Şezlong Aydınları!

0
437

Cemil Meriç, “aydın” kavramını, ‘Mağaradakiler’ adlı kitabında, “Entelektüel Kim” başlığı altında zihinlerimizde resimlemeye çalışır.. “Bilge, arif, fazıl” aydınlarımızdan Meriç, “Entelektüel bugünkü manasını Dreyfus davasıyla kazanmıştır” der ve kavramın fotoğrafını çeker..

 “Dreyfus, casusluk yaptı diye tutuklanan kurmay yüzbaşı. Bir yanda devlet; bütün saygıdeğer müesseseleriyle Fransa! Ötede adalet ve hakikate susamış bir avuç yazar. 14 Ocak 1893 tarihli L’Aurore gazetesi, ‘Entelektüellerin Beyannamesini’ yayımlar. Kurulu düzene karşı bir savaş ilanıdır beyanname. Gelenekle kalem arasındaki bu savaşın başkahramanı Zola, çağın en belirgin entelektüel tipi. O tarihten sonra entelektüel, yazı veya söz aracılığıyla toplumun şuurlanmasına yardım eden kişi olur.” (s.19)

Meriç, bir sonraki sayfada, Gehenno’dan; “Entelektüelin ilk vasfı dürüstlüktür” sözünü aktarır ve ‘entelektüelin soy ağacını’ da çıkarttığı ileriki sayfalarda (s.29, 36) kavramın Batı tarihini özetler; “Aydının en eski ceddi sofisttir, Orta çağda rahiptir, 16.asırda hümanist, 17.asırda liberten.. Aydınlıklar arası filozofların torunları 19.yüzyılda yeni bir ad takarlar kendilerine: Entelektüel!” Meriç, bize ait aydın tanımını ise; “Bizde fikir adamı ya bilgedir, ya arif, ya fazıl” cümlesiyle özetler ve ekler: “Tanzimat’tan sonra isim arayan müstağriblerimiz kendilerine, önce ‘efkârı münevvere ashabı,’ sonra kısaca münevver demişler. Hakikatte ise Türk entelektüellerini ifade edecek tek kelime vardı; Müstağrip..”

Meriç, söz konusu kitabının 60. sayfasında Benda’nın, 1928 yılında yayımlanmış “Aydınların İhaneti” kitabına değinir ve bir sonraki sayfada, Suffert’in 1974’lerde kaleme aldığı “Şezlong Aydınları” kitabına atfen şu cümleleri yazar: “Efendiler toplumcudur ama Paris’in en muhteşem semtlerinde otururlar. Normnadiya’da yazlıkları vardır. Zekâlarını insanlığın mutluluğuna adayan o fedakâr toplumculara bu kadarcık bir refahı çok mu göreceğiz. Masalarında daima (ünlü entelektüellere ait) kitaplar vardır. Okumamıştırlar ama ne beis var, sık sık zikrederler ya! Ve iki şampanya bardağı arasında, toplumun da toplumsal çelişmelerin de üstesinden gelirler!”

Müstağrip, Batı anlamlı garp ile aynı kökten gelmekteydi ve garabet içinde tuhaflaşmayı, şaşakalışı tanımlıyordu.. Meriç, eklemeyi unutmuş olmalı.. Zira Müstağrib aydın aslında aynı zamanda Müsteşrik’ti.. Doğu anlamlı şark kökünden gelen müsteşrikin Batı’daki karşılığı ise oryantalist idi.. Ve fakat Meriç haklıydı.. Çünkü ‘Oryantalist gözlüklü müstağrip’ gerçekten garip, tuhaf, şaşılası bir entelektüeldi..

Geçen hafta, müstağrip ve müsteşrik karışımı aydınları,  bir TV kanalında izlerken, Rıfat Ilgaz’ın “Aydın mısın?” başlıklı şiirinden; “Kaldır başını kan uykulardan, / Böyle yürek, böyle atardamar / Atmaz olsun, / Ses ol, ışık ol, yumruk ol!” dizelerini hatırladım.. Söz konusu şiir; “Benden geçti mi demek istiyorsun, / Aç iki kollunu iki yanına, Korkuluk ol!” dizeleriyle bitiyordu.. Ilgaz’ın şiirinden esinlenerek, o türden kişileri “Korkuluk aydınları” olarak niteleyebilirim diye düşündüm önce.. Ve fakat sonra kendi gölgesinden korkanlardan korkuluk olamayacağından hareketle, toplumun gerçeklerinden kopuk, güdümlü aklını “facebook” piyasası hesabına kaptırmış, sanal fikrini ‘twitter’ kutusuna sıkıştırmış bireyci aydınlara “şezlong aydınları” tabirinin daha uygun olduğunu gördüm.. Zira, Meriç’in ifadesiyle, “gerçek aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan ve üç beş cümleye sıkıştırılabilecek faraziyelerini bir kâhin edasıyla tekrarlayan” bu tür aydınların düşünce ekranındaki görüntüsünü fotoğraflamaktaydı söz konusu ifade.. Başka bir kanala geçtim, benzer görüntü.. Bir farklı kanal; ‘sağlı, sollu’ şezlonglarda, ‘Oryantalist gözlüklü müstağripler!’ Dolayısıyla yazının başlığını, o tür kişileri nitelemede bir sıfat ve fakat aynı zamanda adlandırmada da bir zamir olarak seçtiğimi söyleyebilirim.. Öte yandan “lüküs hayat” tandanslı, “abidik, gubidik tivist-tiwit!” danslı bu tip aydınları izlerken dilimizin ucuna gelen  “Edeb Ya Hu!” düsturuna atfen, “İlke; entelektüelin edebi!” başlığını düşündüğümü de söylemeliyim..

 “Bir edep düsturudur” diyor İbrahim Refik, “Edeb Ya Hu!” adlı kitabında sözcüğü açıklarken.. Ve devam ediyor: “Eline, diline, beline” sahip olma ilkeli bu düsturla yol alır her hakikat yolcusu. Zaten edeb kelimesi de, e; eline, de; diline ve b; beline harflerinden müteşekkildir ki insanın hayat boyu uyması gereken düsturların remzini belirtir.”

Hakikat yolcularının, “eline/memleketine, diline/düşüncelerine, beline/nesline sahip ol!” düsturuyla fikirlerini zikrederek yol aldıklarını biliyoruz elbette.. Dolayısıyla bu ‘edeb-i kelâmı’ aydın olmanın temel ‘ilkesi’ olarak kabul ettiğimizde; entelektüeller hakkında elimizde bir ‘değer,’ dilimizde bir ‘yargı’ ve neslimizde de ‘edep erkân / yol yordam’ anlamında bir ‘değer yargımızın’ olabileceğini söyleyebiliriz diye düşünüyorum..

Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here