Sessizce Kara…

0
95

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Ahh benim canımın içi İskenderun. Bu sabah çok güzelsin yine. Dün de güzeldin önceki günde. Ve aslında her zaman çokkk güzelsin.  Övgüler dizmek geldi içimden bu güzel havada sana.  Ancak bu güzel hava çokta yaramıyor bendenize, nedensiz halsizlikler, sırtımda garip ürpermeler, uykulu gözler haşınlı sesler, azıcık depresif haller, hava değişti değişeli yapıştı kaldı üzerime. Ne yazı yazmak ne de konuşmak, geliyor içimden şöyle bir köşeye kıvrılıp kitabımı okuyum istiyorum yalnızca okuyum. Aslında alışkınım bu hallere çünkü yedi yaşından beri her eylül sonu aynı havalar olur ve bendeniz yine aynı şeyleri hissederim. Ta  ortaokulda tuttuğum günlüğüme bakıyorum, bu tarihlerde yine aynı durumdaymışım. Mıymıylığım neyse hava soğur soğumaz ve yağmur başlasın eski halime gelirim artık şimdi kendimi çekmeye mecburum.

Sanırım yalnız değilim bu havaların yarattığı olumsuzluk değil de, daha çok kişisel mızmızlıktan şikâyet eden. Bu yüzden hepimize acil soğuk havalar ve bol yağmur diliyorum. Ve sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle kalalım, bütün olumsuzluklara rağmen ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

İlgili resim

Sessizce Kara 

Sessizce geldi katıldı aramıza. Bir sandalye verdiler hemen, oturup dinlemeye başladı konuştuklarımızı. İşte, bu kızın annesi babası öldü. Adın ne senin? Gamze, Gamze Kara. Kara ha evet, karaydı saçları, karaydı gözleri, karaydı teni. Ya şimdi?Ya bundan sonra?Kara mı olacaktı bahtı.Senin de fotoğrafını çeksin abla ,hadi!Çeksin mi?Omzunu silkti sadece, sessizce baktı gözleri.Sessizce ve kırık Umutsuzluğuydu objektife takılan.Kömür gözleri parlamıyordu,içten içten ağlıyordu bu kara yüz, dudakları gülmeyi unutmuştu.

Yine de sessizce baktı gözleri objektife, sessizce ağladı Dokuz yaşında kendisine can verenleri kaybetmişti Gamze. Toprağın öfkesiydi onları uzaklara götüren. Kayaların, dağların, taşların öfkesi. Olsun anneannesi vardı ya, ona bakardı. Nereye kadar? Farkındaydı ölümün soğuk elleri anne babasını seçmişti. Beni görüyorlardır, değil mi? Yanımdalar biliyorum. Beni seviyorlar. Tek üzüldüğüm, keşke uzaklara gitmeselerdi.

Sessizce baktı gözleri yine, sessizce sordu. Bir de kardeşi vardı Gamze’nin yedi-sekiz yaşlarında, Kara soyunun tek temsilcisiydi Barış, bırakır mıydı amca onu öyle çadır kentlerde. Aldı, götürdü Afyon’a. Ya Gamze? O sadece ve sadece bir kız çocuğuydu, amcaya yaraşmazdı!

Sessizce baktı gözleri o anda. Anne, acıktım, yemek yiyelim diyemeyecekti artık. İş başa düşmüştü, kendi kendini doyurmak zorundaydı. Aldı eline kovaları, doğru aşevine. Hey, küçük kız nasıl taşıyacaksın o yemekleri? Çadırımız uzakta tekrar tekrar gelemem, hem ben yalnızım, annem babam yok ki.

Sessizce baktı gözleri kadına, sessizce yürüdü.

Kara Gamze, bir küçücük hayat işte, taşların molozların, demirlerin arasından sıyrılan. Toprağın öfkesine yenik düşmeyen bir küçücük yürek öfkenin bağışladığı bir küçücük can… Okula gidecek büyüyecek. Silinmeyecek elbet bu öfke zihninden, sarstıkça sarsacak Kara Gamze’yi. En derinde bir yerlerde o uğultu hep duyulacak. Sessizce baktı gözleri arkamızdan, sessizce el salladı.

www.edebiyatogretmeni.net

& & & & &

Duvarda Çivili Kertenkele

Japon mimarlarından biri evini baştan aşağı yeniliyordu. Tamirat esnasında söktüğü kapılardan birinin duvarla irtibatlı bölümünde, iç kısmında, iki tahta arsında sıkışıp kalmış bir kertenkele buldu. Biraz daha dikkatle bakınca kertenkelenin canlı olduğunu fark etti.

Onu oradan kurtarmaya çalışırken bu kez kertenkelenin bir ayağından duvara çivilenmiş olduğunu gördü. On yıl önce yapılan eve kapısı takılırken dışarıdan çakılan bir çivi, o an kapıyla duvar arasında bulunan kertenkelenin ayağına isabet etmiş olmalı diye düşündü Japon mimar.

Peki, nasıl olmuştu da bu kertenkele, bir santim boyu bile kıpırdayamadığı bu karanlık duvar boşluğunda on yıldır canlı kalmayı başarmıştı?

Mimar, tamirat işlerini bir kenara bırakarak kertenkeleyi izleme ye başlı. Bu kertenkelenin sadece havayla beslenmediğine göre, bunca yıl yaşamını nasıl sürdürebildiğini merak ediyordu.

Bir süre sonra duvar boşluğunda bir hareket oldu. Japon mimar, nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkelenin geldiğini gördü. Gelen kertenkele, yerinden kıpırdayamayacak halde olana ağzında yiyecek taşıyordu. Bu kertenkele diğerinin belki annesiydi, belki eşi, belki de arkadaşı Kim bilir? Ama bilinene bir şey var ki aralarındaki güçlü sevgi, birinin bıkıp usanmadan diğerini hayatta tutabilmek için ona yiyecek taşımsına neden olmuştu. www.edebiyatogretmeni.net

& & & & &

Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı.

Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi. Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi. Büyük ağaç, iyice kasılarak: “Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz.”

Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengarenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysa ki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu. Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk. Tohumların teklifini kabul ederken: “Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz.”

Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı. Fakat küçük olanı: “Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez” diye tekrarlıyordu. “Güzellerden güzellikler doğar sadece.”

Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu. Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü. Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu.

Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı. Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için-için kuruyordu.

Cüneyd Suavi

Günün Şiiri

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı

Behçet NECATİGİL

Açılmamış Kapılar

Sevdiğin kentlerin selamı sanki

Sülüs kamyon şoförleri

Kufi hamallar

 

Anılar hep sonbaharda gibidir

astrakan gecede

süt yıldızlar

 

Belleğinin yerini tutar kadehindeki

Taşlar taş kemerler

İvedi sarmaşıklar

 

Hayatını sarsan binbir andan

adlarını yıllara

veren yargıç krallar

 

Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir

Bir kez girilmiş sokaklar

Açılmamış kapılar

 

Bilir misin iki kökeni var hüznüniyetinin:

çiçek durumu aşklar,

yaprak düzeni siyasalar.

Cemal SÜREYA

Günün Fıkrası

Nasrettin Hoca akşamüzeri evine doğru ilerliyormuş. Densizin biri gelip hocaya: “Hocam biraz önce gördüm, adamın biri büyük bir tepsi baklava götürüyordu.” Hocam cevap vermiş: “Bana ne bundan.” “İyi de hocam adam baklavalarla sizin eve doğru gidiyordu.” “O zaman “sana ne” bundan?”

Günün Sözü

İnsan “ne ise o olmayı” reddeden tek yaratıktır.

Albert Camus (1913 – 1960)

Kendini bilmek, tüm bilgeliğin başlangıcıdır.

Aristoteles (Mö.384- Mö.322)

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here