Sonbahar Geldi…

0
45

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sonbahar bu günlerde iyiden iyiye kendini hissettirmeğe başladı. Nereye baksanız sessiz bir hüzün, akşama doğru sonbahara özgü dilleri lal eden güzellikte gün batımı manzaraları… Yazdan kalma günleri yaşamak isteyen yurtdışı misafirlerimi ağırlamakta olduğum ve bu arada bir sürü yerli yersiz sorunla aptalca uğraştığım için yürüyüş yapamıyorum ve  bu müthiş manzaraları kaçırıyorum. Yakaladığımda da öyle bir nakşediyorum ki kafama… Aaaa  aklıma şimdi geldi “öyle bir nakşediyorum ki kafama” cümlesindeki  “ki”  bağlacı  bu günlerde yerli yersiz nasıl kullanılıyor fark ettiniz mi?

Ben deniz çoktan fark ettim ve baya şaşırdım, önce bir kişiydi sonra baktım domino etkisi yapmış şimdilerde konuştuğum herkes “ki” bağlaç edatını  cümlenin sonuna yerleştiriveriyor fiyonk gibi. Ve yetmiyor sündüre sündüre telaffuz ediyorlar “kiiii” gibi.

Ne yapmaya çalışıyor bu insanlar anlamıyorum. Hoş kaçmıyor, hoş olsa da yanlış oluyor. Yani bağlaçlar adları üstünde bağlayıcı edatlardır. Örneğin  “sanmak” sözcüğü “san ve mak” fiil köklerinden türemişlerdir. Ki de bağlaç vazifesini görerek “sanmak” sözcüğü ortaya çıkmıştır.

Bunlara  birleştirici bağlaç denir. Ayrıca bağlaçlar yalın olarak kullanılır. Örneğin  “eve geldim bir baktım ki evi su basmış” gibi. Burada kullanılan “ki” bağlacı yalındır ve ondan önceki ve sonraki sözcükleri bağlamak için kullanılmıştır. Ancak işte bazı arkadaşlar bu bağlaç edatı olan “ki”yi hem bağlaç hem de fiyonk yapmışlar cümlelerinin  sonuna…

Ne demeli bilmiyorum “bu da bir süreç ve geçecek” diyorum ama yinede yakınımda olanları uyarmadan yapamıyorum.

Ve sonbahar bütün haşmeti ile hüküm sürmeğe başladı. Hatta sırtımızda ürpermeler dolanmağa başladı bile. Buna rağmen biz misafirlerimizle denize giriyoruz. Dün hava güneşte sıcak, gölgede serindi ve hafiften üşüten rüzgar esiyordu. Deniz dalgalı ve kabarıktı buna rağmen kimsesizleşen denize girdik. Çok yüzmedik dalgalarla oynaştık ve bol, bol güneşlendik ama denize gelene dek baya bir çetrefili yollardan geçmek zorunda kaldık.

Ve sevgili okuyucularım bu Perşembe gününde Pazartesi sendromu yaşıyoruz bu sabah ev halkı olarak. Misafirlerimizde buna dahil tabi. Doğrusu kendimizi  toparlamakta zorlanıyoruz. Soğuk havada denize girmek sonrada  bir yeşillik cenneti olan, portakal, limon, nar ağaçlarının olduğu uçsuz bucaksız bahçelerin ve mor, yeşil dağların bulunduğu yer Hacı Ahmetli köyünde bir dam üzerinde manzaraya kuş bakışı  bakarak güneşe karşı çay içmek anlatılmaz bir güzellik ve ayrıcalık. Ama tabi tedbiri elden bırakamazsanız…

Ve biz sarhoş olduk manzaradan iki demlik çay eşliğinde ve zehirlendik temiz havadan (malum bizim hava hala toz duman) ve dönüş yolunda yelkenleri suya indirmiştik bile sıcak duşlara rağmen çokta rahat olmayan bir uykudan sonra kırık dökük uyanmak ve sonbaharı kemiklerimizde algılamak gerçekten kaçınılmaz bir şeydi bütün bunların ardından. Ancak biz bu bedeli ödemeğe dünden razıydık.

Ve şimdi Perşembe günü pazartesi sendromu olarak ödüyoruz. Ve soruyorlar “daha uzun sürecek mi yazın?” Çünkü çivi çiviyi söker diyerek yine çetrefilli yollardan bir yerlere gitmeyi kuruyorlar kafalarında. Yazın son fasıllarından bir şeyler toparlayabilmek için. Oysa yaz bitti sonbahardan toplayın diyorum günü, güneşi, yağmuru, yeşili, beyazı biriktirin. .

Ve sevgili okuyucularım, boynumuz kıldan ince ya her dem. Kalkıyoruz nerdeyse üç saatten beri oturduğumuz koltuktan bilgisayarımızı kapatarak. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım diyorum bütün ayrı gayrlığa inat… Yase

& & & & &

Gizli Yüz

Yıllar önce çalışkan bir adam, ailesini avantajlı bir iş imkanı sağlamak için Newyork’tan Avusturalya’ya götürdü. Adamın ailesinden biri, sirke trapez artisti olarak katılmak veya aktör olma tutkusu olan genç ve yakışıklı oğluydu. Bu genç adam zamanını bir sirk işi yada herhangi bir sahne işi gelene kadar kasabanın sınırındaki batı bölümünde yerel bir tersanede çalışarak geçirdi. Bir akşam, işten eve gelirken, onu soymak isteyen beş haydut tarafından saldırıya uğradı. Genç adam, parasından vazgeçmek yerine onlara karşı koydu. Bununla birlikte onu kolayca alt ettiler ve onu feci şekilde dövmeyi sürdürdüler. Botlarıyla yüzünü parçaladılar ve tekmelediler, vücuduna sopalarla acımasızca vurdular ve onu ölüme terk ettiler.

Aslında polisler, onu yolda uzanmış bir şekilde bulduklarında, onun öldüğünü sanmışlardı. Morg yolunda, polislerden biri, adamın zorlukla nefes aldığını duydu ve onu hemen hastanedeki acil bölümüne götürdüler. Acil bölümünde yatarken, bir hemşire korku içinde bu genç adamın uzun süre bir yüze sahip olamayacağını fark etti. Göz yuvaları parçalanmış, kafatası, bacakları ve kolları kırılmış, burnu askıda kalmış, bütün dişleri kırılmış ve çenesi hemen hemen kafatasından ayrılmıştı. Yaşama imkanı az olmasına rağmen, bir yıla yakın zamanını hastanede geçirmişti. Sonunda hastaneden ayrıldığında, vücudu iyileşmişti fakat yüzü bakılamayacak kadar biçimsiz ve iğrençti. Artık herkesin imrenerek baktığı yakışıklı genç değildi. Genç adam, yeniden iş aramaya başladığında, herkes tarafından geri çevrildi. Bir iş veren, ona, sirkte “Yüzü Olmayan Adam” adında tuhaf bir şov önerdi ve bir süre bu işi yaptı. Bu olanlar boyunca o, hala herkes tarafından reddediliyor, işyerinde hiç kimse onunla görünmek istemiyordu. Genç adam intiharı düşünmüştü. Bütün bunlar beş yılda gelişmişti.

Bir gün, kiliseye uğradı ve bir teselli aradı. Kiliseye girerken onu, kilisenin sırasına diz çökmüş, hıçkıra hıçkıra ağlarken gören bir rahiple karşılaştı. Rahip ona acıdı ve onu uzun uzadıya konuştukları odasına götürdü. Rahip büyük ölçüde etkilenmişti, onun yaşamını ve gururunu tekrar kazanabilmesi için elinden gelen her şeyi yapabileceğinin mümkün olduğunu söyledi. Ama genç adam, iyi bir katolik olabileceğine söz verecek ve olacaktı. Genç adam her gün ibadet için kiliseye gidiyor ve ibadet ediyordu ve Allah’a onun hayatını bağışladığı için dua ettikten sonra, beyin huzurunu sağlamasını istiyor ve onun gözünde, iyi bir insan olması için şükran duasını ediyordu.

Rahip, kişisel ilişkileri sayesinde, Avusturalya’daki en iyi plastik cerrahla görüştü. Genç adam hiçbir ücret ödemeyecekti. Çünkü; doktor, rahibin en yakın arkadaşıydı. Doktor genç adamdan çok etkilenmişti. Onun hayata bakış açısı, tüm kötü tecrübelerine karşı mizah ve sevgi doluydu. Cerrah harika bir şey başardı. En iyi diş ameliyatlarını onun için yaptı. Genç adam, Tanrı’ya söz verdiği her şeyi yerine getirdi.. Tanrı da onu harika ve çok güzel bir eş, yedi çocuk ve ileride kariyer için düşündüğü iş hayatındaki başarı ile ödüllendirdi. Eğer Allah’a şükretmezsen ve sana değer veren insanları sevmezsen, toplumda kabullenilemezsin. Bu genç adam Mel Gibson’dı… Onun hayatı “Yüzsüz Adam” filminin prodüksiyonuna ilham oldu. O hepimizi kendine imrendirdi. Cesareti olan her insana örnek oldu…

Günün Şiiri

Anadolu Toprağı

Senelerce sana hasret taşıyan
Bir gönülle kollarına atılsam.
Ben de, bir gün, kucağında yaşayan
Bahtiyarlar arasına katılsam.

Bu bakımsız, en kuytu bir bucağın
Bence İrem Bağı gibi güzeldir.
Bir yıkılmış evin, harâb ocağın,
Şu heybetli saraylara bedeldir.

Kadîr Mevlam, eğer senden uzakta
Bana takdir eylemişse ölümü;
Rahat etmem bu yabancı toprakta,
Cennette de avutamam gönlümü.

Anladım ki: Sevda, gençlik,şeref, şan…
Asılsızmış şu yalancı dünyada.
Hasretinle yâd ellerde dolaşan
Hızr’ı bulsa yine ermez murâda.

Yalnız senin tatlı esen havanda
Kendi milli gururumu sezerim.
Yalnız senin dağında, ya ovanda
Başım gökte, alnım açık gezerim.

Hürüm derim, eskisinden daha hür,
Zincirinle bağlansa da ayağım.
Şimdikinden daha ferah görünür,
Zindanında olsa bile durağım.

Bir gün olup kucağına ulaşsam,
Gözlerimden döksem sevinç yaşını.
Sancağının gölgesinde dolaşsam,
Öpsem, öpsem toprağını taşını!

Orhan Seyfi ORHON

Vedâ

Hani, o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
Alnına koyarken vedâ busemi,
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?

Hani, ey gözlerim bu son vedâda,
Yolunu kaybeden yolcunun dağda,
Birini çağırmak için imdada
Yaktığı ateşi yakmayacaktın?

Gelse de en acı sözler dilime,
Uçacak sanırım birkaç kelime…
Bir alev halinde düştün elime,
Hani, ey gözyaşım akmayacaktın?

Orhan Seyfi ORHON

Günün Fıkrası

Akıllı Sarışın

Casino’da 2 görevli sıkıntıdan patlamış bi şekilde rulet masasında dikiliyorlarmış. Derken içeri fıstık bir sarışın girmiş, masaya 10.000 dolar koymuş veee; “Baylar, umarım sizin için sorun olmaz ama ben çıplakken kendimi daha şanslı hissediyorum” diyerek oracıkta çırılçıplak soyunmuş… Sonra elindeki zara bir öpücük kondurmuş ve; “Haydi tatlım bana yeni kıyafetler lazım” diye zarı fırlatmış.

“Evet evet kazandım” diye sevinç çığlıkları atarak 2 adama sarılıp öpmüş, kıyafetlerini toplamış, masadaki bütün paraları almış ve koşa koşa gitmiş… İki adam bakakalmış. Biri; “Vvaavv ne kadındı be peki kaç atmıştı?”

Öteki cevap vermiş; “Bilmemm”

Günün Sözü

Erkeğin de, kadının da terbiyesi birbirleriyle tartıştıkları zaman belli olur.
Bernard SHAW

Hayatımızda en yüce, en güçlü, en faydalı dayanağımız ana baba evinden kalan hatıralarımızdır.
DOSTOYEVSKİ

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here