi yazarken bile rahat bir nefes çekiyorum.
“Yoları açık olsun” diyorum tabi ki bendeniz partici değilim refah hiç değilim ama doğru ve haklı, düzgün, adil, eşitlikçi olanlara kısaca insan gibi değil insan olanlara saygı duyarım aynen onların duyduğu gibi. Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım, ayrımız gayrımsız her zaman hep birlikte… Yase
& & & & &
Calinus ve Deli
Calinus, etrafındaki dostlarına: “Bana filan ilacı verin” dedi. İçlerinden birisi: “Ey üstat, dedi, bu ilacı delilik için verirler. Delilik ise senden uzak.”
“Bana bir deli baktı” dedi Calinus. “Bir müddet yüzümü seyretti. Bana göz kırptı, sonra yenimi yakamı yırttı. Onunla bir münasebetim olmasaydı nasıl olur da yüzünü bana çevirirdi?! Benim onunla bir ilgim olmasaydı, nasıl olur da gelir bana çatardı?! İki kişi uzlaştı mı, aralarında ortak bir özellik var demektir. Kuş ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet, adeta mezara girmedir.”
& & & & &
Ayının Dostluğu
Bir ejderha, bir ayıyı yakalamış parçalamaya çalışıyordu. Yiğit bir adam, yolda giderken ayının bağırmalarını duydu. Hemen koştu, her ne kadar ejderha daha güçlü idiyse de, o adamın hem gücü hem de hilesi vardı. Ayı, ejderhadan kurtulunca Ashab-Kehfin köpeği gibi o adamın peşine takıldı. Adam hasta olup yere baş koyunca da ayı onu bırakmadı, başında beklemeye başladı. Oradan geçen birisi: “Ey kardeş, dedi, bu ayıyla ne işin var?”
Adam, ejderha olayını anlattı. Bunun üzerine o şahıs: “Ayıya güvenme, dedi, ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir.”
“Sen bunu hasedinden söylüyorsun. Ayıya bakma, bana olan sevgisine bak.”
“Ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir. Benim bu hasedim onun sevgisinden iyidir. Gel benimle bir ol da o ayıyı uzaklaştır gitsin!”
“Git başımdan hasetçi herif, kendi işine bak!”
“Ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya. Başına bir şey gelecek diye yüreğim titriyor. Sakın böyle bir ayı ile ormana gitme!”
Bu sözler adamın kulağına girmedi: “Git başımdan” dedi.
“Ben senin düşmanın değilim. Peşimden gelirsen kendine iyilik etmiş olursun.”
“Uykum geldi, beni bırak, işine git!”
“Benim gibi bir dosta uy da, himayemde uyu.”
Adam: “Bu galiba bir katil, diye düşündü, uyuyunca beni öldürecek. Ya da benden bir şey umuyor, bir dilenci.”
Adamın yola gelmediğini gören nasihatçi kızarak ve içinden “La havle…” diyerek oradan ayrıldı.
“Ben ona ciddiyetle nasihat ettim, o ise benden daha kötü şüphelendi” diye düşündü.
Adam da uyuyakaldı. Yüzüne sinek konuyor, ayı da onu kovalıyordu. Sinek kovulunca kalkıyor, fakat inadına tekrar aynı yere konuyordu. Bu böyle sürüp gitti. Ayı, sineğe kızdı, gitti kenardan koca bir taş getirdi. Sineğin yine adamın yüzüne konmuş olduğunu görünce, o koca taşı sineğe fırlattı. Taş, uyuyan adamın yüzünü paramparça etti. Ahmağın sevgisi, ayının sevgisidir. Kini sevgisi, sevgisi kinidir. Ahdi gevşek, sözü büyük, vefası zayıftır.
MESNEVİ’DEN
Günün Şiiri
Yağmur Yağıyor Gibi Ölüyorsun
nasıl unuturum bir sap menekşe
ağzının kıyısında duruyor, öylece
uyuyorsun. Nasıl ölüyorsun
upuzun kavaklar devrilir gibi
değil. dağ yıkılır orman tutuşur
gibi değil. bir nehir
akıyor gibi ölüyorsun.
ağzının kıyısında bir sap menekşe
gibi duruyor yaşın.
şimdi başkalarının oturduğu
evlerdeyiz. birer balkon
birer eşik olmaya
yeraltından yaralarımızla
şimdi başkalarının oturduğu
evler odalar olmaya
yaşamak ki mavi bir şal boynunda
kar üstünde ayak izlerin, gülüyorsun
sürgit bir acı bu, nasıl unuturum. yağmur
yağıyor gibi
Çiğdem SEZER
Acıyla Akran
Bur da mayalanan aşkın yedeğinde
Gün vurdu mu yüzünü sulara
Bir haber beklerim sevinçli
Ulaşan mermere, taşa, içerdeki dosta
Usulcacık bir türküye girer gibi
Bir haber; kuşların kanadında
Burada taşrada bir esimlik rüzgar
Üşüttü mü gül yaprağını gizlice
Duyarım yüreğimde sessizce
Geri gelmeyecek örselenmiş gençliğimi
Bir haber döndürebilir beni
Buğulu mavi bozkır günlerime
Sarınıp yıldızlı gecelere, öyle ki
Çekip gidebilirim ipsiz serseri
Çalımsız bir ıslık tutturarak
Kırık dökük dizelerime benzeyen
Burada ırmağın sesinden başka
Yüreğimi uslandıracak kimse kalmadı
Haber gönder, çık gel, acıyla akranım artık
Ağarabilir usulca göğsümdeki karaltı
Ahmet ADA
Eskimeyen Yeni Yıllar
usulca sokulur, hayata girer zaman
tık nefes biter, zaman biter işte o an
kalır geride bıraktıkların, bir de sen
hayatı içen ömür,artık giymiş kefen
geçen zaman mı? Hayat mı? Biten ömür mü?
takvimden kopan yapraklar, yoksa ölüm mü?
bitti eski yıl, geldi yeninin eskisi
bekleme boşadır, hiç gelmedi yeni yıl
artık hiç gelmeyecek yılların yenisi
artık hiç eskimeyecek yılların eskisi
İsmail Haşimoğlu
Günün Fıkrası
Temel bir gün oyuncakçıya girmiş. Ve oyuncakçıdan pembe panter istemiş. Oyuncakçı Temel’e pembe panter verince Temel bunun mavisi yok mu demiş…
Günün Sözü
Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, halbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir.
Aristoteles