Senkron Kayması!

0
390

Geçen hafta, değişim dönüşüm üzerine sözü olan “prof” sıfatlı aydınlardan birkaçını,  birkaç değişik TV kanalının tartışma programında izledikten sonra, “ilkesizliğin neticesi olan trajik savruluşların düşünce ekranlarındaki komik görüntüsünü nasıl eleştirebilirim” diye düşünürken hatırladım “senkron kayması” kavramını..

Zira, söz konusu aydınların, kısa zaman aralıklarında farklı kanallarda sürekli değişip dönüşen sözleriyle, düşünce ekranlarında var olan aydın görüntüsü arasındaki kopukluğu görünür kılmaktaydı söz konusu kavram.. Senkron; syn; ile birlikte + cronos; zaman anlamlı Grekçe bir sözcüktü.. Eşzamanlı demekti yani..  Sinema dilinde senkronizasyon; ses ve görüntünün eş zamanlı akışını sağlamak  anlamına geliyordu.. Kronik; olayların birbiri ardınca yazıldığı tarih, kronoloji ise, kronik olanın bilim disiplini içine alınarak mekan ve zaman eşleşmesini bozmadan yazmak anlamını taşıyordu..

Aydın ilkesiz olamazdı.. Ki zaten ilkesini nitelikli bir sesle yürekten savunan kişilerin sıfatıydı aydın olmak.. Diğer ifadeyle  nitelik, ilkelerle senkron halindeydi..Ve fakat kendi sesleriyle yüreklerinin kulakları sağırlaşmış kimi ilkesizler, ‘prof’ sıfatını aydın olmanın niteliği addediyordu.. Bu türden kişiler, mekansal tanımda sağda veya solda, zamansal tanımda geride veya ileride senkronize olsalar da, kronik bir durum anlamında senkron kayması içinde oldukları, aydınlar tarihinin kronolojik cetvellerinde kayıt altına alınıyordu..

Sözleriyle halleri arasında tutarsızlık bulunan bu tür aydınların, zamanda ve mekanda  sürekli değişip dönüşen sözlerinin kronolojik cetvelinin çıkartılacağı bir kitabın “müellifi” olsaydım kapak sayfasını da ben hazırlardım.. Yeteneğim ölçüsünde, ilkesizliği değişim, küstahlığı cesaret gibi sunan bu aydın illüzyonunun eş zamanlı algılanacağı trajikomik bir “illüstrasyon” yapardım.. Sonra, her sayfada ilkesizliğin neticesi olan trajik savruluşların düşünce ekranlarındaki komik görüntüsü anlamında “dönüşlü” sözlerini “dünü ve bugünüyle” eşzamanlı halde kronolojik sırayla yazardım.. Artı, “Amaca giden her yol meşrudur” ilkesizliğini ilke edinen Makyevelist aydın taslaklarının “dönüşlü” hallerini “kukla tiyatrosu” içinde karikatürize ederek çizerdim..  Önsöz yerine ise, iki yıl önce izlediğim “Sen Türkünü Söyle” adlı yarışma programının jüri üyelerinin yaptığı “ses” değerlendirmelerini aktarırdım..

İzlediğim o programın jüri üyelerinden Arif Sağ, bir yarışmacıya, sesinin “sitone” olduğunu söylemiş ve açıklamıştı: “Nefesin disipline edilmemesi sonucu düşüşe geçen sesteki bozulmaya detone, yükselişe kaçan bozukluğuna da sitone denir.” Jüride bulunan Belkıs Akkale, eleştirileri “tevazu” ile dinleyen yarışmacının “cesaretinin” kırılabileceği endişesiyle, “sen kalpten okuyorsun” diyerek gönül almış ve eklemişti: “Sesini kalbinle akort et!” Zara ise; “Bize ustalarımız söylemişti, kulağının birini kapatarak okursan sesini kontrol edebilirsin” demişti.. Fakat en çarpıcı değerlendirmeyi başka bir jüri üyesi yapmıştı; “Yani, ağzından çıkanı kulağın duymuyor, duysun kardeşim!”

Bu tür yarışmalara veya tartışmalara hem cesaret, hem de nitelikli ses sahipleri katılır elbette.. Nitelikli ses derken ergenlik sonrası oluşan doğal sesi kastetmiyorum.. Eğitilmiş sesten söz ediyorum.. Kaldı ki, ergenlik sonrası oluşan ses, herkesin kendine has sesidir ve bu bağlamda özeldir, özelliklidir.. Cesaret de böyledir.. Buradan, eğer özellikli sesimizi “cesaretle” genele sunuyorsak, o halde jürinin nitelik üzerindeki eleştirel değerlendirmelerini; afra tafra yapmadan,  “tevazu” ile dinleyip “ders almak” gerekir diye düşünüyorum.. Peki, jürinin “ilkesel” eleştirilerini “tevazu” ile karşılamayan, burun kıvırıp dudak bükenler yok mu? Var tabi.. Fakat bunların, (cesareti küstahlıkla karıştıran, detone ve fakat daha çok sitone)  “niteliksiz” ses sahipleri olduğunu bilmek için illa da “dinlemek” gerekmiyor! Afra tafralarını izlemek yetiyor!

Yukarıda söz konusu ettiğim kitabın ön sözüne, anlı şanlı ‘profların’ değişimin diyalektik bütünlüğünden kopuk “senkron kaymalı” afra tafralarını, jüri üyelerinin ses değerlendirmeleriyle eşzamanlı yazdıktan sonra; Stephen R. Covey’in, “Bütünlüğe Doğru” adlı kitabından; “Kalbinizi açın, hayatınızı “rehber öğretmenlerin ilkesel değerlerini teori pratik biriliğinde yaşayacağınız yüce bir bilgelik yönlendirsin!” yargısını aktarır, hemen altına; “Nefesin disipline edilmesi yönlü, volümü düşük veya yüksek ses bozukluğunu eleştirenlere karşı afra tafrayı bırak, kalbini aç, sesini bul!” şerhini düşerdim..

Kalbimi şerh eden; “Yalnız kal (söz) değil, eşzamanlı hal içinde olmak!” sözünü de kitaba ad olarak düşünürdüm.. Selam ve saygılar…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here