Sıcak…

0
87

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yoğun bir sıcak var şu an Gazipaşa’da, asfalt eriten cinsten. Çocukluğumuzda gördüğümüz asfaltlar gibi eriyor, üzerine basmadan ilerlemeniz olanaksız bu yüzden parmak ucunda hızlı, hızlı geçiyorsunuz kaldırıma kadar olan mesafeyi. Buna rağmen sandaletiniz ya da ne giymişseniz yapış, yapış siyahlaşıyor. Çocuklar bisikletlerini sürekli mazotla temizlemek zorunda kalıyorlardı bu yüzden. Ancak bizim burada yani şehir dışında sıcağa eşlik eden birde rüzgar var ki sıcak esmediği zaman baya sevimli olabiliyor. Yani otobüs beklemek veya markete gitmek istediğimizde sıcaktan bunalmıyoruz en azından. Ve çamaşırlarımız onun sayesinde çabuk kuruyor (nem çok olduğunda çamaşır ve saç kurutmak baya bir mesele oluyor burada).

Ve yollar geçen yıl dökülen, şimdi iyice ezilmiş olan mucurlarla kaplı. Yani asfalt yok. Bu yüzden  daha rahat sayılabiliriz şehir içine göre. Ancak burada da hemen her gün bir yerler yanar ya da yakılır. Köylüler tarlalarını böyle temizliyorlar. Ve düşünüyorum ki bu rüzgar olmasa biz boğulabilirdik dumandan. Ve yine ne hikmetse  rüzgar ne kadar eserse essin bir yerden bir yere  sıçramıyor  kıvılcımlar gibi… Ve bu sevgili rüzgar hemen her gün sabah saat 9 gibi çıkıyor ve öğleden sonra 2 gibi sanki hiç esmemiş gibi yok oluyor. Hemen hemen her gün böyle oluyor. Bu yüzden eskiden çok sabırsızlanırdım ve kızardım rüzgara ama şimdilerde onu çok seviyorum. Çünkü onu anlamaya başladığımı düşünüyorum ve o beni düş kırklığına uğratmıyor.

Şu an balkonda oturuyorum panjurlar yarıya kadar kapalı, pancar aralarından güneş ışınları ipileşiyor ıslak saçlarımda sıcaklığını hissediyorum. Ancak bu  sıkıntı vermiyor çünkü rüzgar güneşin etkisini azaltıyor.

Bugün havuzda ikinci yalnız günüm ancak bugün yurt dışından site komşularımız geldi ve havuzda buluştuk. Ve konuşulacak ne varsa birden konuşup bitirdik. İki saatten fazla yüzdüm. En çok  yüzme rekoru bende, kimse kendini yormuyor. Özelikle kulaç atarak yüzmek, ne denizde ne de havuzda öyle düzenli nefes alıp vererek düzenli kulaç atan kimseyi bulamazsınız. Yalnızca serinlemek için havuza giriyorlar sanki. Neyse iyi de oluyor nerdeyse olimpik olan havuzda dilediğim gibi yüzebiliyorum. Ve her zaman yüzmeye zorla gidiyorum.

Yani suratsız, isteksiz, uykulu ya da ruhum bedenimden uzak daha bilmem nerelerde geziyorken. Kendimi bıraksam tembelliğin koynuna oh yatacağım öylece ama hayır diyorum kendini koyuvermek yok. Ve buz gibi duştan sonra  buz gibi havuza girince ruhum pat dönüyor gittiği yerden. Ağır başlıyorum ne de olsa daha tam açılamamışım daha sonra yavaş, yavaş mesafeyi artırıp yüzüyorum ve sonra artık tutmayın beni oluyor. Her zaman karar veriyorum bir saat yeter diye ama hiçbir zaman bir saat yetmiyor. Ve bir şey daha dikkatimi çekiyor. Kahvaltısız gidiyorum. Ve hiç acıkmıyorum. Döndükten sonrada çok az yiyebiliyorum (tavsiye edebilirim demiyorum, sakın her bünye değişiktir unutmayın hatta her an değişiktir.)

Ve şu an sevgili okuyucularım sıcağın buharını görüyorum karşı dağlarda ve denizin üzerinde… Seraların naylonlarında ve saçlarımda dolaşan rüzgara teşekkür ediyorum.

& & & & &

Aynadaki Aksimiz

O yıl New York’ta kış, Nisan’ın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim.

Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.

Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaşkolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üç çatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum.

Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum. Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti: “Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi. Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim” diye cevap verdim.

Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı. Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandım; çocukken öğrendiğim ´Hoş geldin bahar…´ şarkısıydı. Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ´Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?´ Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle ´Evet´ dedim.

Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk. Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık.

Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu:´Bilmem farkında mısınız? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey…

O bahar gününü hiç unutmayacağım. Bazen evrende kendimizi en yalnız hissettiğimizde, sıkıntımızı atlatmak ve farklılığımızı ve yalnızlığımızı hafifletmek için Tanrı bize, aynadaki aksimiz gibi bir ikiz gönderir.´

Günün Şiiri

Keşke Hiç…

Ayazdım, azdım… Azıksızdım

İçimde sırasına koşan şiirler vardı

Zamansız çalmasaydın kapımı

Esmer gülüşünle mıh çakmasaydın günlerime

gelmeseydin

Zift ile karıyordu kendini gece

Gitmek uçurum, dönmek aramamanın yalvarısı

Vazgeçmek senden, pişman olmak

Yarını göremeyenlerin kör tanrısıyla zar atmaktı

gelmeseydin

Sarışın rüzgârlarda soluk benizli şiir eskizleri

Çorak zamanlarda kendisi için kanayamayan aşklar vardı

Yanılsamaların sonbahar yüzünden geçiyordum

Hilebazdı siyah dokunuşlar, cinayet kokuyordu

gelmeseydin

Tenimdeki kilim deseni yaralara

Kıymık gibi saplanan yağmur damlaları

Pembe kokusuna dikenini saplayan gül

Elgin sözcüklerden payıma düşen kül

Bakır şimşekleriyle kahkaha atan

Gökyüzüydü tek paylaştığımız

gelmeseydin

Mezatta hırpani bir sözcüktü vefa

Yokluğunun tadı kusursuz ve gölgesiz gri

Unutmak çağımızın en masum duldasıydı

İntiharı ve hiçliği anımsatıyordu unutulmak

gelmeseydin

Yine de yeniden gelmeseydin

Hafif tebessüm iç kanamalı yüzümle

Serçeler gibi sabahı bekletmeseydin bana

Ayazdım, azıksızdım… azdım

gelmeseydin

Gözlerimdeki forsaya toprak tadında mavi bakmasaydın

Keşke hiç!..

C.Hakkı ZARİÇ

Sis ve Tuz

–O’na, sıfırda kalana veda şiiri…

Uyku tutmuyor kaçışı olmayan tanıdık sabahı

Açık kapılardan hâki ayak sesleri sızıyor

Tabana çöküyor tavan, sis kaplıyor her yanı

Hayata Dönüş Operasyonu’nun gri kurşunlarıyla

Hasar tespit tutanakları yazıyorum ömrüme

Kan soluyorum, öğürüyor, kusuyor ve soluyorum

Soluyor penceredeki begonyanın yaprakları

Zayıfladıkça gözleri büyüyen ölüm oruççuları

Küfre yaslanıp ayakta durduğum anlar soluyor

Suratımda kahkahaları patlayan kırık aynalar

Ve horozu kalkık tabancaların maskeli tehdidi

Parçalanmış bir kafatası düşürüyor kucağıma

Her kıpırtıda serçeler havalanıyor içimden göğe

Soğuktan titriyorum, parmaklarım uyuşuyor

Gözleri bağlı kuzeyin, oldukça yavan ve yalancı batı

Buz tutuyor gülüşüm ağzımda, buz tutuyor, buz

Anları düşünüp anlamlar aramaya çabalıyorum

Dolanıyor sığıntı halinde, derinliğini arıyor gün

Her şey bir ayrılık armağanıyla adlandırılıyor

Bir kadının salı sabahındaki vazgeçilmez güzelliği

Hayli baş ağrısı, elleri havadaki yenilgi

Kalın bir çift çorap, öksürük nöbeti, boğulma anı

Tuz sonra, sağanak halinde tuz, tuz !..

C.Hakkı ZARİÇ

Günün Fıkrası

Tahmin Etmiştim

Temel’in kol saati durmuş. İçini açmış ve içinden ölü bir karınca çıkmış. Temel: “-Uyy…Zaten pen tahmin etmiştum makinistun öldüğinü…”

Günün Sözü

Arzu öyle bir şeydir ki, hiç doymak bilmez; birçok insanların hayatı, arzuları doyurma yollarını aramakla geçer.

Cesaret kuvvetle birleşince büsbütün artar.

ARISTOTELES

Düşünmeden konuşmanın cezası sonradan düşünmeye mahkûm olmaktır.

GIBBON

Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, hâlbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here