Söz Gümüşse, Sükût Altın

0
115

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Bülbülün çektiği dilinden” derlerdi büyüklerimiz. Zavallı bülbül neşeyle şakıdığı, yaralı gönüllere ilaç, sanatçılara ilham, kulaklara ziyafet olduğu için çekmiş ne çekmişse. Şimdi bence bülbüller şakımıyor artık. Ama iki kelimeyi bir araya getirenler konuşuyor, konuşuyor ve her söz bir taş, bir mermi, bir bıçak gibi saplanıyor yüreklere. Bülbül yaratılışın gereği şakıyor. Bunlarda yaratılışların gereği sözleri silah yapmış savuruyor.

Kimseye kızamıyorsunuz. Herkes kendi yaratılışın gerekenlerini yapıyor. Şu anda bendenizin yazısının da kendi yaratılışına uygun olduğu gibi… “Söz gümüşse, sükût altın” sözü de tarih. Uzun zamandan beri, “Önce  üslup” diyen Rahmet İsmail Cem de bu sözü ile artık anılmaz oldu.

Hala bu sözlere inananlar ise bu konuşulanlardan büyük yaralar alıyor. Kimsenin umurunda olmuyor. “Üzüldüysen üzdüğün içindir” diyen Mevlana’yı düşünüyoruz o zaman ve “duruşumuz bunca üzüyorsa, üzülmemiz kaçınılmaz” diyoruz. Ve sırf duruşumuzdan üzdük ve bu yüzden üzüldüysek, üzüntüyü kutsal bir emanet gibi taşırız o zaman. Başımızın üzerinde.

& & & & &

Ders olacak bir  hikayecik… Arkadaşım dün her zamanki yerinde ayakkabılarını her zamanki boyacısına boyattırmak için gitti. Aslında evde boya takımları var ve bu işi rahatlıkla kendisi yapıyor ancak hafta da en az iki kez de dışarıda boyattırmayı alışkanlık yapmış “bütün işleri biz yaparsak bu işleri yapanlar ne olur” düşüncesi ile güzel bir düşünce. Ama ondan güzeli boyacının tavrı ve yaklaşımı, “ağabey” demiş. “Ben bugün siftah ettim ama arkadaşım hala siftah etmedi ona boyattırsan”

Yorum yapmaya gerek var mı?!! Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle her zaman birlikte ve beraber kalalım sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Konumuzla Alakalı Bir Alıntı

Her insan konuşmayı ve susmayı yerine ve zamanına göre en güzel şekilde ayarlamasını bilmelidir.  Atalarımız da: “Çok söz yalansız, çok para da haramsız olmaz” demiştir. Bir de şöyle güzel bir ifade vardır Türkçemizde: “Bilirsen güzel kelam söyle ibret alsınlar, bilmezsen sükut eyle adem sansınlar.” Allah insana bir ağız, iki kulak vermiştir. Bunun da en bariz şekildeki manası: “Bir konuş, iki dinle” demektir. “Söz gümüş ise, sükût altındır” cümlesini hemen hemen hepimiz hem çok kereler duymuşuz, hem de aynı şekilde söylemişizdir.

Konuşma; insanın, hemcinslerine meramını anlatabilme özelliğidir. Cenab-ı Allah (c.c.) bu müstesna özelliği canlı varlıklar içinde yalnız insanlara bahşetmiştir. İnsanı diğer yaratıklardan ayıran ve ona ayrı bir değer kazandıran konuşma, tarifi mümkün olmayan çok üstün bir meziyettir. Onun için her insan konuşma usül ve üslubunu yerli yerince kullanmalıdır. Konuşma; insanın kişiliğini, seviyesini ve seciyesini sergiler. Zaruret miktarı kadar konuşmalı, şayet konuşmayı gerektiren bir ortam yoksa sükut etmelidir. Dile hakimiyet, sahibini yüceltir. Konuşma organı olan dili gelişigüzel ve uluorta kullanmak ise sahibini toplum içinde şahsiyetsiz ve seviyesiz kılar.

Sessiz kalmak, sükutu tercih etmek dil için en güzel ve en uygun terbiye metodudur. Allah’ın Rasulü (s.a.v.) Efendimiz Ebu Zerr (r.a.)’e yapmış olduğu bir nasihatlerinde: “Sen çoğu zaman sükut etmeyi tercih et. Bu sana, dininde yardımcı olup, şeytanı kovar.” buyurmuşlardır. Başka bir mübarek sözlerinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terk etmesi kamil imanın şanındandır.” buyurur.

Malayani denilen boş lakırtı ve gereksiz sözlerden daima uzak kalınmalı. Diline böylesine sahip olan kimseler Allah (c.c.) yanında yüksek makam ve mevki sahibi olur. “Dilim, senden çektiğim zulüm” demiş hal ehli. Manasız sözler, yersiz konuşmalar, dünya veya ahret için hiçbir yararı olmayan ifadeler ile yalan ve iftiraya yönelik lakırtılar dinimizde kesinlikle yasaklanmıştır. Bütün bu gerçekleri gözler önünde bulundurması gerekli olan her Müslüman konuşmalarında doğruluğu ve ciddiyeti esas olarak ele almalıdır. “Şamatası çok olanın, hatası da o nispette çok olur.” demiş atalarımız.

Malik (r.a.) Yahya bin Sa’d (r.a.)’dan şunu rivayet eder: “İsa (a.s.) yolda duran bir domuza -Allah rahatlık versin- dedi. yanındakiler: -sen bir domuza mı söylüyorsun- dediler. İsa (a.s.) Ben dilimi, kötülüğü söylememeye alıştırıyorum” diye cevap verdi. Nerede olursak olalım, şartlar neyi gerektirirse gerektirsin dilimizi kötü, çirkin ve kaba sözlere alıştırmaktan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Dili yüzünden başına gelen türlü felaketler karşısında: “Dilim, dilim dilim dilmeli seni.” diyen kişinin feryadı kulak ardı edilmemelidir.

Ankebut Suresi 46’nci ayeti kerimesinde Rabbimiz şöyle buyurur: “İçlerinden zulüm edenler müstesna olmak üzere, ehli kitap ile en güzel (şekilden) başka bir suretle mücadele etmeyin.” Müslüman, kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlarla bile mücadelesini en güzel şekilde sürdürmeli, dilini kötü sözlerden korumada gerekli hassasiyeti göstermelidir.

“O çok esirgeyen Allah (c.c.)’ın has kulları ki onlar, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendilerine beyinsizler hoşa gitmeyecek laflar attığı zaman -selametle- deyip geçerler.” (Furkan-63) “Bunlar yaramaz lakırtıları işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve (bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir.) Size. Biz cahilleri aramayız dediler.” (Kasas-55)

Bazı insanların işi-gücü gevezeliktir. Çeneleri oldukça kuvvetli olan böyle kişiler herkesle münakaşaya ve münazaraya girer, gevezelik sanatı olan kimseler yerini, zamanını ve mekanını dahi hesap etmeden hep konuşur, daima konuşur. Bu konuşmalarının pek çoğu malayani cinsinden olup hiç kimseye en ufak yarar sağlamaz. Ancak kişinin günah hanesinin kabarmasına, vebalinin büyümesine sebep olur. Allahr17;ın son elçisi Hazreti Muhammed (s.a.v.) Efendimiz Tirmizi’de geçen bir mübarek sözlerinde: “Hidayet üzere olan bir topluluk tartışmaya girmeden dalalete (batıla yönelmeye düşmez.” buyurur.

Fuzuli konuşmalar ve gereksiz tartışmalar insanı günah yükü haline getirir. Onun için her insan Sadi’nin dediği gibi: “Konuşulacak yerde susmayı, susulacak yerde de konuşmayı” iyi ayarlaması lazımdır. Diline gereği gibi sahip olmasını bilen insanların dünya ve ahiret hayatı mamur olur. İnsanların çoğu bugün için bir tartışma hastalığına yakalanmıştır. Hiçbir dini mesele tartışmayla çözülemez. Bunun için inceleme ve araştırma esas olmalıdır.

Bazı Sahabe-i Kiram Efendilerimizden rivayet edilen bir hadisi şeriflerinde Allah’ın Resulu şöyle buyurmuştur: “Biz dini konuların birinde tartışırken Rasulullah (s.a.v.) çıkageldi. O güne kadar görülmediği tarzda öfkelendi ve bizi azarlayarak şöyle dedi: (Ey Ümmeti Muhammed! Yavaş olun ve kendinize gelin, sizden önceki ümmetleri bu gibi boş tartışmaları yok etmiştir. Tartışmayı terk edin.

Tartışmayın, çünkü tartışmanın zararları açık ve kesindir. Tartışmayın, çünkü kişiye kötülük olarak tartışmacı olması yeter. Tartışmayın, çünkü tartışan kimseye kıyamet gününde şefaat etmem. Tartışmayın, ben tartışmayanlara, biri köşede, biri ortada ve biri de en yüksekte olmak üzere cennette üç köşk vermeyi üzerime alıyorum. Bunların en yükseği haklı olduğu halde tartışmayı terk eden içindir. Tartışmayın, çünkü putlara tapmaktan sonra rabbimin beni nehyettiği ilk şey tartışmadır.” (Taberani’de geçen bu hadisi şerife riayet eden iki cihanda da selamete nail olur.

Günün Şiiri

Bir Tanımı Olmalı

bu acının bir tanımı olmalı

bana hiç söylenmemiş sözcükler gerek

gözlerime doluşan bu yağmur kuşlarının

her sevgiye bir tarih düşüren yanlışların

çıkmayan sokaklarda yitirdiğim düşlerin

bu acıyla buluşan bir tanımı olmalı

göğsünü kanırtarak oyan kör bıçak gibi

yaşanacak herşeyi dünde unutmak gibi

ömrünü kayalardan fırlatıp atmak gibi

kendinde kaybolmanın bir tanımı olmalı

toprağı gökyüzüne savuran depremlerden

bütün evleri birden sürükleyen sellerden

geriye bir başına kalan ihtiyar gibi

acıyı solumanın bir tanımı olmalı

güneşin ortasında karanlık olmak gibi

kuruyan bir denizde sessizce yanmak gibi

ıpıssız bir evrende tek canlı kalmak gibi

bu çılgın yalnızlığın bir tanımı olmalı

sevdiğinin yüzüne son kez değercesine

söylenecek hiçbir şey kalmadı dercesine

en uzak tınıları boyayarak sesine

“hoşçakal” demenin de bir tanımı olmalı

ben ne söyleyeceğim şimdi yelkenlerime

bana rüzgâr dilinden sözcüklere gerek

Ayten MUTLU

Günün Fıkrası

Dursun Ordu ile Trabzon arasında yük taşıyan bir kamyonun şoförüymüş. Radyoda çay elinden öteye çalarken birden yayın kesilir ve anonsta “Dikkat! Dikkat! Dünyamızı uzaylılar istila etmiştir. Uzaylıların kuzey yarım küreye indiği tahmin edilmektedir.” Dursun umursamaz. Yoluna türkülerle devam ederken, yayın tekrar kesilir.  “Dikkat! Dikkat! Uzaylıların Türkiye’ye indiği tahmin edilmektedir. Lütfen endişelenmeyin, iyi huylu uzaylılar, ancak dilimizi pek iyi konuşamıyorlar, kolları uzun, bacakları kısa.” Dursun Allah, Allah bu da nerden çıktı der ve içine bir kurt düşer.

Yoluna devam ederken bir daha yayın anonsla kesilir: “Uzaylıların Karadeniz bölgemiz, Ordu, Trabzon arasına indiği tespit edilmiştir. Tekrar ediyoruz. Lütfen endişelenmeyin, iyi huylu uzaylılar ancak dilimizi pek iyi konuşamıyorlar, kolları uzun, bacakları kısa. Onlarla yavaş konuşarak anlaşabilirsiniz.” Dursun’un içine bir kurt düşer; ama ne yapsın ki, yoluna devam etmek zorundadır. Yaklaşık 10-15 km sonra yol kenarında, spikerin tarifine uyan bir yaratık görür, el frenini çekip iner, yavaş yavaş yaklaşır. Kolları uzun, bacakları kısa varlığa, yavaş ve tane tane: “Be-nim a-dum Dur-sun. T-rab-zon-lu-yum. Sa-na kö-tü-lük yap-mam. Ba-na ken-di-ni ta-nit.” der. Yaratık da tane tane, kızgınca ve yavaş cevap verir: “A-dum Te-mel. Ri-ze-li-yum. Ha-bu-ra-ya si-çay-rum.”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here