Severek Yaşayanlardan mısınız? Yoksa Sevmeden Soluklananlardan mı?

0
102

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Beni sorarsanız “teşekkür ederim  iyi olmaya çalışıyorum” derim. Çünkü gerçekten bazı sorunlar var, yaşanması gereken… Onları yaşarken Can Yücel’in şiirinde dediği gibi; “Sevdiğin kadardır   ömrün” dizelerine   sonuna dek inandığım için, sorunları yaşarken bile  ömrümü uzatmakla uğraşıyorum. Siz ne yapıyorsunuz?

Dün kızgınım, kırgınım bugün değilim. Belki dünde değildim, yalnızca bir anlığına geldi geçti gibi? Belki doğanın kanunu bu…

Hiçbir şey  olduğu  yerde durmaz. Dünya döndükçe, anlar geçer ve anlarla birlikte, kızgınlıklar, öfkeler, önyargılar da… Önemli olan geçenden alınacak dersler, yoksa geçmişin ne önemi olabilir ki? Hiç kimse geçmişi, kapanmış yaraları deşsin diye anımsamak istemez. Bunun kime yararı dokunabilir ki zararından çok? Buna inanıyorum  ve en önemlisi kendimi çok seviyorum.

Kimseyi  incitmek istemiyorum, “incittiysen incindiğindir içindir” diyen Mevlana’nın sözüne uyarak, incitmek istemiyorum, incinmemek  için. Çünkü ben sıradan bir insanım,  canım yanarsa belki bende yakabilirim! Kendimi olumsuzlukların içinde olumlu bir şeyler bulmaya adadım ve yaşam şeklim yapmaya çalışıyorum çünkü uzun yaşamak istiyorum, çünkü sevdiğin kadar ömrün var diyen Can Yücel’e katılıyorum.

Bilgisayarımın açılış sayfasında sevdiğim her şey var ve her sabah bana gülümseyerek bakarlar. Ve  ne kadar üzgün olsam da gülümserim. Sizde bir bakın bakalım  yaşamınıza, soluk alıp vermek mi yalnızca yaptığınız, yaşar gibi yaparak. Yoksa  severek, gerçekten yaşayanlardan mısınız?

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım noktaları birleştirme sanatı vardır bilir misiniz? Bu aslında mesaj alabilme yeteneğidir. Hiç kendinizi  yazılı bir şey olmadan mesaj almış gibi algıladığınız olmadı mı? Eğer düşünürseniz aslında gelmiştir de siz almamış olabilirsiniz? Hoş bende çoğu zaman alamıyorum ama bazen alınca okuyabiliyorum gibi geliyor bana ve toparlamağa çalışıyorum doğru mu yanlış mı onu da bilmiyorum ya…

Neyse söyleyeceğim şu ki kulağımızı  ve gözümüzü, gönlümüzü açık tutalım, olumsuzluklarda olumlu bir şeyler arayalım her zaman, belki bulamayız ama sonunda illa bir şeyler buluruz. Ön yargılarınıza yenilmeyiniz. Ve yaşamak olmak için  severek yaşarız ömrümüzün geri kalanını sevgili okuyucularım.  Sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman hep birlikte ayrımsız gayrımsız… Yase

& & & & &

Kıssadan Hisse

Hz. Ali’nin ağabeyi Cafer b. Ebu Talib’in oğlu Abdullah, sıcak bir günde, bir kabilenin hurmalığına inmişti. Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye, yemek vakti üç parça ekmek geldiğini gördü.

Adam ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki, birden önünde açlığı her halinden belli bir köpek belirdi. Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi. Köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede sildi süpürdü.

Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verdi. Kalkıp, yeniden işine dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah, yaklaşıp sordu:

–Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı? Köle sıkılarak cevap verdi:

–İşte bu üç parça ekmek…

–O halde neden kendine hiç ayırmadın?

–Baktım ki, hayvan çok aç. O halde bırakmak istemedim.

–Peki, sen ne yiyeceksin şimdi?

–Oruç tutacağım.

Bunun üzerine, Abdullah b. Cafer, köleden sahibini, evinin nerede olduğunu sordu. Sonra da gidip adamdan bu hurmalığı içindeki köleyle birlikte satın aldı. Sonra döndü, köleye bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyledi ve ekledi:

–Seni azad ediyorum. Bu hurmalığı da sana hediye ediyorum.

Cömertliğiyle meşhur Abdullah b. Cafer, kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, bu olayı anlatır ve:

–Ama o köpeğe topu topu üç parça ekmek vermiş; sense ona koskoca bir hurmalığı ve hürriyetini vermişsin, dediklerinde, şu karşılığı verirdi:

–Ama o elindeki her şeyi verdi; ben ise elimdekinin bir kısmını…

Sözün Özü: Cömertlik miktarla değil, o miktarın bütçemizde tuttuğu nispetle ölçülür, ölçülmelidir. Ancak insanların her şeyin fiyatını bildiği, fakat hiçbir şeyin değerini bilmediği günümüzde bu gerçekliği onlara nasıl anlatmalı?

& & & & &

Yaralı Kuş

Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman Aleyhisselam’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır. Ve ona sorar: “Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”

Derviş kendini savunur: “Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.”

Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve der ki; “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikayet ediyorsun?”

Kuş kendini savunur: “Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”

Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister. “Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.

Kuş o anda: “Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.

“Neden?” diye sorar Hz. Süleyman.

Kuş sebebini şöyle açıklar: “Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar… Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın… Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”

Kıssadan Hisse

Bu kıssa bize insanları görüntüleri ile değerlendirmememiz gerektiğini zira nice masum görüntülerin arkasında en kötü hilelerin gizli olabileceğini öğretiyor. Nitekim yüce dinimizi istismar eden birçok seviyesiz insan, bu istismarını dini simge ve sembolleri kullanarak yapmaktadır. Kuzu postuna girmiş canavarlardan Allah cümlemizi korusun.

Günün Şiiri

Ayrılık Sevdaya Dahil

görinen yıldız değil yir yir delinmişdür felek
gün yüzünün hasretiyle tir-i ahımdan benüm
necati
-1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
-2.
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Attila İLHAN

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Ataol BEHRAMOĞLU

Günün Fıkrası

Bilenler Bilmeyenlere Öğretsin

Hoca, vaaz için kürsüye çıkar. Camideki topluluğa, “Size ne anlatacağımı biliyor musunuz?” der. Vaazı dinlemeye gelenler, “Nereden bilelim, bilmiyoruz…” derler.

Hoca, “Bilmiyorsanız, ne diye boşu boşuna anlatayım…” diyerek kürsüden inip gider. Bir başka zaman yine camiye vaaza gelir, kürsüye çıkar. Yine topluluğa sorar: “Size ne anlatacağımı biliyor musunuz?”

Geçenkinden ders aldıklarından, “Biliyoruz…” derler. O zaman hoca, “Biliyorsanız, ne diye anlatayım boşu boşuna…” deyip yine kürsüden inip gider.

Yine bir gün vaaz için gelir camiye,kürsüye çıkar.aynı soruyu sorar: “Ey dinleyiciler. Size ne anlatacağımı biliyor musunuz?” Vaazı dinlemeye gelenler, önceden sözleşip öğütleştikleri üzere şöyle derler: “Kimimiz biliyoruz kimimiz de bilmiyoruz.”

Hoca, “Öyleyse, der, boşuna zamanınızı almayayım da işten güçten kalmayın. Bilenler, bilmeyenlere öğretsin…”

Günün Sözü

Büyük adamların hataları güneş tutulmasına benzer, onları herkes görür.

Cucong 

Boş zaman yoktur boşa geçen zaman vardır.

Tagore