Seçimden Sonra Sahil Manzaraları…

0
58

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Seçimler geçeli iki ay oldu. İtirazlar şunlar bunlar derken bir ay böyle geçti şimdide kutlamalar, ödül vermelerle. “Şunları yapacağız bunları yapacağız” diye vaatlerin  verildiği karşılıklı hoşbeşliklerle zaman geçiyor. Verilen sözlerden, vaatlerden daha bir tekininin bile ayak izini görmedik. Hadi şimdi bayram sevinci yaşıyorlar dedik gülücükler havada uçuşuyor maşallah çokta fotojenikler itiraf etmek lazım. Hem Sayın Savaş hem de bizim başkan Sayın Seyfi Dingil. Gazeteci arkadaşları da es geçmeyelim onlarda da neşe tam maşallah valla  gözümüz yok Allah gani, gani neşe versin, mutluk versin hepimize. Ancak içinde bulunduğumuz durumda göz önüne alınırsa daha iyi olur. Yani her tarafta çöpler birikiyor. Sahildeki kaldırım refüjlerinde bulunan tek tük ağaççık, çalı çırpıcıklarla sararmış solmuş. Kuru yapraklar kaldırımda ne temizlik var ne sulama deniz kenarındaki geniş toprak alanlarda hortumla sulanıyor her gün bir bölüm. Neyi suluyor oda belli değil ot yok çimen yok oralar çimenleştirilmeli, çiçeklendirilmeli değil mi zamanı gelmedi mi? Bizim başkan hiç sahilde dolaşmıyor herhalde? Hiç karşılaşmıyoruz.

Buraya kadar belediyeyeydi sözüm şimdi çuvaldızın bizi ilgilendiren tarafındayım. Bendenizin o bayılıp ayıldığım sevgili insancıklarımız var ya birde onların olağan üstü katkısı var tabi bu kirlilikte. Yerler çöp ve çekirdekten halı olmuş. Kaldırım kenarındaki o güzelim yine bakımsızlıktan bayılıp duran kauçuk ağaçları bu günlerde olağan üstü güzellikte çiçek açmış. Kavruk bir bedende dallara serpiştirilmiş peri kızları gibi.  Ama bizim hatunlar çiçekseverler ya her güzel çiçekten kırıp evlerine götürmeyi marifet sanırlar ya şimdide bu kauçuk ağaçlarına takmışlar. Zavallıcıkları yolup duruyorlar. Sanki o ağaçların çektiği yetmiyormuş gibi birde yavrularından uzak düşüyorlar. Kırılıp hırpalanıyorlar. Diyeceğim şu ki tam oralarda polisler duruyor eski doğum hastanesinin karşısından söz ediyorum. Güvenlikçilerde var. Biz her şeye müdahil olamıyoruz kuşkusuz çünkü ağaca çiçeğe saygısı olmayanın insana da saygısı olmuyor ve bizi dinlemiyorlar bu yüzden polislerin uyarıcı olmasını istiyoruz. Belki onların yaptırım gücü olabilir bu konuda gördüklerini uyarsınlar sadece. Ne kadar ayıp bunu söylemek ama ne yapalım ki zorunluyuz.

Valla bu son günlerde sahildeki ağaç ve çiçeklerin sefaletinden dolayı çok üzgünüz çünkü. Ve heykellere tırmanan çocuklardan dolayı evet heykellere çocuklar tırmanıyor hem de beş altı yaşında Suriyeli çocuklar. Düşseler heykele zarar verseler ne olacak aileler kendi havalarında. Her şey mubah onlara, yürüyüş yolunda çocuk arabalarını yarıştırmak, bağıra çağıra konuşmak, aslında onları mutlu görünce çok seviniyorum. Özelikle çocukları ama kardeşim öyle pervasız davranan kendi bebeğim olsa kızarım yani var mı öyle kamu alanında bu kadar pervasızlık? Neyse ki bir tek sevindirici uygulama emniyetin sokakta dilenen ve mendil satan çocuklara yönelik çalışmalarının  sonuçlarına şahit oluyoruz. Sokaklarda artık eskisi kadar  dilenen çocuk görmüyorum mendil satan.

Söyleyecek söz çok ama biraz temkinli gitmek gerek diye düşünüyorum ve zaman vermek ama daha çok değil, artık zamanı geldi diye düşünüyorum çalışmaların. Artık vaatleri değil somut adımları bekliyoruz. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte sevgili okuyucularım. Yase

Şubat Güneşi

Zeynep korkuyla, dehşetle gözlerini açtığında Ahmet’in boynuna sarılmıştı terden sırılsıklam perişan bir haldeydi. Ahmet “korkma canım korkma geçti” diye kızı sakinleştirmeye çalışıyordu. Ahmet daha yeni uykuya dalmıştı ki Zeynep’in sesine gözlerini açmıştı. Kız boğulur gibi sesler çıkarıyordu. Kulak kabartmıştı; kız uyuyordu. Kaskatı hiç kıpırdamadan… Hemen yerineden kalkıp uyandırmaya çalıştı ama Zeynep uyanmadığı gibi terden sırılsıklam olmuş bir vaziyette boğulur gibi sesler çıkarmaya devam ediyordu. Sonunda kızın sesi zincirlerinden kurtulmuş gibi canhıraş bir şekilde boğazından boşaldı. Ahmet ancak o zaman kızı yatağından kaldırıp kollarına aldı. Kız çılgın gibi haykırıyordu “bırakın beni bırakın!” Kalbi deli gibi atıyordu. Ahmet “Zeynep, uyan bak, benim ben Ahmet” diyerek kızı sarsmaya başladı.

Zeynep duşa girmiş gibi ıslaktı saçı, başı, giysileri. “Ağabeyciğim koru beni” diye Ahmet’in boynuna sarıldı. Ahmet kıza sarılıp “Tamam canım tamam geçti bak geçti artık” dedi. Zeynep sonunda sakinleşti. Kollarını Ahmet’in boynundan çözdü. Ama Ahmet onu bırakmadı. Kollarında sallamaya devam etti. Kız derin, derin iç geçiriyordu… “İyi misin Zeynepçim?” Haşinli, hırıltılı bir sesle “Evet” dedi. “Evet iyiyim” “Biraz Konuşmak ister misin?” “Hayır, uyumak istiyorum” diyerek yeniden yatağına uzandı. Ama çarşafı ve yastığı terden sırılsıklamdı.

Ahmet “Üstünü değiştirmen gerek Zeynepçim çok terlemişsin, biraz bekle uyuma sana kuru giysiler getireceğim” dedi. Hemen annesinin odasına gitti. Elinde havlu ve kalın bir eşofmanla döndüğünde kız gözlerini kapatmıştı. Ahmet kızı o vaziyette kaldırıp küçük bir çocuğu soyar gibi soyarak ıslak giysileri üzerinden çıkardı havlu ile sırtını ensesini kurutup kuru giysileri giydirdi. Saçlarını topladı. Sonra kızı kucağına alıp kendi yattığı koltuğa götürüp yattırdı. Üzerini örterken Zeynep, elini tutup sevgiyle öptü. Sonra yan dönüp gözlerini kapattı. Ahmet elini çekmek isteyince Zeynep gözlerini açmadan “lütfen gitme” dedi. Ahmet “gitmiyorum buradayım” diyerek kızın yanına uzandı. Zeynep dönüp ona sımsıkı sarıldı. Kalbi hala deli gibi atıyordu. “Çok korktum” diye fısıldadı. “Sadece bir karabasandı ve geçti artık. Su ister misin?” Zeynep su istiyordu ama istemeye korkuyordu tamda şu anda “Teşekkür ederim istemem” dedi. “Uyumak istiyorum ama lütfen yanımdan ayrılma” diyerek kapanmak üzere olan gözlerini yumdu. Biraz sonra ikisi de uykuya dalmışlardı.

 Zeynep bir saat sonra üşüyerek uyandığında Ahmet yanında değildi. Mumlar sönmüş etraf karanlıktı. Çok susamıştı. Sırt üstü dönüp bir müddet karanlığa baktı, gözleri karanlığa alışınca yavaşça kalktı eşyalara tutuna, tutuna mutfağa gitti. Mutfakta mumlar sönmemişti. Buna rağmen yine el yordamı ile  mutfak masasının üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurdu kana, kana içti bir bardak daha içti, üçüncüyü de içmeye hazırlanırken kapıda bir karartı gördü. “Ahmet” diye bağırdı korkuyla. “Kokma Zeynep” diye yanıt verdi Ahmet gözlerinden uyku akıyordu. “Neden kalktın bir şey mi oldu?” “Hayır, çok susadım sen neredeydin?” “Odamda” “Hani beni bırakmayacaktın?” “Zeynepçim hiç rahat durmuyorsun ki sürekli dönüp duruyorsun rahat dön diye yanından kalktım” Zeynep bunun üzerine kahkahalarla gülmeye başladı. Ahmet kendine bir bardak su doldurdu. Sonra “Sen hep gül  olur mu, sana gülmek çok yakışıyor” dedi.

Zeynep “E madem suyumuzu içtik bari uykumuz açılmadan yeniden uyuyalım” dedi. “Çok haklısın valla ben nerdeyse ayakta uyuyacağım” diye yanıt verdi Ahmet. Su bardağını masanın üzerine bıraktı Zeynep’te ardından bardağı bırakıp yürüdü… “Üşümüyorsun değil mi?” dedi Ahmet. “Evet, ben üşüdüğüm için uyandım aslında.” “Sana bir battaniye daha getireyim o halde. Kendini nasıl hissediyorsun iyi misin?” “Uyursam daha iyi olurum” diyerek kendini kanepeye attı. Kendi kendini örtüp yan tarafına döndü. Bacaklarını karnına doğru çekti. Elini yanağına dayadı gözlerini kapattı. Ahmet elinde battaniye geldi kızın üzerindeki battaniyenin üzerine onu da örtü. Sonra eğilip kızı alnından sonrada yanağından öptü. “İyi geceler prenses” dedi. “Sana da” “Korkmuyorsun değil mi yanında kalmamı ister misin?”

“Teşekkür ederim ama lütfen git. Yoksa uykum açılacak ve o zaman seni de uyutmam, bu yüzden git başımdan artık.” Ahmet “tamam” diyerek dönüp giderken sehpaya takıldı sehpa büyük bir gürültü ile yere devrildi. Üzerinde ne var ne  yoksa yere düştü. Zeynep yerinden fırladı. Ahmet “korkma bir şey yok” diye seslendi. “Sana bir şey oldu mu Ahmetçim?” “Yok, yok bir şey yok sen yat; artık sabahleyin toparlarız etrafı” Arkası Yarın

Günün Şiiri

Şiirin Derkenarındaki Yazı

İç geçirmelerimi satın alın.

Kuşkularımı alın.

Size bir külah yüz buruşturması mı vereyim?

Her şeyi sattığımda

Kendimden uzakta yeniden doğmaya gideceğim

bir hintkirazıyla çok yumuşak bir öpücük

adsız birkaç nesne arasında.

Umutlarımı satın alın.

Gerçekliklerimi alın.

Bir külah gülücük mü vereyim?

Ben dört mevsim satarım.

Neden

çınardan uzaktadır çınar?

Neden

ırmağın dibinde değil ırmak?

Neden

duvar terk etti duvarı?

Çıktılar kendilerinden

anlamak için

benimsemek için kendilerini.

Ben de terk ediyorum kendimi:

tanıyorum mutluluğu

sahte çınar,

kuru ırmak,

çok yumuşak

bir duvar olarak

Dilinize hiç özen göstermiyorsunuz:

işte onun için

ahududularınız yılan üretiyor,

takımadalarınız kan öksürüyor,

parçalanıyor tepeleriniz

likör bardakları gibi,

güneşleriniz sakat

ve çökmüş yatakların üzerine oturmaya gidiyorlar.

Diliniz

hiç özen göstermiyor size:

öleceksiniz

ilk düzyazı bunalımı geçirir geçirmez.

Alain BOSQUET-Çeviri: Aytekin KARAÇOBAN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here